DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Sami Çelik
Sami Çelik
Giriş Tarihi : 14-08-2022 07:32

Ahmet Kekeç / Adam Gibi Bir Adam Geldi Geçti

1989-90 yıllarında Fatih'e yanına gider gelirdim Ahmet Kekeç'in. İmza isimli haftalık dergiyi çıkarırlardı Ali Gümüş, Ahmet Kekeç ekibi. Ben de Emre Yayınları' nı yeni kurmuştum.

Daha yaşım 21 ama içimde çağlayanlar, fırtınalar patlıyor. Yayın piyasasında henüz çok yeniyim. 

Ahmet Kekeç ile Ali Gümüş arasında bir anlaşmazlık oldu ve dergiyi bıraktı Ahmet Kekeç.

Ali Gümüş'e çok tepkiliydi ve 1990' lı yılların başlarında işsiz kalmıştı.

Herhangi bir iş yapmıyor ve İmza dergisi dışında hiçbir yerde de yazmıyordu o yıllarda.

Kapak yapıyor, mizampaj ve montaj yapıyordu bazı yayınevlerine ve geçimini bu şekilde sağlıyordu.

Dergiyi bırakınca ofisi de olmadığı için ortada kalmıştı.

Ben de yayınevi için Cağaloğlu'nda Evren pasajında bir ofis tutmuştum. İlk yayınladığım kitabım da rahmetli İsmet Bozdağ'ın 'Bir Darbenin Anatomisi' isimli 60 ihtilalini anlatan ince bir kitabıydı.

Bir kitap yayınlamış, hiçbir desteği olmayan gencecik bir yayıncı ve adı sanı duyulmamış minnacık bir yayınevi. 

Ahmet Kekeç'in İmza dergisinden ayrılınca ofise ihtiyacı vardı. Ofis tutsa para yok.

'Ahmet abi, gel benim ofisi kullan. İşlerini benim ofisten yürüt. Bana da herhangi birşey vermene gerek yok' dedim.

Geldi benim ofise. Yanında getirdiği eşyası sadece bir montaj masası.

Üç odalı ofis...

Bir odasında benim bir masam ve oturduğum koltuk... Bir odada Ahmet Kekeç'in montaj masası ve oturduğu bir sandalye. Gelen misafiri oturtacağımız sandalyemiz bile yok.

Benden önceki kiracı ofise halıfleks döşetmiş,.. Bazen halifleksin üzerine oturuyoruz Ahmet Kekeç ile. Hemen sokak başındaki dönerciden yarım ekmek arası döner. Ahmet Kekeç ile yerde oturup döner ekmeğimizi keyifle ve huzurla  yiyoruz karşılıklı.

Yokluk olsa da, huzur var, muhabbet var, neşe var, candan sohbet var, olanı paylaşmak var, samimiyet var, dostluk var, küçük hesaplar peşine düşmek yok. Para için adam satmak hiç yok. 

Hayatımın en güzel günleriydi o günler.

Ahmet Kekeç o günlerde bir roman yazmıştı, 'Bir Zamanlar Kardeştiler' ismiyle. Emre Yayınları'nın ikinci kitabı olarak onu basmıştım. Müstear isim koymuştu kitaba. İsim babası da ben. Nereden aklıma geldiyse...

Orhan Büyük.

Bilgisayar yok, daktilomuz bile yok. Hergün teksir kağıdına elle yazdığı üç beş sayfayı getirir "bak bakayım nasıl olmuş" derdi. 

Okurdum hemen ve "abi çok iyi ya" dediğimde mutlu olur, burnunu çeker, "güzel, güzel" derdi. 

O gazla bir roman da ben yazmaya karar verdim ve yazdım da. Tabi ben onun romanının daha yazılma aşamasında  el yazması yazılan yazıları parça parça getirip okuttuğunda, "abi çok iyi ya" dediğim gibi yapmamış, dosya olarak getirip önüne koymuştum. Ahmet Kekeç'in de bana "çok iyi ya" diyeceğini düşünme safllığıyla "nasıl olmuş abi, bir baksana" deme gafletinde bulundum.

O romanımı gören, bilen, birkaç sayfasını da olsa okuyan yeryüzündeki tek kişi Ahmet Kekeç' ti ve öyle de kaldı. Sonrasında değil roman yazmak mektup bile yazmadım. Çünkü çok dalga geçmiş ve çok gülmüştü. Yıllarca da romanımın kahramanı üzerinden, "abisi için heeee" der kahkahayı patlatırdı. 

Daha sonra kendi ismiyle, Yurtta Sus Chanda Sus, İnek Sosyalizmi, Atam Sen Kalk Ben Yatam, CİA ve 12 Eylül kitaplarını yayınladım. 

Kitapların isimleri bile zor isimlerdi, sıkıntılı isimlerdi ve düşünün 1991-94 yılları arasıydı.

Dostları gelip gidiyordu yayınevine. Rahmetli Ahmet Kekeç'i tanıyanlar iyi bilir özellikle o sohbet furyasını ve o sohbetlerin tadını.

Bazen dostlarla birlikte akşamları Sultanahmet'e çıkardık. Arada takıldığımız yazar, çizerlerin de buluşma noktası bir kahvehane vardı.

Okey oynardık bazen o kahvehanede.

Ve Ahmet Kekeç hep benim sağıma oturur, her işine yarayan taşı ona attığımda büyük bir keyifle burnunu çeker, ''üzümlü kek' der sonrada 'yok yok bu kakaolu kek' der, dalga geçerdi attığım taşı alırken.

Tabi beni de bu 'kek' lafı fena kızdırırdı. O da beni kızdırmaktan çok keyif alırdı. 

Kıran kırana geçerdi oyunlarımız.

Yani biz, Ahmet Kekeç ile varlığı değil...

Yokluğu yaşadık ve paylaştık. Ve biz o günler, bugünlerden daha keyifli, daha samimi ve yokluğa rağmen çok daha mutluyduk. 

Hayat sarmalının içinde, yoğunluğa kapılmadan yokluğu paylaştık, cebimizde olanı paylaştık.

Ahmet Kekeç, o cıvıl cıvıl gençlik yıllarımda ve yayın sektörüne yeni girdiğim o günlerde en  yakınımdaki bir dostum, güvendiğim bir ağabeyimdi.

Ben, Ahmet Kekeç'in tüm zorluklara karşı nasıl dik durduğuna, zamana, zemine göre eğilip bükülmeden, nasıl büyük mücadeleler verdiğine şahidim.

O günlerde, cebimizde beş kuruşumuz yokken o günlerin büyük büyük... dönemin söz sahibi kişilerinin açtıkları davalara, tazminat isteklerine şahidim. Bu isimlerden birisinin o dönem Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğunu söyleyeyim de ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın. 

Ahmet Kekeç yazdığı yazılardan çok büyük baskılar gördü. Susturmak için evine gönderilen mahkeme kağıtları ve kapısına gönderilen polislerin sayısını o bile karıştırır olmuştu.

Ama o, zerre geri adım atmamış,  mala, mülke tamah etmeyip inandığı davada, yokluk ve sıkıntı içerisinde yoluna şerefiyle ve başını hep dik tutarak devam etmişti. 

Ben şahitim.

Yokluğunda da, varlığında da adam gibi adam olduğuna.

Ve ben yine şahidim...

Yokluğumuzda ortada olmayan ama varlığımızı ilk sahiplenen, ahkam kesmeye kalkanları da biz tanısak da tanımadık bile...

Biz varlığımızı değil, yokluğumuzu paylaştık seninle.

Allah sana gani gani rahmet eylesin güzel insan.

YAZIYI SESLİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA