DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ümit Polat
Ümit Polat
Giriş Tarihi : 23-05-2023 14:53

Bir Kitap = Bir Balta

“…onlar bu dünyada ne aradıklarını unuttuklarını da unutmuşlardı.”

İnsanın karşısındakine düşüncelerini anlatmasının daha doğrusu düşüncelerini aktarmasının ya da benimsetmesinin dört yolu olduğuna inanırım. Bunların birincisi nutuk çekmek ya da vaaz etmek, ikincisi söylevin dışında uygulayarak örnek olarak benimsetebilmek, üçüncüsü fikrini farklı anlatılarla ya da olgu ve durumlar içinde sunarak anlatabilmek ve dördüncüsü de fikrini karşındakine söz, olay, durum, görsellik, kurgu vb. her yolla sezdirme, hissettirme yoluyla aktarabilmek, onda etki bırakmaktır. Ben edebiyatın son iki yolu kullanarak diğer anlatı geleneklerinden ayrıldığını ve onlardan daha başarılı olduğunu düşünürüm. İşte Ömer Faruk Dönmez de düşüncelerini okurlara aktarabilmek için bahsettiğim 3. ve 4. yolu gayet başarılı bir şekilde sentezleyerek amacına ulaşır. 

Özellikle de evrensel insan gerçekliklerini, toplumsal düzenini, hayat ve dünya sistemlerini, Kur’an ayetlerini, İslami gereklilikleri anlatmaya çalışırken kesinlikle kuru bir didaktizme düşmez, söylev ve vaaz öğreticiliğine kapılmaz; farklı durum ve olguları kullanarak insan hissiyatında sezgisel bir yol bulur, o yola okuru da çıkarır ve  yolun sonunda okurun zihninde ve gönlündeki derin boşlukları ayyuka çıkarır. Okuru yolun görünmeyen yüzüyle yüzleştirir. Okuyucu her hikâyenin sonunda hayatında onlarca kez duyduğu veya karşılaştığı önermeleri belki de ilk kez bu denli fark eder ve onların çarpıcılığı hakkında düşünür. Çünkü okur o zamana kadar bildiği ya da bildiğini sandığı çoğu gerçekliği aslında sadece bildiğini ve onları benimsemediğini fark eder. Bir müddet sonra kişi bu gerçeklikleri Dönmez’in kurgusu sayesinde içselleştirebildiğini, benimseyebildiğini anlar.  

Ömer Faruk Dönmez’in Bir Kitap Bir Balta adlı eseri üç ana başlıkla isimlendirilmiş hikâyelerden oluşmaktadır. Bir isimli grubun oluşturan üç öykü uzun öykü türündedir.
“Sinek” hikâyesi de “Son Görev” hikâyesi de oldukça ağır mizahi ögeler barındırmaktadır. Bu mizahi anlatım ironi ile birleşmiştir. Bu ironi, öğreticiliğini İslami referanslardan alır. Bu iki hikâyenin ortak noktası insanın cahilliğinden, yozlaşmışlığından, nankörlüğünden yine İslami referanslardan destek alarak bahsetmesidir.

Bu yönlü mizahi anlatım Son Görev’de daha yoğun hissedilir. Ölüm teması ile beraber aslında insanoğlunun yaratılış gayesinden uzaklaşması ironik bir şekilde tasvir edilir. Bu hikâyede didaktik unsurlar daha açık bir şekilde beyan edilir ancak bu didaktizm kesinlikle art arda sıralanan bir boğuculuğa, bir akıl öğreticiliğine dönmez. Daha ziyade kinaye ve ironi ile sürdürülür. Bu hikâye alegorik anlatımıyla ve kurgusuyla da farklıdır. İç içe geçmiş kurgularla hikâye bitirilir ve belki de kurmacanın tam tıkanacağı yerde başka bir kurmaca onun yardımına yetişerek hikâye farklı bir sona büründürülür. Yine başka bir farklılık da çözüm bölümünü -ki bu, metnin kurgu sürecidir- yine anlatıcının kendi kurgusuyla ironi yaparak birleştirmesi ve böylece ne şişi ne kebabı yakmadan önermesini doğrulamasıdır.

Metin, bu teknik yönüyle postmodern özellikleri üzerinde yoğun bir şekilde hissettirir. “Bay Cezmi C.” de hikâyenin yazılım süreci yine hikâyenin kurgusuna dâhil edilmiştir. Anlatıcı, kurguya ve okurun düş gücüne müdahil olur, sık sık okura hitap eder. Onun bir eser okuduğu kendisine hatırlatılır. Bu yönleriyle bu hikâye de postmodern tekniklerle yoğrulmuş olur.

Eserdeki hikâyelerin üç bölüme ayrıldığını söylemiştik. İkinci bölümdeki hikâyeler bizi tamamen farklı bir hikâye tekniği ile apayrı bir eser gibi karşılar. Ancak bu ayrılık daha çok hikâyelerin kurgusal yapısında ve dil kullanımında görülür. Onun dışında yazar ilk uzun öykülerindeki derdi olan anlatıcıyı mizahi unsurlarla yine konuşturur. Temasal anlamda pek bir değişiklik olmasa da özellikle bu hikâyelerin çok kısa olmaları, noktalama işaretlerinin ve büyük harflerin hiç kullanılmamaları, fantastik ve gerçeküstü kurgularla bağlanmaları onların ayırt edici özelliğidir. Bu hikâyelerde de yine bir tez, üstü kapalı bir şekilde savunulur ve bazı metinlerde ise bu savunma sadece son bölümde dile getirilir. Bu bölümdeki öykülerden “Oğlum” adlı metin tamamen mektup öykü tekniği ile kurgulanmıştır. “Ankara’nın Taşına Bak” ise deyimlerle ya da o deyimlerin farklı versiyonları ile iğneleyici bir tarzda kurgulanmış bir metin olması yönüyle farklılık arz eder. 

Üçüncü bölümdeki öyküler ise her iki bölüm öykülerinin karması gibidir. Bu bölümdeki öyküler izleksel olarak birinci bölümdeki öykülerden büyük izler taşısa da teknik anlamda ikinci bölümdeki öykülerin deneyselliğini taşır. Yine bu şekil benzerliği de sadece ikinci bölümdeki çok kısa olan hikâyelere has bir benzerlik değildir. Bu metinler aynı zamanda ilk bölümdeki metinlerden de izler taşımaktadır. Bu nedenle yazarın hikâyeleri gruplandırmada son derece isabetli davrandığını söyleyebiliriz.

Bir Kitap Bir Balta, her ne kadar mizahi öyküye ait kuvvetli unsurlar taşısa da anlatıcının tavrı düşünülğünde bütün yönleri ile tezli bir öyküdür. Anlatıcı, hikâyelerin genelinde bu tezini kanıtlamak için İslami kaynakları baz alır.

Bazen, “Yoksa profesör mü olmuşsun, kitap yüklü eşek mi… evet böyle bir şey vardı değil mi?” ifadesinde olduğu gibi Kur’an ayetlerine atıfta bulunur. Bu ayetler günümüz şartları ile ifade edilmeye çalışılır. Bazen de: “Modern yaşam dediğimiz canavar öyle göz kamaştırıcı ve öyle ışıltılıdır ki onun etkisinden sıyrılıp da tefekkür edebilmesi için insanın günün en özel anlarında yani güneş doğmadan önceki dakikalarda uyanık olması gerekir. Çünkü tek dişi kalmış bu canavarın insana yaptığı korkunç büyü sadece o zaman zaafa uğramaktadır. Çağdaş sihirbazların düğümleri sadece o zaman çözülmektedir.” ifadelerinde de görüldüğü gibi üstü örtük olarak  İslami kurallara ibadetlere ya da referanslara işaret edilir. Bunun yanında aşağıdaki alıntılarda görüleceği üzere tüm insanlığı ve evrensel adaleti ilgilendiren, bu konuda okuru düşünmeye sevk eden ve sorgulatan anahtar cümlelere de sık sık başvurur.
“Dünyadaki kaynakların insanlar arasında adaletli paylaşımı bir haysiyet meselesidir efendim.”
“Hayatı varoluş sırrına uygun olarak düzenlemeyen bir mekanizma eninde sonunda insanın nesneleştirmeye kalkacaktır. Böyle bir sistem insan değil yurttaş istiyor demektir.” 

Dönmez, iki türlü önerme üzerinde ciddiyette durur. Bu iki önermede de bir eleştiri söz konusudur. Biri insanın kendini tanıması ve kendi varlığının gereklerini yerine getirmesi belki de kendini var etmesi yolunda yine insanın kendisine yapılan bir eleştiridir. Bu aslında insanın içsel yolculuğunun eleştirisidir.

Diğer eleştiri de yine insanla ilgili olmakla beraber insanın toplum içindeki, dünyadaki yerine dair eleştiridir. Bu eleştiri insanın içsel özellikleri ile ilgili değil daha çok insanın dışarıda maruz kaldığı muamele ile ilgilidir. Burada da sistemlerin, dünya görüşlerinin, dünya düzeninin insana dayattıklarını, insanın maruz kaldığı muameleyi eleştirir.

Eserde dikkat çekici yanlardan bir diğeri yazarın karakteri seçimidir. Hikâyeler genellikle bir ana karakterin etrafında döner, onun yaşadıklarıyla düşündükleri ile şekillenir. Yalnız bu karakter normal, sıradan bir karakter değildir, karşılaşabileceğimiz gerçekçi tiplerden de değildir. Çünkü bu karakterlerin sıra dışı özellikleri vardır. Eserin ilk hikâyesi olan “Sinek”te ana karakterin bir sinek olması ve sinek gözüyle insanlara bakması, olayları yorumlaması; yine “Son Görev” de ana karakterin insan dışı bir varlık olması daha doğrusu ölüm olması ve “Bay Cezmi C.” deki ana karakterin de yine farklılık göstermesi Dönmez’in karakter seçiminde nasıl bir yol izlediği hakkında bize fikir ver. Bay Cezmi C. deki ana kahramanın sabah uyanma seansı ister istemez bize Kafka’nın dönüşümünü hatırlatır. “Formulation” adlı hikâyedeki balıklarla yaşayıp onların dilini konuşabilen karakter, “Tuhaf Ölüler”deki ölü karakterler, “Pantolon Giymeyi Unutan Adam” adlı hikâyedeki pantolonunu giymeyi unutan adam, “Müsait Bir Yer”deki ana karakter sıra dışı karakterlerden sadece birkaçıdır. Bu kahramanların bu tarz varlıkları da çok fonsiyoneldir. Çünkü öykü evreni kahramanların bu olağan dışı özellikleri sayesinde şekillenir. Hem bu kahramanlarla ironi ve eleştiri yapılır hem de onların gerçek dışı konumlarından faydalanarak gerçeküstü bir ortam oluşturulur. Ömer Faruk Dönmez’in öyküleri karakter eksenli olsa da portre öykü türüne girmez. Çünkü o, karakteri tanıtmaktan ziyade onu mesajını doğrulamak ve ispatlamak amacıyla bir araç olarak kullanır.
“Birini tanımıyorsanız onunla tanışırsınız. Mesele biter. Fakat bu kadınla tanışmaya kalkarsam ortaya yeni meseleler çıkacağını seziyordum.”

“İnsan cesur olduğu için değil korktuğu için hamle yapar.” gibi cümlelerde görüldüğü üzere yazar tezatlarla sık sık yeni bir ifade gücü oluşturur. Bu belirgin dil özelliğnin yanı sıra başka bir dil kullanım farklılığını da deyimlerde görürüz. Zira yazar, birçok öyküde hatırı sayılır derecede deyim kullanır. Bazen bir paragrafı bazen de bir hikâyeyi tamamen deyimlerle oluşturur.

Ömer Faruk Dönmez, postmodern unsurları yoğun olarak kullandığı daha doğrusu posmodern anlatıyı, kaybolan değerlerin, geleneğin hizmetine sunduğu farklı anlatım tarzı, dili ve savunduğu davası ile edebiyat anlayışı hakkında bize bilgi vermiştir. O, bu şahsına münhasır tarzıyla okurda derin izler bıraktığı gibi şüphesiz yazın dünyasında da uzun soluklu izler bırakacaktır. Eleştirinin başında söyleyip de varmış olduğumuz kanıyı eserin ilerleyen sayfalarında aslında yazarın kendisi de Bay Cezmi C. adlı hikâyenin çözüm bölümünde dile getirmektedir. Biz de onun bu sözüyle yazımızı özetliyor, onun haklılığına şahit olup her biri bir balta tesirinde kitaplar yazarak yoluna devam etmesi için temennide bulunuyoruz. “Fakat ben yine de hikâyeler yazacağım… ama soğuk vaazlardan çatık kaşlı makalelerden hoşlanmıyor artık insanlar. Hikâyeyi daha sıcak buluyor yani o yüzden…”

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA