DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Sami Çelik
Sami Çelik
Giriş Tarihi : 17-11-2022 20:08

Dost... Bir Elin Parmakları Kadardı. Bir Parmağım Daha Kırıldı Bugün

Evden geç çıktım. Bu aralar canım da burnumda geziyorum zaten. Kafamda bir ton düşünce. Tatsız tuzsuz bir hafta geçirdim doğrusu.

Aslında kafam bu kadar hiç karışmamıştı bu yaşıma kadar ama tam bir karmaşa halindeydim.

Ofise yaklaştım. Tam arabayı park edeceğim telefonum çaldı.

Arayan çok sevdiğim sayılı dostlarımdan birisi. Eski bir yayıncı olan, şakaları ile tanıyanların gönlünde taht kuran, hayatı hiç takmayan, neşesini her ne olursa ve yaşarsa kaybetmeyen, o meşhur kahkasını hiç bırakmayan İbrahim Ferşat:
 -Selamünaleyküm
- Aleykümselam Zübük. Hiç havamda değilim uzak dur benden.

Benim ona lakabımdır "Zübük". İsmini hiç kullanmam ve arada arar, konuşmamız o aradaki boşluğu dolduracak günlere sığar. Saatlerce ve kahkaha tufanıyla tüm moral bozucu şeyler biter ve neşe gelir hayatımıza:

-Dur! Lan. Kapatma hemen. Dostun, arkadaşın var mı senin?

Şaşırdım, 'Bu ne demek şimdi?' diye düşünürken o devam etti:

- Basit birşey sordum. Cevap versene. Var mı, yok mu?

- Var tabiki dedim..

- Kim mesela dedi. Nerede var?

Gerginim zaten ve aramızda sorun da olmayacağı için ağzımdan gelişi güzel söz kaçtı:

-...... Yürü git başımdan ya. Ne biçim soru bu şimdi?

- O biçim soru. Mesela, Ankara'da var mı dostun?

Direk, hiç düşünmeden cevap verdim bu Ankara sözünü duyunca...

- Var tabi. Ali Şükrü.

İkimizin de ortak dostu ve üçümüz bir araya geldiğimizde, Ali Şükrü de espri, şaka, muhabbet konusunda Zübük'ün ikiz kardeşi gibidir.
İkisinin olduğu bir ortamda gülmek değil sadece, gülmekten bayılmamak mümkün değil.

Alışkın olmadığım bir ses tonuyla üzgün bir şekilde Ali Şükrü cevabıma karşılık verdi İbrahim Ferşat:

- Ali Şükrü, diyeceğini biliyordum. Kötü haberi vermek bana düştü ama Ali Şükrü yok artık. Başımız sağolsun.

Daha bir sinirlendim. İnanmadım çünkü.

- Lan Zübük, kaşınma gözünü seveyim. Canım dar zaten. Ankara'da mısın? Ali Şükrü'nün yanına mı uğradın? İşiniz gücünüz yok mu sizin kafa buluyorsunuz. Selam söyle ve yürü git başımdan. İşim var.

- Ölümün şakası mı olur? Az önce kalp krizi geçirmişti vefat etmiş Şükrü.

Arabadan inemedim ama hâlâ bunun Zübük ve Ali Şükrü'nün bir şakası olduğunu da düşünmeden edemedim.

Acaba?..

- Kapat telefonu dedim ve yine Ali Şükrü ile ortak bir dostumuzu aradım. Ali Şükrü 'nün telefonunu çaldırmaya korktum doğrusu o an.

İlhan Pulat:

- Maalesef abi. Bir saat önce vefat etti. Trabzon'a defnedilecek. Oraya götürmeye hazırlanıyorlar.

Cevap veremeden telefonu kapatıp ofise attım kendimi gözyaşlarıyla. Telefonu da kapatıp ofiste odama kapandım.

O bir kaç saat içinde anılarımızı tekrar yaşadım ve şimdi de daha önce yazdığım bu anıyı hatırladım.

***

Ramazan ayı... 

Sene 2000 veya 2001 yılında Ankara'da yaşadığım bir olayı getirdi gecenin bu saati aklıma. 

Ankara Kocatepe Camii avlusunda Ramazan ayında yapılan kitap fuarındayım.

O zaman firma Emre Yayınları var sadece. 

Özellikle fuar standında kendim durmak istedim o sene. Farklı bir şehir, farklı bir atmosfer, farklı dostluklar kurayım istedim. 

Şu iki senedir özlediğimiz kitap fuarlarının nasıl olduğunu bilmeyenimiz yoktur sanırım.

Stantlar kurulur yan yana ve iki stand arasına bir sunta ile bölme yapılır. Yani, yan tarafınızdaki stand ile aranızda bir sunta vardır sizi ayıran.

Yanınızda kim olacağına da fuar organizasyonu karar verir. Siz standınıza yerleşirken görür, tanımıyorsanız tanışırsınız yan komşunuzla.

O sene benim yan komşuma esans satan bir firma yerleştirilmiş. Çeşit çeşit alkolsüz esans.

Standın önündeki masa üstünde de kapakları açılmış dört beş esans tüpü.

Standın önünden geçene stant görevlisi 'ister misiniz?'diyor, uzatılan elin üstüne seçtiği o kapağı açık duran esanslardan birisinden sürüyor.

Ziyaretçi ya elini koklaya koklaya gidiyor, ya da 'ne kadar fiyatı?' diyerek sürülen kokuyu beğendiyse alıp gidiyor.

O güne kadar ve hatta şu güne kadar hiç kullanmadım o alkolsüz esanslardan.

Ama stand görevlisi arkadaş çok hoş sohbet, samimi, dost canlısı ve tam bir Karadeniz uşağı.

Tam benim kalem...

Bir iki gün fazla yaklaşmadan takip ettim ve dostluk yapılacak çok kaliteli bir arkadaş olduğuna kanaat getirdim.

Ufak ufak sohbetler, şakalaşmalar, birlikte fuar organizasyonunun verdiği iftarlara eşlik etmeler...

Derken bizim millet olarak çok sevdiğimiz az bir samimiyet başlayınca muzip şakalar.

Bu kardeşimiz Diyanet Vakfı"nın Kocatepe Camii avlusundaki kitabevinde çalışıyor ve sonra öğrendim ki, babası da Diyanet Vakfı Başkanlığı'nı yapmış önemli bir isim.

Muhabbetimiz artık kontrol dışına çıktı bir zaman sonra.

Aramızda yaptığımız şakalar, fıkralar ve diğer bazı yayıncılar ile birlikte çok özgürce sohbetler.

Dedim ya, olay kontrol dışına çıktı ve buna bu kardeşimizin samimiyeti sebep olurken...

Benim de arayıp bulamadığım bir fırsat.

Fuar alanında bazen kahkahalarımız, birbirimize şakalarımız o kadar yüksek sesle oluyor ki... 

İftar saatine kadar ziyaretçi sayısı çok olmadığı için bizim bu şen şakrak sohbetlerimize, çevre standlardan da katılımlarla bizim matrak cemaat her geçen gün büyümeye başladı.

O gün...

Olmaz olasıca o gün geldi çattı.

Stand önünden geçenlere masanın üzerindeki esanstan cimrilik yapmadan bol kepçe süren arkadaşa aradaki bölmeden elimi uzattım.

Beni görmüyor ama önüne uzanan bir el.

Benim elim, 'Şükrü, biraz da benim elime sür şundan.'

Ben de Şükrü'yü görmüyor, sesini duyuyordum. O da beni görmüyor ama el benim elim. Biliyor.

Hiç beklemediğim bir ses...

Şaaaak.

' Sana su yok'

Elimin üstüne attığı tokatın acısıyla çektim elimi. Birşey demedim.

Biraz sonra yine uzattım elimi:

 -Yoldan geçene sürüyorsun da bir damla da ben istiyorum.

Şıraaaak diye yine o bildiğim ses ve elimin üstündeki tokatın acısı:

-Sen görürsün, dedim ve iftar saatini beklemeye başladım.

İntikamım çok acı olacak.

İftar saati yaklaştı ve herkes standları bırakıp iftar yerine doğru gitmeye başladı.

Biz de altı yedi arkadaş cami avlusu çıkışında birbirimizi bekliyor, ekip tamamlanınca birlikte iftara geçiyoruz.

Şükrü çıktı standdan, 'hadi gardaş' dedi benim standın önüne gelip:

-Tamam, sen git arkadaşların yanına bende geliyorum.

Amacım, o elimin üstüne bir damla esansı esirgeyen, üstüne üstlük bir de tokat atan Şükrü'den acı bir intikam almak.

O uzaklaşır uzaklaşmaz standının önüne geldim. Kış günü. Üzerimde kazak, üstünde ceket, üstünde de paltom var.

O benden bir damla esansı esirgediği dört kapakları açık tüpteki esasları kendime sürmeye başladım.

Kazağıma, ceketime, paltoya, yüzüme, ellerime...

O dört tüpü bitirircesine iyice sürdüm her yerime büyük bir hırsla ve şevkle.

Daha önce hiç kullanmadığım için başıma geleceklerden habersiz, intikam uğruna boşalttım tüpleri neredeyse.

Savaş kazanmış komutan gibi cami avlusu çıkışında toplanmış beni bekleyen grubun yanına geldim.

Gruptaki arkadaşlarımız takım elbise, temiz giyimli, ikisi piyasamızın en önemli firmasının yöneticisi, diğer ikisi de yine firma sahibi...

Ben yanlarına geldiğimde beni beklerken bir konu açılmış, üzerine hararetli bir konuşma halindeler.

Gruba yaklaştım ben ama....

Yok böyle birşey.

Bir koku geliyor birisinden...

Açık havada ortaya sanki iğrenç bir koku bombası atılmış gibi.

Kışın arabanıza gelirken kazara taze bir hayvan pisliğine basarsınız da...

Arabanın klimasının sıcağıyla yol alırken o bastığınız hayvan pisliğinin kokusu dayanılamayacak hale gelir ya.

Bu koku o kokunun yüz katı. Dayanılacak gibi değil.

Yanıma yakın olan arkadaşa doğru kafamı çevirip belli etmeden koklamaya çalıştım. Yok.

Bu arkadaş çok bakımlı ve çok temiz giyinen, temizliğe çok dikkat eden birisi. Bu koku ondan gelmiş olamaz.

Diğerine yanaşıyorum. Yok, bu da bu işi yapmış olamaz.

Ali Şükrü'ye yaklaştım. Yok...

O da temiz. 

Hele Şükrü 50 kiloluk cüssesiyle o kadar koku verecek bir halt etmiş olamaz.

Yürümeye başladık iftar yerine doğru ama bu koku nereye gitsek bizimle geliyor. Delireceğim.

Kimse de bir tepki yok. 'Sadece ben mi alıyorum bu iğrenç kokuyu?' derken iftar edeceğimiz binaya geldik.

Kuyruk dışarıda başlamış, ikinci kattaki yemekhane bölümüne kadar uzamış gidiyor.

Biraz yürümeye başladık kuyruk azaldıkça ve içeri girdik dış kapıdan.

Koku biz içeri girince binanın iki katını da esir aldı.

'Allah'ım sana geliyorum. Kim bu haltı yapıp bir de o yığmış haliyle dolaşan'

Merdivenlere yanaştık. Herkes birbirine bakmaya başladı. Merdiven başındaki iyi de tanıdığım bir yayıncıya yaklaşınca parmağıyla beni işaret ederek:

-Sami, Vallahi senden geliyor bu iğrenç koku, deyince, dizlerimin bağı çözüldü zannettim o an.

Ne diyeceğimi de bilemedim. Onca zamandır 'kim bu kadar koku yayacak haltı işledi?' diye aranırken.

İhale bende patladı.

Şükrü'nün bana doğru dönerek: 

- Ne yaptın lan gardaş sen?

demesiyle kendime geldim:

-Ya arkadaşlar. Vallahi ben birşey yapmadım, desem de olmuyor. Bir anda o esanslar geldi aklıma.

Ali Şükrü'ye dönüp:
-Hani senin o masanın üzerinde kapakları açık esansların vardı ya

- Eeeeeeee

- Üzgünüm Şükrü'cüğüm. Onlar yok artık, dedim gülerek:

-La gardaş. Hepsini mi sürdün?

-Heeee

-İyi halt ettin. İşte hepsini karıştırırsan böyle altına etmiş gibi kokarsın.

Nereden bileyim ben esanslar karıştırılınca böyle olur?

Ne kadar esans varsa üst üste sürdüğünde bu kadar iğrenç kokar.

Rezil oldum. Bir hırs uğruna fuar alanındaki tüm arkadaşlara sürmanşet haber oldum.

Sonraki akşamlarda fuar organizasyonunun verdiği iftara değil, Şükrü ve bir iki arkadaşla iftar için bir lokantaya gitmeye başladık.

Fakat Şükrü'nün cimrilik edip beni kızdırmasıyla düştüğüm o rezilliğin acısını çıkarmam lazım.

Anadolu' da çalışan ekiplerim bir gün sonra Ankara'da toplanıp, fuar alanına yanıma gelecekler.

Bir gün öncesi yine lokantada iftardayız. Şükrü, ben ve iki arkadaş daha. Hesabı ben ödedim çıkışta.

Şükrü:
- Gardaş olmadı şimdi. Neden sen ödedin? dedi.

-Aramızda sen ben mi var Şükrü'cüğüm. Yarın da sen ödersin.

-Tamam gardaşım. Yarın da benden. İtiraz istemem.

İtiraz eder miyim?
İntikamım çok acı olacak Şükrü'den.

Yakacağım Şükrü'yü...

Anadolu'dan ekiplerim öğle saati fuar alanına geldiler.

İki münübüs, üç otomobil.Toplamda onbeş kişi.

Müdüre lokantayı tarif ettim:
-İftar vakti kapıda sıra olun. Ben gelmeden lokantaya girmeyin ama yerlerinizi ayırtın, dedim. 

-Sen harici diğer arkadaşlar standa uğramasın diye de tembihledim. "Tabi girişte beni de tanımıyorsunuz." demeyi ihmal etmedim. 

Şükrü'nün kalabalığı görmemesi lazım. 

İftar vakti yaklaştı. Beş öğrenci standımdan alış veriş yaptı. İftar saati de yaklaştığı için sordum:
- Gençler, oruçluysanız bu akşam bir hayırsever abiniz iftar verecek.

Sevindi gençler. Onları da müdürün yanına verip yolladım lokantaya.

Ali Şükrü ve diğer iki arkadaşla yaklaşık 20 dakikalık mesafedeki lokantaya doğru yürümeye başladık.

Ali Şükrü'nün keyfi yerinde:

-Bak gardaş, bu akşam hesabı ben ödeyeceğim. İtiraz istemem.

-Tamam Şükrü'cüm. Sen öde de benim bir iki eleman da geldi ama.

-Ya ne demek gardaş. Bir iki kişinin lafı mı olur? Hoş geldiler sefa getirdiler. Senin misafirin benim misafirim.

Lokantanın önüne yaklaştık. Kapıda hiç de alışkın olmadığımız bir kuyruk. Yirmi kişi...

Asker gibi dizilmiş. On beşi benim personel. Beş kişi de 'Bir hayırsever abiniz iftar verecek' diye benim ekibe kattığım gençler. 

Dört de biz.

Kapıya gelince ve kalabalığı görünce Ali Şükrü keyiflendi:

-Lan gardaş. Lokantaya kısmetli geldik. Şu kalabalığa bak, diye gülümsedi.

Ben gülmemeye çalışıyorum ama midem gülmemek için kendimi sıkmaktan kaya gibi oldu.

Bizi görünce çocuklar kenara çekilip 'buyurun Sami bey' diye girmemiz için yol açtılar

Ben, diğer bizimle gelen iki arkadaşı oturmaları için içeri gönderip Şükrü'nün elinden tutup:

-Şükrü, şu benim elemanları alalım, dedim.

-Tabi gardaş. Misafir onlar. Alalım, ayıp olur.

Ben sıranın başından başladım isim isim...

-Mehmet geç. Ali, Hasan, Ahmet, Hüseyin...

Şükrü şoka girdi. Baktı ki sıradaki tüm bekleyenler benim personel.

Dayanamadı bir müddet sonra:

-Gardaş, bu ne?

-Dedim ya, benim personel diye...

-Ya gardaş. Tüm İstanbul' u getirseydin ya (!) ...

-Lan, bir hayır yapacan...(!) 

İftar sonrası lokantadan hesabı Şükrü kardeşime bırakıp, elemanlarla konuşmak için ayrıldım. 

Fuar alanına geldim. Son derece mutluyum.

Çok acı intikam almışım, yüzümde gülücükler, keyfim yerinde.

Şükrü benden önce gelmiş, standdaki sandalyesinde bir külçe gibi:

-Kardeşim, ne yaptın? Erken gelmişsin.

- Ne olacak? Bir yıllık maaşı ipotek ettim geldim.

Ben koptum Şükrü'nün bu haline. İntikamım çok sarsıcı olmuştu.

Sonra çok ısrar etmeme rağmen, ona ders vermek için bunu yaptığımı söylememe rağmen...

Ne kaç para hesap ödediğini söyledi ve ne de çok ısrar etmeme rağmen ödeme yapma isteğimi kabul etmedi.

Hayata küstü sanki Şükrü kardeşim. 

Fuar bitene kadar artık ben ona iftar verdim. Bu kadarına razı edebildim zorla da olsa.

Ali Şükrü Selimbaşoğlu  kardeşim benim.

Cansın sen.

İki senedir ekibi toplayıp bir iftarına gelmeye çok niyetlenmemize rağmen malum.

Pandemi işte.

Emin ol ilk fırsatta Ankara'ya ekip olarak geleceğiz yanına....

Hem de bu sefer tüm Facebook Truva Kitap Kulübü'ndeki 35 bin arkadaşlarımızla.

Bekle bizi kardeşim.

***

Can kardeşim. Bu gün bu yaşattığın acı bana çok ağır geldi.

Hakkım varsa kat kat helaldir.

Allah'ım sana gani gani rahmet eylesin. Başta ailen, evlatların olmak üzere bizlere de sabırlar versin.

Sen bir dost değildin benim için sadece. Bir kardeş, bir candın.

Yakıp, yıkıp gittin be kardeşim.

Çok şükür inancımız tam. Mevladan geldik ona döneceğiz.

Ama insanız ya. Bu acı çok sarstı beni be kardeşim.

NELER SÖYLENDİ?
@
Hayri BOSTAN 1 yıl önce
Sevgili Sami Bey. Şükrü kardeşimize rahmet olsun. Mekânı cennet olsun. Sizlere de sabırlar, hayırlı uzun ömürler versin. Âmîn Âmîn Âmîn!
Mehmet Şahan 1 yıl önce
Başınız sağ olsun Sami Bey!

Gözyaşlarına boğulmadan okumak ne mümkün!

Ancak, O ebedi istirahatgâhına gitti. Rabbim oradaki yaşamını nurlar içinde yaşamasını nasip eylesin,

mekânı Cennet-i Âlâ olsun inşaAllah.

KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA