Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Serhan Poyraz

19-12-2022 14:07

Advert

İnsanoğlunun iç dünyasının kasvetli yerlerinde gizlenmiş günahlarının arasında dolaşırken, karanlığın içinden gelen sesleri duydum. Sanki kalabalık bir tartışma alanına yaklaşıyordum derinlere indikçe… İç çatışmaların sesleri, hem gürültücü hem de çok ürkütücüydü. Elimdeki baskısı 1008 sayfa olan bu roman boyunca, birinci tekil şahıs anlatıcısı bana kılavuzluk ederken, benim de içimdeki duygulara dokunup okumayı interaktif bir hale getirmiş ve insan olabilmenin gerçek anlamına dair bu destanın bir parçası yapmıştı beni. 

Hem bir aile dramı; hem de bir cinayet romanıymış gibi gözükse de, eşsiz bir felsefik metindi ve düşünmeye teşvik ediyordu. Son sayfayı bitirdiğimde derin bir nefes alıp düşünmeye başladım okuduklarımın etkisiyle… 

Doğarken aldığımız ilk nefes ile ölürken verdiğimiz son nefes arasında logaritmik bir hızla kısalarak kişisel sonsuzluğumuza doğru akan zamanın aritmetik toplamı gibiydi “Hayat”…

Bu şahsa münhasır zaman parçası boyunca birçok farklı duygunun ona hükmetmek isterken yaşattığı içsel yalnızlığının prangalarından kurtulup, gerçek mutluluğu aramaya kendini adayan ilahi bir kahraman gibiydi “Ruh”… Ancak gerçekten zor ruhun işi... Ah o farklı farklı duyguların sesleri yok mu? Kalbin içini bir mahkeme salonuna çevirip, hak iddia ettikleri gürültücü seslerle ruha prangalar takmaya çalışıyor gibiydiler. 

Tüm bu seslerin içinde oldukça güçlü ve kalındı aklın sesi… Hayatın karmaşıklığının yarattığı kaostaki önemli varsayımları arka plan varsayımları ile formüle edip, ortaya çıkan sonucu dile getiriyordu hep... Ancak yeni bilgiler öğrendiğinde tüm varsayımlarını değiştirdiğinden, söyledikleri göreceli bir hale geliyordu bir süre sonra... İşte bu noktada şehvet, kibir ve gurur gibi şeytani duyguların sesleri yükseliyordu bazen; yani kendi işlerine geldiği zaman fayda sağlamaya çalışıyorlardı bu zaaftan…

Kalbin içindeki hararetli tartışmalarda farklı sesler yüksele dursun, yine kalbin içinde çok özel ve çok hassas bir bölgede; zaman içerisinde karşı konulamaz bir gücü olduğu anlaşılan, şeytani duyguların yarattığı ses kirliliğinden hoşlanmayan, tertemiz, en üst mahkeme salonu gibi bir yer vardı; ve “Vicdan”dı adı.  

İlk nefeste dünyaya yalnız gönderilen ve ilmin, tıbbın tüm çabalarına rağmen son nefeste yine yalnız geri alınan ve hayat denen bu süre boyunca ruh, kalp ve aklın ikamet ettiği fiziksel alan da “Beden”di…

Farklı boyut ve cinsiyetlerdeki tüm bu bedenlerin ikamet ettikleri mekan da “Dünya”ydı…

Öyleyse, her kim olursak olalım, dünya hepimizin ortak paydasıydı ve bu dünyada yaşadıklarımız, yaşayacaklarımız ve birbirimize yaşattıklarımız, kişisel iç seslerimizin çatışmalarının bir yansımasıydı. Evet,  ortak amaç mutlu olmaktı ama yok muydu başkasının mutluluğunu çalmadan gerçek kişisel mutluluğa ulaşmanın bir yolu? Diğer bir ifadeyle, neydi insan olabilmenin gizemi?

İnsan olmanın anlamı, hep üzerinde düşünülen bir konu olmuş ve gerek edebiyat,  gerekse felsefi alanda bir çok eser yazılmış, çalışmalar yapılmıştı. 

İnsanın iç dünyası deyince, edebiyat dünyasının akla ilk gelen yazarlarından biri de Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’ydi. Ve işte “Karamazov Kardeşler” kitabıydı elimde tuttuğum… İnsan ruhunun derinliklerini yine ustaca çözümlemişti bu kitabında… Psikanalize kapı açan, varoluşçu düşüncenin temel kaynaklarından biri olacak bu anlatıma hayran olmamak elde değil. Zaten onun ideali de bunu başarmaktı. Benim okuduğum en iyi Dostoyevski otobiyografisi Rus edebiyatı eleştirmenlerinden Konstantin Mochulsky’nin “Dostoyevski: Yaşamı ve Çalışmaları” kitabıydı. Bu kitapta Dostoyevski’nin bir arkadaşına yazdığı bir mektupta “İnsan bir gizemdir. Eğer tüm yaşamını onu çözmekle geçirirsen, zamanını boşa harcamış olmazsın. Ben kendim bu gizemle meşgul oluyorum, çünkü ben bir insan olmak istiyorum” diye yazdığından bahseder. 

Dostoyevski’nin bu ideali doğrultusunda yazdığı romanlarında, karakterlerin her birisini kendi hayatından bir parça olarak kurgulaması, eserlerini bu derece etkileyici hale getiren başlıca iksirdir;  ama hiç şüphe yoktur ki edebiyat eserleri, ait oldukları toplum ve dönemin sosyal, siyasi, ekonomik, inançsal ve tarihsel özelliklerinden de bağımsız düşünülemezler. Bu bağlamda, belirli bir döneme ait edebiyat eserlerinin ve yazarlarının anlaşılıp yorumlanabilmesi, eserlerde yer alan cümlelerin anlamlı hale gelebilmesi için öncelikle o dönemin toplumsal özelliklerini araştırıp kavramak gerekir. 

Dostoyevski’nin yaşadığı dönemki Rus toplumu, Batı’dan alınmış tepeden inme bir modernleşmeyi deneyimlenmeye başlamıştı. Oysa ki, geleneksel Rus toplumunda toprak sahibi aristokratlar ve onlara bağlı yaşayan serflerin oluşturduğu bir feodal düzen mevcuttu.  Girilen bu ani modernleşme sürecinde bu toplumun alışık olduğu değerler sistemi sarsılırken, ekonomik sermaye aristokrat sınıftan burjuva sınıfına geçmiştir. Tüm bu gelişmeler, toplumun her kesiminde ama özellikle de taşra hayatında ne yapacağını bilemediği için değişime ayak uydurmakta zorlanan veya umutsuzluğa kapılan farklı farklı insanlar yaratmıştı. Dostoyevski de işte o dönemdeki toplumun alt kesiminden çıkmış bir yazardır. Şehir ile taşra, eski kuşak ile yeni kuşak, aydın ile halk arasında zaten var olan uçurumların iyice arttıran bu toplumsal değişimleri ve dini hayatta devam eden engizisyon mahkemelerinin etkisini deneyimlemiştir.

Bu etkilerin hepsini yaşamının çeşitli dönemlerinde ruhunda hisseden Fyodor Mihayloviç Dostoyevski “Eğer kirli bir ırmağı içine alıyorsan, bozulmadan kalabilmen için deniz olmalısın. İnsan aklı çoğaldıkça, can sıkıntısı artar. Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir. Her mutsuzluğun ötesinde yine yaşam bekler; ama insana özgü bir yeteneksizliktir yaşayamamak...” diye düşündüğünden olsa gerek, hayatının en görkemli romanını yazmak üzere, bir kez daha eline kağıdı kalemi aldı. 

Dünya edebiyatına getirdiği devrim boyutundaki sanatsal yenilik olan çok sesli düşünme tarzını, insanın içinde birçok ses olduğu ve bu sesler arasındaki diyaloglarla bir bilinç sahibi olabileceği öncülünden yola çıkarak bu romanında en üst seviyeye çıkardı. Öyle ki, sessiz köleler olmayan, yazarının yanında durabilen, bazen onunla aynı görüşü paylaşmayan ve hatta yazarına karşı gelebilecek derecede özgür karakterler yarattı ve onlara hikayenin örgüsü içinde büyük ustalıkla yer verdi.

Karamazov kardeşlerin babası Fyodor Pavloviç, insanlara şirin gözükmek için sosyal yaşamında budalaca davranan; ama evinde sert mizaçlı olan biriydi. Anlık tutkulara ve şehvetlere kapılıp yaptığı evliliklerden doğan çocukları ile, eşleri öldükten sonra hiç ilgilenmemiş ve tüm zayıflıklarını alkol kullanımı ile uyuşturmaya çalışıyordu. Bunun yanında kadın ve para düşkünüydü. Bedensel hazza önem veren hedonist biri olarak şehveti temsil eden bir karakterdi.

Karamazov kardeşlerin en büyüğü olan Dimitri, Fyodor Pavloviç’in ilk evliliğinde doğan oğluydu. O da, babası gibi hedonistti. Kadın düşkünlüğü vardı; Katerina Ivanovna ile nişanlı olmasına rağmen Gruşenka’ya aşıktı. Paraya çok önem veriyordu. Dimitri, annesinden kalan mirasla ilgili olarak babası tarafından kandırıldığını düşündüğü için ondan nefret ediyordu. 

Karamazov kardeşlerin ortancası Ivan, Fyodor Pavloviç’in ikinci eşinden olan ilk oğluydu. Ailesinden ayrı olarak, dönemin en iyi okullarından birinde aldığı eğitimi başarılı bir şekilde tamamlayan İvan, nihilist düşüncesi ile adeta kendi dünyasında yaşamaktaydı. Abisi Dimitri gibi, o da babasından nefret ediyordu. Ateist olan Ivan, aklı temsil eden bir karakterdi.

Hikayede sıklıkla “Alyoşa” olarak anılan, Karamazov kardeşlerin en küçüğü Aleksey Fyodoroviç, Fyodor Pavloviç’in ikinci eşinden olan ikinci oğluydu. Kentteki manastırda yaşayan Alyoşa, Hıristiyanlık inancı üzerinden vicdani duyguları temsil eden bir karakterdi. Bu yüzdendir, Dimitri ve Ivan’ın alacakları zor bir karar öncesinde Alyoşa’nın onayını alınca kendilerini iyi hissetmeleri... Öte yandan Alyoşa, taşıdığı değerlerle ailenin en hayırlı evladıydı. 

Fyodor Pavloviç tarafından kabul edilmese de, dördüncü oğul olduğu iddia edilen Pavel Smerdyakov, kimsesiz dilenci bir kadın olan Lizaveta Smerdyaşçaya’dan doğma gayrimeşru bir çocuktu. O da, diğer kardeşleri gibi babasından nefret etmekteydi. Üvey abisi Ivan’ı örnek olan Pavel, babası tarafından evde çalışan hizmetçi çifte emanet edilerek büyütülmüş ve sara hastalığı olan biriydi. Şehvetin hastalıklı sonuçlarının verdiği acıyı temsil eden bir karakterdi.

Ve hikayenin içinde önemli bir karakter olarak bir de Staretz Zosima vardır. O da kendi ölümüne kadar Karamazov kardeşlerden Alyoşa’yı gözeten, koruyan, destekleyen üstadıdır. 

Tüm bu karakterlerden açıkca anlaşılmaktadır ki, Dostoyevski bu romanında da kendi hayatı üzerinden karakterler yaratmıştı. Dostoyevski, çocukluğunu çoğu zaman sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçirmişti. Asker emeklisi olan Mihail Dostoyevski alkolik olmasının yanısıra çocuklarına karşı, tıpkı Fyodor Pavloviç gibi oldukça ilgisiz ve sert bir babaydı. Çocukluğunda babasının ölmesini isteyecek kadar ondan nefret eden Dostoyevski, babasının ani ölümünde tıpkı hikayede yarattığı Dimitri gibi “Babamın ölümünde hiçbir suçum yok ama bu ölümün bedelini ödemeye hazırım; çünkü içimden onu öldürmek geçiyordu” diye vicdan muhasebesi yapmış ve sonrasında da tıpkı Smerdyakov gibi ilk sara krizlerini yaşamaya başlamıştı. Dostoyevski tıpkı Ivan Karamazov gibi önemli bir okulu ailesinden uzakta başarı ile bitirip kısa bir süre askerlik yaptıktan sonra önce yazarlığa ardından da politikaya atılmıştı. Dostoyevski bu romanı yazmadan önce henüz küçük bir çocuk olan bir evladını kaybettiği için belki de, Aleksey yani hikayede yaygın kullanılan adıyla “Alyoşa” karakterinde saflığa vücut verdi. Çünkü o küçük yaşta öldüğünden Dostoyevski’nin zihninde saf bir çocuk olarak kalıp hayatın içinde insan nefsini kirleten kibir, gurur ve şehvet gibi duyguları deneyimleyemediğinden Alyoşa bu romanın içindeki en iyi, en hayırlı evlat olarak dikkati çekiyor ve vicdanı temsil ediyor diye düşünüyorum.

Zosima ise, Dostoyevski’nin alter egosu olan bir karakter ve hikayenin içinde onun Tanrı anlayışını sembolize ediyor. Hikayenin içindeki “Büyük Engizisyoncu” bölümü de, Dostoyevski’nin dini duygularının tasviri açısından oldukça önemlidir. Bu bölümde, her şeyi aklıyla anlamlandıran Ivan, kafasındaki her düşünceyi sorgulasa da bazı olayların sebeplerini çözememektedir. Bu durum bir süre sonra onda hastalıklı bir yapıya evrilir. Çünkü her şeyi anlamlandırma çabası onu içinden çıkılmaz bir zindana hapsetmiştir. Ondokuzuncu yüzyıl Rusya’sının nihilizmini de temsil eden İvan Karamazov, bu bakımdan Dostoyevski’nin kendi yaşantısındaki her şeyi çözümlemeye çabaladığı gençlik döneminin bir yansıması gibidir. Ivan, yaşamla ve anlamla ilgili sorgulamaları hisleriyle aşmış olan Alyoşa ile bu bölümde yüzleşmesi, Dostoyevski’nin Sibirya günlerinden sonra oluşan dini görüşleri açısından çok şey söyler.

Bir baba cinayeti ile başlayan bu roman, 1850’li yılların Rus toplumuna bir eleştiri metni olmasının yanında, okuyanları son derece özgün bir şekilde diyalojik bir ahlak anlayışı üzerine düşünmeye kışkırtan bir çağrı gibi de aynı zamanda... Dostoyevski, bizim de birer jüri üyesi gibi, bir baba cinayeti üzerinden tüm karakterlerin ruhlarını ve iç dünyalarını analiz ederek bireysel ahlak ve toplumsal ahlak kavramlarını sorgulamamızı ister gibidir. 

Öncelikle bizi de hikayenin içine alır, Karamazov Kardeşlerin hikayesi; o dönemlerde pek de alışık olunmayan bir teknikle, anlatıcının her şeyi bilmesine rağmen olay hakkında sadece ipuçları vererek bizi olay hakkında düşünmeye, hep merak etmeye teşvik ederek ilerler. Çünkü Dostoyevski, insanın içindeki seslerle eşleştirdiği karakterlerini kendi monolojik denetimine tabi tutarak onların bilinçlerini nesneleştirmiştir. Yani hikaye ilerledikçe, aslında romandaki tüm karakterlerin bu sesleri içlerinde taşıdıklarını görürüz ve okuyucu olarak bir anlamda biz de kendi içimizde adeta birer Karamazov haline geliriz; çünkü aynı sesler bizim içimizde de vardır. Cinayeti kimin işlediğine dair merak artmaya başlar içimizde ve içselleştirmeye başlarız olayları ve tüm karakterleri. 

Biz bu kıvama gelinceye kadar herşeyi önceden bilen anlatıcı, hikayenin nerede geçtiğini ısrarla bizden saklar ve mekandan hep bölgemiz diye bahseder. Artık her okuyucunun birer Karamazov olduğuna emin olduktan sonra hikayenin geçtiği yerin adının Rusya’nın Skotoprigonyevsk şehri olduğunu söyler ve hatta bunu bizden ısrarla saklamış olduğunu da itiraf eder. Hikaye sona ererken mahkeme cinayet ile ilgili aldığı bir kararı açıklar. 

“Kahramanım Aleksey Fedoroviç Karamazov'un yaşam öyküsüne başlarken bir parça kararsızlık içindeyim. Neden derseniz: Aleksey Federoviç'i kahramanım olarak adlandırmama karşın onun hiç de büyük bir adam olmadığını biliyorum.” sözüyle başladığı bu romanını, Alyoşa’nın etrafında toplanmış çocuk karakterlerden Kolya’nın “Ömrümüzün sonuna dek böyle elele olalım. Yaşasın Karamazov” cümlesine diğer tüm çocukların “Yaşasın Karamazov” diye eşlik etmesi ile bitirdiğinde insan olmaya dair iddianamesini önümüze koymuş, mahkeme kararının doğruluğunu değerlendirmeyi de bize bırakmıştır. 

Dostoyevski anlatımının büyüsüdür bu…Geleneksel yazarlar gibi son sözü kendisi söyleyerek bunu okuyucuya dayatmak yerine, kendisinin söylemek istediklerini okuyucusuna söyletmeyi tercih eder.  

Vicdan çocuk kalmayı ister; kibir, gurur, şehvet gibi şeytani duygularla kirlenmeden tertemiz olabilmeyi… Akıl ise büyük adam olmayı ister; güçlü ve hükmetmeyi… Hayatı içerisindeki olaylarda şeytani duyguların sesiyle saf mutluluğu arayan ruhun amansız mücadelesi kalbin içinde başlar. İnsanı anlaşılmaz yapan da, içimizdeki seslerin detone olduğu bu gürültülü mücadeledir. Oysa ki, vicdanın ses verdiği en doğru bilinçle vereceğimiz kararların melodik ve şiirsel eylemlere dönüşmesidir bizi insan yapacak olan… 

Yani elele olmalıyız her daim. Alyoşa’nın etrafında toplanmış olan Kolya ve diğer tüm çocuklar çok haklı... Evet evet, kesinlikle “Yaşasın Karamazov!!”

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad 01-01-1970 03:00 Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın 01-01-1970 03:00 Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter 01-01-1970 03:00 Hayaletler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Hedda Gabler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald 01-01-1970 03:00 Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe 01-01-1970 03:00 Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova 01-01-1970 03:00 Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01-01-1970 03:00 Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres 01-01-1970 03:00 Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi 01-01-1970 03:00 Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi 01-01-1970 03:00 Hayvan Mezarlığı / Stephen King 01-01-1970 03:00 Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Graziella / Alphonse de Lamartine 01-01-1970 03:00 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa 01-01-1970 03:00 Othello / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım 01-01-1970 03:00 Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl 01-01-1970 03:00 Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit 01-01-1970 03:00 Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu 01-01-1970 03:00 Ketum / Ümit Polat 01-01-1970 03:00 Macbeth / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan 01-01-1970 03:00 Oyalı Kase / Ayfer Güney 01-01-1970 03:00 Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 Roma’nın Batısı / John Fante 01-01-1970 03:00 Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles 01-01-1970 03:00 Hamlet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün 01-01-1970 03:00 Kral Oidipus / Sophokles 01-01-1970 03:00 Kürklü Kişi / May Sarton 01-01-1970 03:00 Leyla ile Mecnun / Fuzuli 01-01-1970 03:00 Paul Verlaine / Stefan Zweig 01-01-1970 03:00 Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness 01-01-1970 03:00 Gılgamış Destanı 01-01-1970 03:00 Toza Sor / John Fante 01-01-1970 03:00 Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski 01-01-1970 03:00 Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie 01-01-1970 03:00 Geronimo 01-01-1970 03:00 Romeo ve Juliet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğun Sesleri 01-01-1970 03:00 Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes 01-01-1970 03:00 Selvi Boylum Al Yazmalım 01-01-1970 03:00 Elveda Saraybosna 01-01-1970 03:00 Amin Maalouf’un “Semerkant”ı 01-01-1970 03:00 Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Ivo Andriç / Drina Köprüsü 01-01-1970 03:00