Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie

Serhan Poyraz

24-09-2022 18:11

Advert

Önceki akşam Alkibiades’in kocasına gönderdiği pastayı ayakları altına alıp ezmesi öfkesini dindirmemişti belli ki. Sabah uyandığında kaldığı yerden devam ediyordu söylenmeye. Kocasının, politik arenanın bu yakışıklı genci ile olan dostluğundan hiç hoşlanmıyordu. Sokrates, karısının akşamdan kalma dırdırına adeta kulaklarını tıkayarak umarsız bir tavırla evinin bahçesine çıkıp mutfak camının altındaki sedire oturdu ve derin bir nefesle sabır çekerek kendini neşeli şarkılar söyleyen kuş cıvıltılarına bıraktı. O sırada içeride kıyamet kopmaya devam ediyordu çünkü Ksantippi, kocasının bu umursamaz tavırlarından ötürü iyice çılgına dönmüştü ve bir kase suyu kaptığı gibi dışarıda oturan Sokrates’in başına döktü hışımla…

Neye uğradığını şaşıran ama öfke nedir çok bilmeyen Sokrates, derin bir nefes çektikten sonra “Bu kadar gök gürültüsünden sonra bu yağmuru bekliyordum” diye söylenerek o sabah vereceği dersler için akademiye gitmek üzere yola koyuldu. 

Belki de Ksantippi’nin Yunanca “Sarı At” anlamına geldiğinden olsa gerek böyle durumlarda aklına hep usta bir binici olmak isteyen genç adamın sözleri geliyordu. Bir at çiftliğine giden bu genç adam, çiftlik sahibine “Sizin uysal atlarınızın hiçbiri bana göre değil. Bana ait olan atın biraz ruh göstermesi gerekir.”demişti. “Çok doğru. Şüphesiz böyle hırçın ruhlu bir ata binebilen bir  binici için diğer atlarla da uğraşmak yeterince kolay olacaktır. İşte aynen benim durumum. İnsanlarla ilgilenmek, onlarla sürekli iletişimde olmak istiyorum. Ve Ksantippi benim için doğru bir eş. Çok iyi biliyorum ki, eğer onun ruhuna tahammül edebilirsem, her türden insanla kolaylıkla iletişim kurabilirim.” diye mırıldanarak her zaman olduğu gibi yine kendini sakinleştirmişti Sokrates.

Az ileride, yol kenarındaki bir ağacın gölgesinde o günkü felsefe dersi konuları hakkında kendi aralarında konuşan bir grup genç, hocaları Sokrates’in kendilerine doğru geldiğini gördüklerinde heyecanla ayağa kalkarak onu yanlarına davet ettiler. 

Sokrates için tatsız başlayan sabahın geçici huzursuzluğu, gençlerle yaptığı sohbetle dağılmaya başlamıştı. Nitekim, konu, aşk ve ikili ilişkilere gelip Sokrates “Ne pahasına olursa olsun, evlenin. Karınız iyi çıkarsa hayatınızın sonuna kadar çok mutlu olursunuz; ama şansınıza benim Ksantippi’m gibi sürekli her insanda bir hata bulup huysuzluk yapan biri çıkarsa filozof olursunuz.” dediğinde yükselen kahkahalarla, huzursuzluğun ağırlığından tamamen kurtulmuştu. 

Sokrates’ten bahsedince anladığınız üzere, milattan önce beşinci yüzyıldaki tüm Yunan şehir devletlerinin en büyüğü, en kalabalığı, en zengini ve belki de en zekisi olan Atina’dayız… 

O yılların Atina’sında, monarşiden demokrasiye geçiş döneminin yarattığı kaotik gelgitler sebebiyle birbirinden bir türlü keskin çizgilerle ayrılamayan monarşi, oligarşi ve demokrasi, üçlü karmaşık bir düşünce sarmalı oluşturduğundan kafalar karışıktı ve herkesin söyleyecek birşeyi vardı. Dolayısıyla, Perikles ve kölelerle Atinalı olmayan yerel halkın erkeklerinin oluşturduğu dünyanın ilk demokrasi düzeninin mihenk taşı olan Beşyüzler Meclisi üyelerinin belirlediği ahlak ve adalet normları toplumun üzerine tam oturmuyordu.  

Perikles, görevinde olduğu sürece; sanatı ve edebiyatı desteklemiş ve esas olarak onun çabaları sayesinde Atina, antik Yunan dünyasının eğitim ve kültür merkezi olma ününü kazanmıştı. Hatta zaman içerisinde daha da ileri giderek felsefe, astroloji, matematik ve geometrideki pozitif gelişmelerin yaktığı düşünsel ateşle batı dünyasına yüzyıllar boyu ışık tutmuştu bu kültürün insanı. Bu yadsınamayacak bir gerçekti ancak Perikles’e yapılan suçlamalar ve onun görevden alınıp bir süre sonra tekrar göreve getirilmesi sırasında yaşananlar, batı dünyası siyaset tarihindeki yanlışlıkların başlangıcı olarak tarihe not düşüldü.

Perikles’ten sonraki puslu siyasi ortamın içinde parıldayarak Atina halkının çoğunluğunun taptığı bir lider haline gelen Alkibiades, o yıllarda agresif bir dış politika ve Sicilya Seferi'nin önde gelen bir savunucusuyken şehirdeki siyasi düşmanları kendisine karşı saygısızlık suçlamaları getirince Atina’nın en büyük düşmanı Sparta'ya kaçıp orada Atina'ya karşı yapılan birkaç büyük karalama kampanyasında stratejik danışman olarak görev yaptı. Ancak Sparta'da da Alkibiades, kısa sürede güçlü düşmanlar edindi ve bu kez de tüm Yunan şehir devletlerinin en büyük düşmanı İran'a sığınmak zorunda kaldı ve ne trajiktir ki bu kez de Pers kralının danışmanı oldu.

Sokrates, siyasilerin ve söz sahibi zengin ailelerin çocuklarından oluşan öğrencilerine derslerinde, insan ruhunun olgunluğa ulaşma yolunun erdemli olmaktan geçtiği düşüncesini aşılamaya çalışırken bu gençlerin ebeveynleri bırakın erdemli olmayı siyasetin içinde ruhlarını tamamen kaybetmiş gibiydiler.  

Gerald Messadie, “Sokratesin Karısı” kitabında, milattan önce beşinci yüzyılın Atina’sında Alkibiades’in parladığı ilk yıllara bizi götürerek hem Alkibiades hem de diğer politikacıların, kişisel çıkarlar ve kişisel gelecek hesapları uğruna kalabalık bir şehrin insanının geleceği, gelişimi, çağdaşlığı üzerine nasıl oynadığını gözler önüne seriyor. 

Hem de muhteşem bir hayalgücü ve kurguyla, dönemin filozoflarından Sokrates’in düşünsel evrimini bütünleyerek ölümsüz bir filozof haline gelmesinde payı olan karısı Ksantippi’yi hikayesinin merkezine koyup onların evlilik hayatını eğlenceli bir dille anlatarak yapıyor bunu. 

Ksantippi, dış görünüş itibariyle, güçlü boynu, geniş omuzları ve omuzları kadar geniş bedeniyle hımbıl bir erkeğe benzese de birçok kadının aksine güzel görünmeye çalışmayan evindeki aynanın gerçeği gösterdiğini bilerek kendinin farkında olan gerçek aşka tutkun bir kadındı. Bu yüzden, hem hayal gücünün ateşine hem de aklının rüzgarına kapılacağı gerçek bir erkeği hayal ediyordu. Anlayacağınız, anlık şehvetten çok gerçek sevgi ile mutlu olacağını bilen duygusal zekası çok yüksek bir kadındı.

Birgün hiç beklemediği bir anda, basık burnu, dünyayı seyrederken eğleniyormuş gibi bakan mavi gözleri, dolgun sarkık dudakları ile Sokrates karşısına çıktığında onun dahiyane zekasında ve çocuk saflığında bulmuştu Ksantippi aradığı erkeği. Onunla evlenmeye karar verdiğinde, Sokrates’in, Atina ordularının başkomutanı, demokrat partinin lideri, Atina’nın gerçek hakimi Perikles’in danışmanı olduğunu bilmiyordu. Dış görünüş ve statü değildi, Sokrates’in ruhuydu onu kendisine aşık eden. Güzelliğin hayatın gerçekliği içindeki anlamı buydu onun için. 

Evlendiler ve Atina’ya yerleştiler. Ksantippi saf aşkını ve iki güzel erkek çocuğunu evlat olarak Sokrates’e vermiş ve karşılığında da Sokrates onu yoksul evinden çıkarmış ve Atina’nın görkemli dünyasını tanımasını sağlamıştı. O dönemlerde, Atina’nın en önemli manevi gücü tanrıçalar olmasına rağmen şehirde kadının adı yoktu ve erkek egemen bir hayat yaşanıyordu. Ksantippi, Sokrates’in anlattıklarını her zaman can kulağıyla dinlerken gerektiğinde de onu sorguluyordu. Yaptığı yorumlar ve sorularıyla Sokrates’i de insanları sorgulamaya zorluyordu. 

Çünkü Ksantippi, Atina’daki söz sahibi erkeklerinin yaşamlarındaki sahteliği yani onların kişisel hırslarının esiri olduklarını kıvrak zekasıyla kısa sürede anlamıştı. Aristokratlar ve askerler üzerinden bir benzetme yapacak olursak, Ksantippi’ye göre her asker kendi üniformasını giyiyor ve kendisi için savaşıyordu. Ona göre, Atina’da söz sahibi olan erkeklerin dünyasında “erdemli olmak”; kendi kişisel çıkarlarına ulaşmak için düşündüğünden farklı davranmak yani olduğundan farklı görünmekti. Sokrates’in dost bildiği Perikles ve Alkibiades’i bu yüzden sevmiyordu.

Ksantippi, Sokrates ile birlikte sık sık katıldıkları sosyetik davetlerde, bu insanlarının şehvet tutkularına da tanık oluyordu ve kendini tutamayıp sürekli o dönemin Atina sosyetesini altüst eden konuşmalar yapıyordu. Hele bir kadın vardı ki, ondan hiç hoşlanmıyordu; antikçağı’nın zeki, şuh kadını Aspasya! Erkekleri parmağında oynatan Aspasya! Atina ordularının başkomutanı, demokrat parti lideri ve sitenin gerçek hâkimi Perikles, Aspasya için karısını terk etmemiş miydi? Nefret ediyordu Ksantippi bu kadından.

Öte yandan Sokrates ise Ksantippi’nin aksine, hayalinde yarattığı Atina’nın ruhuna aşık biriydi. Ama “En derin arzular genellikle en ölümcül nefretlere sebep olur” diye düşündüğünden olsa gerek onun diğerleri gibi öfke ve tutkuları yoktu. Aynı zamanda, ihtiraslı duyguların düşünme gücünü etkileyeceğine de inanıyordu. Ona göre erdemli davranışlar, ruhsal olgunluğa ulaşmak için hayatın içindeki en büyük rehberdi. İnsan ruhunun saflığına inanan Sokrates, giysi ne kadar beyazsa leke o kadar göze çarpar diye düşünüyor, insanların kusurlarını saklayamayacaklarına inanıyordu. Bu yüzden, Sokrates için karısının Atina insanına dair şüpheci ve hırçın söylemleri fazlasıyla tuhaftı. Zaman zaman Ksantippi’den korksa da, çoğunlukla hayretler içinde kalıyordu ama zaten hayret etmek filozofun en baskın hissi değil midir? Felsefe hayret etmekle başlamaz mı? 

Birgün, Atina’da ses getiren bir cinayet işlendi ve ceset Sokrates’in evinin önüne bırakıldı. Ksantippi bu cinayetin sırrını, Atina’nın aslında adaletsiz bir şehir olduğu düşüncesinin tetiklediği keskin zekasıyla kolaylıkla çözdü. Katil bulununcaya kadar ve bulunduktan sonraki süreçte Atina’daki aristokrat kişilere yönelik yaptığı tüm yorumların birer birer gerçeğe dönüşmesiyle Sokrates’in Ksantippi’ye olan hayranlığını kat be kat arttı. Sokrates artık derslerinde, insan ruhunun olgunluğa ulaşma yolunun erdemli olmaktan geçtiğini vurgulamanın yanısıra sorgulanmamış hayatın yaşanmaya değer olmadığını ve bunun da mutsuzluğun en temel özelliği olduğunun üstünde önemle durarak öğrencilerine “kişiler bilmedikleri için kötüdürler, bilseler kötü olmazlardı” demeye başlamıştı.

Zaman geçtikçe, Sokrates Ksantippi ile olan beraberliğinde aşkın felsefesini de anlamlandırmaya başladı. Sokrates’e göre, bir insan öbür insandan sadece kendi sevdiği nitelikleri alıyorsa karşılığında ona hiçbirşey vermiyor demekti. Bu, insanın karşısındakini değil kendi kendini sevdiği anlamına geliyordu. “Tek bildiğim şey, hiçbirşey bilmediğimdir” diyen Sokrates hergün öğreniyordu, çok şey alıyordu Ksantippi’den. Onun hırçın ve öfkeli tavırlarının altında büyük bir aşk yattığını biliyordu artık. Bazı kadınlar bir bütündürler, onlardan kolay kolay vazgeçilemez. Ksantippi de öyle bir kadındı ve Aspasya gibi bir erkeğin sadece sevgilisi olmak için değil, gerektiği yerlerde anne, dost ve sevgili olmak için yaratılmıştı. 

Sokrates, karısının tutkulu aşkıyla kendisini tanımış ve Ksantippi’nin olaylara yaklaşımı, yorumları ve eleştirileri, onun hayatı ve kendisini sorgulayarak düşünsel anlamda gelişmesini ve ölümsüz bir filozof olmasını sağlamıştı. 

Yoksa siz, Sokrates’in “Ne pahasına olursa olsun, evlenin. Karınız iyi çıkarsa hayatınızın sonuna kadar çok mutlu olursunuz; ama şansınıza benim Ksantippi’m gibi sürekli her insanda bir hata bulup huysuzluk yapan biri çıkarsa filozof olursunuz.” demesinden farklı anlamlar mı çıkarmıştınız?

Eşini “mutlu bir erkek”, ya da “filozof” yapan tüm hanımlara selam olsun…

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad 01-01-1970 03:00 Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın 01-01-1970 03:00 Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter 01-01-1970 03:00 Hayaletler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Hedda Gabler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald 01-01-1970 03:00 Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe 01-01-1970 03:00 Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova 01-01-1970 03:00 Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01-01-1970 03:00 Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres 01-01-1970 03:00 Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi 01-01-1970 03:00 Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi 01-01-1970 03:00 Hayvan Mezarlığı / Stephen King 01-01-1970 03:00 Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Graziella / Alphonse de Lamartine 01-01-1970 03:00 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa 01-01-1970 03:00 Othello / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım 01-01-1970 03:00 Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl 01-01-1970 03:00 Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit 01-01-1970 03:00 Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu 01-01-1970 03:00 Ketum / Ümit Polat 01-01-1970 03:00 Macbeth / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan 01-01-1970 03:00 Oyalı Kase / Ayfer Güney 01-01-1970 03:00 Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 Roma’nın Batısı / John Fante 01-01-1970 03:00 Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles 01-01-1970 03:00 Hamlet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün 01-01-1970 03:00 Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Kral Oidipus / Sophokles 01-01-1970 03:00 Kürklü Kişi / May Sarton 01-01-1970 03:00 Leyla ile Mecnun / Fuzuli 01-01-1970 03:00 Paul Verlaine / Stefan Zweig 01-01-1970 03:00 Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness 01-01-1970 03:00 Gılgamış Destanı 01-01-1970 03:00 Toza Sor / John Fante 01-01-1970 03:00 Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski 01-01-1970 03:00 Geronimo 01-01-1970 03:00 Romeo ve Juliet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğun Sesleri 01-01-1970 03:00 Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes 01-01-1970 03:00 Selvi Boylum Al Yazmalım 01-01-1970 03:00 Elveda Saraybosna 01-01-1970 03:00 Amin Maalouf’un “Semerkant”ı 01-01-1970 03:00 Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Ivo Andriç / Drina Köprüsü 01-01-1970 03:00