DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Sami Çelik
Sami Çelik
Giriş Tarihi : 29-04-2024 15:54

Yüreğimde Hiç Dinmeyen Sızı

Anılar iyi de…
Acı anılar hiç dinmeyen bir sızı yüreğinizde.


Cağaloğlu'nda yayınevindeyim.

Sene, yanılmıyorsam 96-97 yılları.

Rahmetli Ahmet Kekeç'te yanımda.

Çok sık misafiri geliyor ve saatler süren sohbetler yapıyoruz yayınevinde.

Bazen kahkahalarımız Evren Pasajı'nın her katından duyuluyorcasına coşkulu ve keyifli...

Bir gün, yine benim tanımadığım ama Ahmet Kekeç'in bir arkadaşı geldi yayınevine.

Mehmet Nuri Bey.

Çok beyefendi, yaşça bizden büyük olsa da saygılı ve çok sakin görünüşlü birisi.

Uzun uzun sohbet ettik ve akşama doğru yanından hiç eksik etmediği çantasını alıp gitti.

O gittikten sonra rahmetli Ahmet Kekeç ile Mehmet Nuri Bey’i konuştuk.

Hukuk fakültesi son sınıftan dersleri olduğu için mezun olamamış, evli, iki çocuğu olan bir arkadaş.

Bir avukatın yanında çalışıyormuş ve evinin ihtiyacını oradan aldığı para ile görmeye çalışıyormuş.

Onu da alabilirse...

Düzenli bir para alamadığı için maddi olarak büyük sıkıntılar içerisindeymiş.

Çok sıkıntılı ve çok üzücü bir yaşam içerisinde kıvranıp duruyormuş kısaca.

Mehmet Nuri Bey daha sonra sık sık yayınevine gelip gitmeye başladı.

Rahmetli Ahmet Kekeç yayınevinde olmadığında da geliyor, saatlerce dertleşiyorduk.

Bir gün yine geldi. Morali sıfır. Canı burnunda.

"Ağabey, gel senle vaktin varsa Sultanahmet Köftecisi’ne köfte yemeye gidelim" dedim.

"Olur" dedi.

Yayınevi, Cağaloğlu yokuşunda. Sultanahmet Köftecisi’ne gitmek için beraber yürümeye başladık yokuşu.

Birden durdu yokuşu tırmanırken.

Bir baktım gözlüğünü çıkarmış, gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülüyor.

Ne yapacağımı,  ne diyeceğimi şaşırdım.

Belliydi, çok sıkıntılıydı o gün ve konuşurken dalıp dalıp gidiyordu.

Benim şaşkınlığım arasında ben birşey sormadan o konuşmaya başladı.

"Sami Bey. Ben hayatta hiç birşeyi başaramadım. Ben adam gibi bir baba olmayı bile başaramadım",

Hıçkırıyor,  hıçkırıktan sözlerini tamamlayamıyor, kesik kesik konuşuyordu.

Donup kalmıştım.

Ne diyeceğimi de şaşırmıştım ve şaşkınlıkla sadece onu dinliyordum yokuşun ortasında.

"Dün sınıfta çocuklara öğretmeni dergi vermiş. Her çocuğa verince benim oğlum da almaya gitmiş.

Benim oğluma vermemiş.

Neden biliyor musun? Derginin fiyatı  1 TL imiş ve o öğretmen ilkokul birinci sınıftaki çocuğuma, tüm çocukların içinde; 'Siz fakirsiniz. Veremezsiniz parasını' demiş.

Çocuğum eve ağlayarak gelmiş. Akşam eve gittiğimde bana; “Baba biz çok mu fakiriz de, öğretmenim sınıfta herkese dergi verdi bana fakirsiniz diye vernedi' dedi. 

Ben oğluma 1 TL'lik dergiyi bile alamayacak, onun arkadaşları içinde gururunun kırılmasına neden olan bir babayım.

Ne diyeceğimi şaşırdım.

Sadece; “Senin nasıl bir baba olduğun değil ağabey sorun. O çocukların öğretmeni öğretmen olmuş ama insan olamamış. Senin kusurun değil ağabey' diyebildim.

Yürüdük birlikte ve köftelerimizi yedik ama o gün o köfte yerine taş yedik sanki.

Aradan az bir zaman geçti. O an içimde öyle bir sızı oldu ki, çok imkanım geniş olmasa da aradım kendisini yayınevine çağırdım.

Ona bir nebze de olsa destek olur diye bir dosya verdim yayına hazırlaması, editörlüğünü yapması için. Kısmi de bir miktar ödeme yaptım.

Memnun oldu, teşekkür etti ve gitti.

Aradan zaman geçti, dosyayı söz verdiği tarihte getirmedi. Aradım. Özür diledi, bazı sorunları olduğunu, o sebeple geciktirdiğini söyledi.

Benim yayınevinde bulunmadığım birgün yayınevine gelmiş, dosyayı teslim etmiş ve vakti olmadığını söyleyerek beni beklemeden gitmiş.

Sanırım dosya geldikten on beş, yirmi gün sonraydı.

Yayınevine dizgi işleri yapan Ahmet Kekeç'in arkadaşı Mahmut geldi.

Yayınevinde yalnızdım. Mahmut' la işlerimiz üzerine konuştuk.

'Dün sana uğrayacaktım Sami Bey. Bir arkadaşımızın cenazesi vardı. Gelemedim" deyince başsağlığı dileyerek tanıdığımız birisi mi diye sordum.

"Yok, sen tanımazsın sanırım. Ahmet iyi tanırdı. Bir avukatın ofisinde çalışıyordu. Ofiste kendisini asmış. Avukatta şehir dışındaymış. Ofiste üç gün asılı kalmış. Avukat dönünce ofiste asılı halde cesediyle karşılaşmış"

Aklıma hiç birşey gelmedi o an. Sadece büyük bir üzüntüyle Mahmut'un anlattıklarını dinliyorum.

"İki de çocuğu vardı. Daha küçükler. Hukuk Fakültesi’nden son sınıfta dersleri kaldığı için mezun olamadıydı. Çok sıkıntılar içerisindeydi" demesiyle elimdeki kalem düştü.

Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu o an.

Kalbim durdu sanki... 

"Mahmut" diye bağırdığımı haritırlıyorım.

"Kim bu, adı ne?"

Mahmut tepkime çok şaşırmıştı.

“Tanıdığını sanmıyorum, Mehmet Nuri isminde bir arkadaşımız."

“Offf” diyerek bir külçe gibi yığılıp kaldım koltuğa o ismi duyduğumda.

Evet, 'Ben, çocuğuma bir liralık dergiyi dahi alamayan bir babayım' diye gözyaşlarına şahit olduğum, beyefendi, saygılı ve iki evladın babası Mehmet Nuri Ağabey’im alıp gitmişti başını bu fani dünyadan.

Bugün içimde bir sıkıntı, bir keyifsizlik vardı.

Bu anım aklıma düştü bugün. Bundan olsa gerek. Sizlerle paylaşmak istedim.

Allah'ım günahlarını affetsin.

***

- Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayın.

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Hülya şeker 2 hafta önce
Bazen okuduğumuz bir yazı bize o kadar acı verir ki, çok güzel bir yazı demek sanki hiç uygun olmayacak gibi durur. Evet hüzünlü bir anı ne demek doğru düşer bilemedim ama her insanın ölmeden hayatla bir zoru ve sınavı oluyor...
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA