Adalet; ceza değil, insanın herhangi bir durum karşısında o olayın yanlışlığı ya da doğruluğuyla ilgili olarak gösterdiği felsefi tavırdır. Adalet denildiği zaman akla hemen yanlış yapanı cezalandırmak gelir; fakat bu, eğitici bir adalet anlayışıdır. Bu sadece eyleme yönelik değil, içinde bulunulan şartlar bakımından da dikkate alınması gereken bir değerdir.
Adalet, yalnızca mahkeme duvarlarında yazılı bir mefhum değildir. İnsan, bir kediye ya da böceğe yaklaşımında bile adalet dengesini sağlamalıdır. Aciz ve masum bir hayvana kötülük etmemek, zarar vermemek, bulunduğu şartlara uygun olan en iyi davranışı sergilemek de yine adalet kapsamındadır. Değerler sisteminde adaletin cezalar yoluyla değil, kazanımlar yoluyla sağlanması önemlidir. Adalet, kötüleri cezalandırarak değil, iyileri ve iyilikleri arttırarak gerçekleşir.
İnsan 4 şeyden emin olmak ister…
1-Sabah kapısının kapıcı, sütçüden başkasının çalmayacağından emin olması,
2-Karakola düştüğünde kuralsız bir şeyle karşılaşmayacağından emin olması,
3-Mahkemeye yolu düştüğünde adaletin tecelli edeceğinden emin olması,
4-Olaylar karşısında yalnız, aciz, güçsüz, zayıf ve muhtaç olduğunda ve ölümle yüzleştiğinde de: her şeyi bilen, her şeyi işiten, her şeyi gören, gücü ve iradesi sonsuz bir güce sığınarak emin olmak ister.
İlk üç için adaletli bir düzen huzur verir. Ancak dördüncü şıkta sağlam, akla uygun, anlam katan ve teselli eden yüksek bir gerçekliğe sığınmak dayanmak ve güvenmek ister, bu güçten emin olursa iki dünya da huzur onundur.
Ancak beş duyu ile gördüğümüz bu dünyada adalet yok, adil bir hayat ancak ölümün değiştiremeyeceği bir gerçeklikle olabilir. Evrende çok ince, mükemmel denge var ama insan yaşamında adil bir denge nasıl olmalı?
Evrendeki adalet dengesi
Yaşamımızın birçok alanında adalet duygusunu önemsenmemiz gerekirken, evrenin yaratılışında dahi adalet dengesini iyi gözlemleyebiliyor olmak gerekiyor. Akıl yürütme yöntemlerine göre değerlendirdiğimizde, evrendeki kötülüklerin varoluşunun haklı ve mantıklı sebeplerinin olduğunu görebiliriz. Çünkü varoluş, yalnızca içinde bulunduğumuz anı kapsamaz, aynı zamanda bir sonsuzluk da vardır. Eğer sonsuzluk olmasaydı büyük bir haksızlık söz konusu olurdu.
Bazı insanların doğumdan itibaren sakat ve kusurlu olmaları bize yarışın adaletsiz başladığını düşündürebilir. Fakat insanı değerli kılan şey amaca uygun olarak davranması ise, yaratılıştaki eksiklik kendisi için avantaja dönüşebilir. Şayet insan amacını şaşırmazsa, onun eksikliklerle dünyaya gelmesi adaletsizlik olmayacak; hedefe giderken farklı bir metot seçmesi gerektiğini gösterecektir. En sonunda, saflaşma ve olgunlaşma içerisinde o da diğer insanlarla eşitlenecektir. İnsanlar, niyet ve çabalarıyla hayatın sonundaki noktaya ulaşırlar.
Evrende her şey bir sebebe bağlanmıştır. İnsanın değeri de sebepleri algılamasına göre değişkenlik gösterir. Yapılan bir çalışmada, katılımcılara ellerinde bulunan kitapların çok kıymetli olduğu ve hatta harflerin altın ve gümüşle yazıldığı söylenmiştir. Daha sonra, katılımcılardan bu kitabı okumaları istenmiş ve kitap hakkında yazacakları rapora göre sınıfı geçip geçmeyeceklerinin belli olacağı bildirilmiştir. Katılımcılardan bazıları kitabın yaldızlarına bakmış, kimileri ise nasıl yazıldığını anlamaya çalıştığı halde yazıyı okumamıştır. Evrenin niçin var olduğunu unutup, nasıl var olduğunu araştırmayı önemli bulan kişiler, yaptıklarının amaca uygun olmadığını fark edememişlerdir. Bu kişiler kitabın dış görünüşüyle ilgilense de, asıl olan kitabın verdiği mesajdır.
Evrendeki kitaba baktığımızda da varlığı sorgulamamız gerekmektedir. Fakat materyalist filozoflar, her türlü bilim dalında teorik bilgiyle oynamalarına rağmen; inceledikleri konunun neden öyle olabileceği sorusunu sormadıkları ve baktıkları yerde sadece nasıl sorusunun cevabını aradıkları için pek çok şey yarım kalmıştır. Bunlar, hayat yolunda bütünü görememekten kaynaklanan eksik bakışla ilerlemişlerdir.
Bizler, insan olarak küçük zekâmızla ilahi zekâyı anlamaya çalışırız. Ancak insanın rehber olmadan Yaratıcıyı ve yaratılışı anlamaya çalışması, karıncanın fili anlamaya çalışması gibidir. Bu esnada bize yardımcı olacak olanlar peygamberlerdir. İnsanlık için gelen peygamberlerin sözüne kulak verenler, bir dış gücün, yüksek bir zekânın olması gerektiğini fark etmişler ve bunu anlamlı bularak özgür iradeleriyle, varoluşa dair iradeyi onaylamışlardır. Bu da dinlerin bu noktadaki rolünü ve ona tâbi olmanın gerekliliğini gösterir.
Kuantum dinamiği evrensel bilgi veri tabanının olması gerektiğini gösteriyor.
Varoluşun anlamlı olabilmesi için sonsuzluğun ve yüksek, büyük bir egonun olması gerekmektedir. Büyük ego ve sonsuzluk varsa, varoluşa ilişkin her şey yerli yerine oturacaktır. Ancak sonsuzluğu ve bir dış gücü kabul etmediğimiz takdirde evrende her şey bir kaosa dönüşecektir. Çünkü evrende büyük bir enerji vardır ve bizler bu büyük enerji içinde yer almaktayız. Madde denilen şey de aslında yoğunlaşmış bir enerji. Kuantum dinamiği evrenden hiçbir şeyin hatta bilginin yok olmadığını gösteriyor. Kur’ani literatürde ‘Levh-i Mahfuz’ yani her şeyin yazıldığı bir levhanın ilk yaratılan olması Külli iradenin kanıtıdır.
Çünkü kaos teoreminde her an her şeyin alt üst olabilme ihtimali vardır. Böyle ince işleyen bir orkestrada, orkestra şefini kabul etmezsek, bozuk bir sesin her an her şeyi bozabileceğini de kabul etmemiz gerekir. Eğer orkestranın kendi kendine kontrolsüz bir şekilde çaldığını düşünürsek, her an bir kaos yaşanması ihtimali vardır. Belirsizlik teorisi bu sebeple anlamlıdır.
Bir kelebek, evrende rüzgârın yönüne göre iklimleri değiştirebilir. Düzen, binlerce senedir bu şekilde sürdüğüne göre, bir dış güç, hareketlere müdahale ederek sistemdeki büyük dengeyi bozacak bir şeyin yapılmasına izin vermemektedir. Evren entropi yasasına göre görünmez bir müdahale ile varlığını devam ettirmektedir. Onun bu kadar muntazam bir şekilde işlemesi tevhidi göstermektedir. Böylece kuantum fiziği aracılığı ile bütünle, diğer şekilde de tevhid ile bağlantılı bir evren görmek mümkündür. İlahi isimler bu noktada kendini göstermektedir.
İster ‘Yüksek bilgisayar teknolojisi kullanan üstün bir topluluk var, onlar bizi yönetiyor’ deyin ister “Kudret-i İlahiye” deyin evrende adalet ancak zorunlu bir görünmeyen varlık gerektirir.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü-Psikiyatrist
Musa Aşkın
Gerçek Derinlik İçimizde
Gevher Aktaş Demirkaya
Ben Yemen Türküsü’nü Söylerken Ata Ağlardı
Yusuf Sarıkaya
Bizim Kuşak /4
Mine Çağlıyan
Özgürlük
Sedat İlhan
Sami Çelik Bey’e
Ümmügülsüm Hasyıldırım
Bir Mum Işığına Tutsak
Suna Türkmen Güngör
Ruhun Terazisi
Ümit Polat
Hakan Bahçeci’nin Öykü Yoculuğu
Dilek Tuna Memişoğlu
Sudan Ağlıyor
Ebru Bozcuk
Yaşam Gustoluğu
Mehmet Şahan
Hasene ve Hasenat
Serhan Poyraz
Goriot Baba / Honore de Balzac
Ayşe Parlar Gürkan
Duyguların Matematiği
Hilmi Yavuz
Okuma Takıntısı
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Sevgi Yönetimi
Haluk Özdil
Nazilerin Gizli Silahı Lili Marleen
Ahmet Furkan Demir
Çağımızın Hastalığı: Gösteriş
Hüseyin Uyar
İstanbul Senfonisi
Nevin Bahtişen
Hayata Dair
Ayfer Güney
Dur
Deniz İmre
Anlam Arayışının Sessiz Çığlığı
Hamiyet Su Kopartan
Meşguliyet
Sami Çelik
Ey Zımni
Turan Demirci
Yapılmayacaklar Listesi
Muhammet Çavdar
Bir Uyku Bin Ölüm
Reyhan Mete
Ey Ruh! Geldiysen Üç Kez Tıkla
Esedullah Oğuz
İçimiz Dışımız Suriye
Hakan Cucunel
Türk Edebiyatı ve Türkçe Edebiyat
Cengiz Hortoğlu
Mutlu Olmak mı Nasıl Yani?
Ufuk Batum
Yediği Ayazı Unutmamak
Şükrü Doruk
Alma Ağacı
Uzman Klinik Psikolog, Dr. Ezgi Yaz
Hayat Gökyüzüdür, Bakış Açımız da Teleskop
Demet Mannaş Kervan
Sözde Hayvanseverin Eseri: Sokak Köpeği
Tamer Şahin
Dünyalı Barış Manço
Kadir Çelik
Affet Bizi Güzelhisar