Ketum / Ümit Polat

Serhan Poyraz

14-04-2023 15:46

Advert

Haydi, şimdi etrafınıza şöyle bir göz gezdirin. Gerçek hayat denilen şeyin nerede olduğunu görebiliyor musunuz? Ya da biliyor musunuz, gördüklerinizin ne demek olduğunu?

Nereye bakarsanız bakın, ne düşünürseniz düşünün, dünyanın da bir bilinci var. Siz isteseniz de istemeseniz de, dönmeye devam ediyor, aralıksız akan zamanı peşinden sürükleyerek…

Ve her yerde her an durmadan birşeyler oluyor. Hatta şu anda da burada birşeyler oluyor ama peki sizin burada neler olduğuna dair bir fikriniz var mı?

“Söylesem anlar mısınız? 
Ben çıkamadım içinden”

diyor bir şarkı, ekranında sarı ses ışıklarının dans ettiği ve 11. şarkının çaldığını gösteren bir CD çalardan seslenerek…

Ve ruha dokunan, geceyi sarmalayarak sanki dinleyenle konuşan bu şarkı devam ediyor, hafif hafif  protestleşme belirtileri göstererek;

“İzlenip fişlenmeler
Maksat kolaylık.”

Karanlığın içinde gelişigüzel yerlere yerleştirilmiş ve ışık saçmak için kendini feda ederek yanmakta olan; yani gönüle damla damla akar gibi sessizce eriyen mumlar… 

“Arada ağlar mısınız siz de yerli yersiz?
Gizlenip saklanmalar el mecburiyetten” 

diyerek bu kez de mumlara eşlik ediyor gibi şarkı…

Ve kanapeye uzanıp titreyen mum ateşlerinin peşinde düşüncelere dalmış bir adam... Yani ben…

Kulaklarımdaki o şarkı, sanki tüm gün boyu aklımda gezinmiş düşüncelerin melodik yankısı gibi ruhumla kışkırtıcı bir dans ediyor…

“Ah kelimeler dünyası züğürdün rüyası…
İçinizden hangisi cesursa öne çıksın hemen..
Ama bence kaçın düello bu
Kaçın manasız…
Yarıştırılıp yarıştırılıp yatıştırılırsınız
Yola çıkmalı, yola çıkmalı hemen…”

Tüm gün boyu bu düşünce zaten aklımda gezinmişken, gecenin bu saatinde şimdi bir kez daha; yola çıkmalısın diyen bir şarkı...  

Düşünceler peşinde koşarken, kendimi hep hissettiğim gerçek bir gündü, bugün yaşadığım…

Kahve kokulu bu sabahın ilk saatlerinde, bir oturuşta soluksuz okuduğum bir kitabın kokusuna eşlik eden sürükleyici bir anlatım… 

Ruhumun içinde ezilip kalarak beni yalnızlaştıran o sıkışmış yerlere dokuna dokuna ilerleyen onaltı öykü… 

Bu yüzden bırakamadım bu kitabı elimden belki de; kendi hikayelerime dokunduğundan ve o öyküleri kendi hikayemle tamamına vardırmak istediğimden…

Peki ama sosyal hayatımız içinde tanıdığımız onca insandan ve dokunduğumuz veya bize dokunan onca hayattan sonra, kimi hatırlamalardan ve çağrışımlardan kurtulmamız ne kadar mümkündür? Hele bir de uygarlık ya da gelişmişlik adına karşı karşıya bırakıldığımız bu kolay kolay yüzleşemediğimiz yalnızlık duygusu ve içinde bulunduğumuz koskoca açık hava hapishanesi düşünüldüğünde? 

Gittiğimiz her yere kendimizi de götürdüğümüzden aynı yerde kaldığımız duygusuna her an yakalanabileceğimizi düşünmemiz mi gerekir?

Kişisel hayat yolculuklarımıza dair aklımda türlü sorular… Bugüne kadar okuduklarımdan anladığım şey “yol”un, insanlığın kollektif bilinçaltı olduğu.. Yol, sonu gelmeyen bir arayışın simgesi… Belki de anlam bir hedef olmamalıydı,  belki de anlam, arayışın kendisiydi. Ne dersiniz?

Birbirini kovalayan türlü türlü, protest yani ayrıksı düşünceler işte…

Öte yandan, yola çıkışların coşkusundan dönüşlerin hüznüne ulaşan çizgi… 

Yaşanmamışlıklarla dolu olmasına rağmen, kimi zaman yaşandığı duygusunu veren hayat gerçek anlamda nerede, ne zaman başlar bu durumda? 

“Yazı” hayatın bu anlamıyla nasıl örtüşebilir?

Ya da tüm yaşananlar, eninde sonunda bir zorunlu kendine dönüş olduğu için mi bu denli yakıcı ve tedirgin edicidir?

Durduramıyorum düşünceleri… Peki ya, “Monsieur Teste” karakterini yaratan Paul Valery, neden Monsieur Teste imkansızdır demiştir? Paul Valery’ye göre bu soru Monsieur Teste’nin ruhudur. Çünkü o, imkanın ifritinden başkası değildir. 

Yapabileceği şeylerin tümünün endişesi hakimdir ona… Kendisini gözlemler, yönetir; ama yönetilmeye razı olmaz. Kendi eylemlerine indirgenmiş bilincin iki değerini, iki kategorisini bilir yalnızca: Mümkün ve imkansız. Felsefeye hiç itibar edilmeyen, dilin ise hep sanık olduğu bir kafada hiçbir düşünce yoktur ki, geçicilik duygusundan kurtulmuş olsun; geriye belli işlemlerin beklentisi ve gerçekleştirilmesi kalır. 

Türk edebiyatının önemli isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar, “Günlükler”inde Monsieur Teste’ye gönderme yapar: “Şüphesiz ki Valery’ye benzemiyorum. Ne bilimsel deham, ne psikolojik meraklarım var. Olsa olsa şüpheci oluşum, bazı şeylere merakım ona yakın. Fakat düşüncesi beni en çok saranlardan biri. Nedir bu? Burada bana ait bir sır olsa gerek.”demiş ve son zamanlarına kadar Monsieur Teste’den çeviriler yapmaya çalışmış. Monsieur Teste gerçekten ilgi çekici bir karakter.  
Herşeyin sebebi modernizm mi? 

Sanayileşmenin, modernitenin insanoğlu üzerine etkisine ilk ve en sert tepkiyi veren Fransız şair Charles Baudelaire, “Yolculuk acı bir deneydir” der. Hüzünlü bir geriye dönüşün bir yerlerde birşeyleri bırakmanın ve hep bir eksiklikle geriye aynı yere dönmenin acısından mı söz etmeliyiz? 

Öyleyse belki de bu yüzden “beat kuşağı” hep yolda olmayı seçti. Bu dönüşü olabildiğince erteleyebilmek için… 

Beat kuşağı demişken, kitabı okumayı bitirdikten sonra bu akşam bir de film izledim sürrealist izler taşıyan… Sürrealist filmler hep ilgimi çekmiştir çünkü sürrealist sinema bizi bilinmezliğin geniş evreninde dolaştırırken, aynı zamanda kendi içimize dönmeye zorlar. Kendi içimize döndüğümüzde ise, özde herkesle ne kadar aynı olduğumuzu keşfedebiliriz.

Sürrealizmin kökleri epistemolojiye dayanır. Epistemoloji yani bilgi biliminde iki temel perspektif vardır: Rasyonalizm ve emprisizm…

Rasyonalizm özetle der ki; dünya ne ise o dur, bir gerçekliğin içinde yer alır ve gerçek o an ki gerçekliktir. Oysa hiçbirşey göründüğü gibi değildir belki de… Peki sizce?

Her neyse, emprisizme göre ise; dünyanın gerçek olup olmadığını bilmek imkansızdır. Bu yüzden gerçekliği duyularımıza güvenerek inşa etmeliyiz.

Peki gerçeklik değiştirildiğinde, bozulduğunda veya yok sayıldığında ne olur? İşte o zaman ortaya çıkan şeye, gerçeküstü dememiz gerekir.

İzlediğim film, tüm dünyanın tanıdığı bir adamın cansız bedeninin neşter ile parçalanıp, hayatının farklı dönemlerindeki karakter özelliklerinin farklı kişilerce canlandırılarak onun hayattaykenki kişisel yaşamını incelemeye yönelik insanlığın kollektif saplantısı konusunda yorum yapıyordu. Yönetmen bunu yaparken de sorulara cevap aramaktan çok sorular soruyordu. Soruları düşündükçe ve bu soruları kendine sordukça dünya gerçeklerinden uzaklaşıyor insan.  

Sonuç olarak yalnızdı ruhum, gözlerimi yanarak eriyen mumdan yıldızlarla süslenmiş o büyülü gökyüzüne çevirdim… Ve nedendir bilmiyorum Serkan Uçar’ın “Tut Elimi Ustam” şiiri belirdi zihnimde…  Rahmetli Tuncel Kurtiz ne güzel seslendirmişti bu şiiri. Onun sesi de kulaklarıma doldu birden;

Ustam!
Aklım firarda
Gözbebeklerimde müebbet hüzün
Dilimde ay kesiği bir yara
Düşüm kırık dökük
Umudumun boynu bükük
Bir öksüzün umutlarında sükut
Yüreğim sana emanet ustam sıkı tut
Tut ki; kancık pusulara düşmesin…
Ustam…
Ustam ne zaman o senin bildiğin zaman
Ne sevda gördüğün masallardaki
Eskiden halı tezgahında dokunurdu aşklar
Nakış nakış,
körpe kız ellerinde.
Şarkı sözleri mendillere yazılırdı, 
isimler yüreklere kazılırdı gizli ve
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar kavgalar iki kişilik
Oysa şimdi;
Oysa şimdi çorak gönüllere ekiliyor
Sevdalar seher vakitlerinde
Meşru sevdalardan gayrı meşru acılar 
Doğuyor kundaklara 
O günahkar gecelerden
Ustam…
Ustam beni herkes sevdaya asi sanır
Oysa aşk beni nerde görse tanır
Hasret tanır zülum tanır ölüm tanır
Yüzüm yüzümden utanır ustam
Yorgunum ustam yorgunum
Ne katıksız somun isterim senden
Ne bir tas su
Ne taş yastıkta bir gece uykusu
Var gücünle asıl şimdi sükunetime
Çığlığım kopsun
Uzat ellerini güneşe dokun
Uyandırır uykusundan 
Tut yüreğimden ustam tut 
Tut beni sür güne
Güne sür ustam sür güne…

Bu sabah okuduğum kitap, arka yüzünde “Tam da yalnızlığı, yaşanmamışlığı, kuşatılmışlığı, savaşı üzerine kurulacak postmodern bir edebiyat” yazan Ümit Polat’ın “Ketum” kitabıydı…

Dinlediğim şarkıysa, Sezen Aksu’nun “Adı Bende Saklı” albümünün onbirinci parçası olan söz ve müziğini kendisinin yazdığı “Yola Çıkmalı”ydı…

Film ise, Todd Haynes’in “Beni Orada Arama”filmiydi…

Yeniden başlatınca şarkıyı, bir kez daha seslendi ruhuma “Söylesem anlar mısınız? Ben çıkamadım içinden” diye..

Hayatım, hayatıma dokunanlar, benim dokunduğum hayatlar… Yaşanmışlıklar, yaşanamamışlıklar… Düşünceler, düşünceler, ayrıksı düşünceler… 

Ve aydınlatmaya çalıştığı karanlığın içinde, tamamen erimesine rağmen inadına yanmaya devam eden mumlar… 

Evet hiçbirşey göründüğü gibi değildi… 

Ben orada değildim… 

Yoldaydım…  

Elimde, “İnsan söyledikleriyle diline, söyleyemedikleriyle yüreğine mühür vurur.” diyen bir kitapla..

Ümit Polat’ın “Ketum”u ile…

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayın...

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad 01-01-1970 03:00 Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın 01-01-1970 03:00 Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter 01-01-1970 03:00 Hayaletler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Hedda Gabler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald 01-01-1970 03:00 Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe 01-01-1970 03:00 Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova 01-01-1970 03:00 Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01-01-1970 03:00 Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres 01-01-1970 03:00 Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi 01-01-1970 03:00 Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi 01-01-1970 03:00 Hayvan Mezarlığı / Stephen King 01-01-1970 03:00 Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Graziella / Alphonse de Lamartine 01-01-1970 03:00 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa 01-01-1970 03:00 Othello / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım 01-01-1970 03:00 Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl 01-01-1970 03:00 Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit 01-01-1970 03:00 Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu 01-01-1970 03:00 Macbeth / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan 01-01-1970 03:00 Oyalı Kase / Ayfer Güney 01-01-1970 03:00 Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 Roma’nın Batısı / John Fante 01-01-1970 03:00 Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles 01-01-1970 03:00 Hamlet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün 01-01-1970 03:00 Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Kral Oidipus / Sophokles 01-01-1970 03:00 Kürklü Kişi / May Sarton 01-01-1970 03:00 Leyla ile Mecnun / Fuzuli 01-01-1970 03:00 Paul Verlaine / Stefan Zweig 01-01-1970 03:00 Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness 01-01-1970 03:00 Gılgamış Destanı 01-01-1970 03:00 Toza Sor / John Fante 01-01-1970 03:00 Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski 01-01-1970 03:00 Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie 01-01-1970 03:00 Geronimo 01-01-1970 03:00 Romeo ve Juliet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğun Sesleri 01-01-1970 03:00 Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes 01-01-1970 03:00 Selvi Boylum Al Yazmalım 01-01-1970 03:00 Elveda Saraybosna 01-01-1970 03:00 Amin Maalouf’un “Semerkant”ı 01-01-1970 03:00 Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Ivo Andriç / Drina Köprüsü 01-01-1970 03:00