DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ümit Polat
Ümit Polat
Giriş Tarihi : 13-08-2022 19:28

Bahaeddîn Özkişi’nin Yitik Öykücülüğü

Özkişi’nin öykücülüğü; yitik erdemler, keskin oluş anları, toplumsal eleştiri, küçürek öyküye yaslanmış durum öyküleri, düşündürücü sonlar, imgesel dil, örtük anlatı, kısa/dar hacim, etkileyici vuruşlar, yurdum insanının kırılma/kopma anları, iç derinleşme, insan dehlizlerine inme gibi anahtar kelimeler etrafında özetlenebilir.

Bu kavramlardan tema olarak etkisini tüm eserler boyunca sürdürenler ise mizah, erdem ve insanın iç  dehlizleridir. 

Bahattin Özkişi’nin hayattayken yayınlanmış tek öykü kitabı, Bir Çınar Vardı adlı eseridir. Göç Zamanı ise trajik bir biçimde yazarın vefat ettiği gün yayayımlanmıştır. Papağan Dedi Ki adlı son öykü kitabı da yazarın vefatından sonra derlenmiş öykülerinden oluşmaktadır.

Bu üç eser arasında da büyük tematik ortaklıkların olması yanında hem izleksel hem de dil ve anlatı alanında da önemli ayrılıklar söz konusudur. Yitik erdemlerin anlatıldığı en önemli öyküler Bir Çınar Vardı, İnsan Hamal ve Borç öyküleridir.

Düşündürücü sonların imgesel dille anlatıldığı belirgin öyküler ise yine aynı adlı eserdeki Göç ve Asıl Sebep öyküleridir.

Özkişi’nin biçimsel hakim havanın örneklerini en iyi temsil eden öykü ise yine aynı kitaptaki İstasyon’dan adlı öykü ile Erkeklik Özentisi ve Göç Zamanı adlı kitaptaki Yok Oluş öyküleridir. 

O, toplumsallığın yerleşik değer ve inançlar üzerinde kurduğu hegemonyayı sık sık eleştirir. Nedenlerim adlı öykü onun öykücülüğünün eskimeyen iskeletini ve tematik, mizahi, muhalif yüzünü çok iyi örneklendirir. Sırf muhaliflik adına yapılan yıkımlara, sansasyonelliğe, propagandaya karşı yazarın dik duruşu ve aykırılığı çoğu öyküde hükmünü sürdürür. 
Yazarın, devrine ve devrinin diğer kalem erbabına göre eserlerinde gösterdiği İslami duyarlılık ve samimiyet her ne kadar Tarık Buğra’nınkine yakın olsa da onunkinden ve devrindeki çoğu İslami hassasiyeti olan yazardan daha samimi ve belirgindir. Bu samimiyeti ve belirginliği biz üstünkörü kullandığı İslami değerlerden ve motiflerden değil bizzat İslam’ın ruhunun yaşanılırlığına ve uygulanabilirliğine atıfta bulunduğu ve bu atıfla kalmayarak bunu esere damıttığı yerlerde daha iyi görürüz. Bahaettin Özkişi’nin devrinde pek rastlanılmayan bu cesur tavrı ister istemez dikkatimizi çekmektedir. 
Yazarın öyküleri tür olarak küçürek öykülerle durum öyküleri arasında paydaşlık gösterir.

Azımsanmayacak sayıda öyküsü -daha çok ilk eserdeki öyküler- Çehov’un öykülerini, anlattığı sıradan küçük durumlarla ve hikâye etmenin arka planda olmasıyla hatırı sayılır derecede anımsatır. Yalnız şu var ki bu aşinalık, öykü sonlarındaki küçürek öyküde görülen vurucu ve düşündürücü hikemi sonlarla bir anda minimal öyküye devşirilir. Öykülerin genelinin hacminin küçürek öyküden uzun olması, betimlemelerin belirginliği vb. de onu bu türden uzaklaştırır. 

Yazar, Bir Çınar Vardı adlı ilk kitabında çağrışımsal dilin yanı sıra yöresel dili de kullanır, bununla beraber tüm kitaba hakim olan ağır Osmanlı Türkçesi yeni nesli yorabilecek türdendir. Ancak bıçakla kesilmişçesine bu ağır dilin hiçbir emaresine Göç Zamanı'nda rastlamamaktayız. Bu kitapta dil tamamen safiyane Türkçeye evrilmiştir, bunun dışında metaforik anlatı daha da belirginleşmiş ve soyut bir anlatıya dönüşmüştür. Sade dil kullanımının yazarın ölümünden sonra derlenen   Papağan Dedi Ki adlı son öykü kitabında da devam ettiğini görüyoruz ancak bu eserde Özkişi’nin tutum hâline getirdiği çağrışımsal anlatım, yerini mizahi anlatımın tüm öyküleri kucakladığı ve daha açık bir anlatıya yerini bıraktığı bir öykü diline evrilir.

Bir Çınar Vardı adlı ilk eserdeki sürekli olarak kahramanların ruh hâlini, davranışlarını tarif etme ve anlatma yolundaki biçem, zaman zaman tiyatrodaki replik öncesi açıklamaları hatırlatır, bu da dönemin hikâye anlayışına bağlanabilir.

Kitaba da adını veren Göç Zamanı, onun sanat anlayışını özetleyen en iyi eserdir. Sıradan, bilindik evrensel konuların imgesel sıradışı, etkileyici bir biçimde işlendiğini görürüz. Bu kitaptaki öykülerin sonları genelde metaforik bir anlatımla biter ve okur bu soyut anlatımdan aniden gerçeklere dönerek gerçeklerle yüzleşmiş bulur kendini. Özellikle ikinci yarısından sonra eser tamamen imgesel bir anlatıya dönüşür, yazar hayali kahraman üzerinden çağrışımsal bir evren kurar hatta çoğu zaman bununla da kalmaz bu çağrışımlar vesilesiyle felsefi tartışmalara girer. Bu tartışmalar anlatıcının yer yer ağırlaşan hantallaşan anlatı düzeneğini oluşturur.
Papağan Dedi Ki’de ise diğer eserlerden farklı olarak ve yine diğer eserlerde etkisini hiç yitirmeyen kapalı mizah anlayışından farklı olarak örtük anlam, yerini açık anlatıya, yer yer kaba mizaha bırakır. Burada artık çağrışımsal eleştiriden ziyade daha keskin hatların olduğu bir mizah anlayışını görürüz. Bu kitaptaki eserlerin hemen hemen hepsi baştan sona mizah anlayışıyla örülmüştür. Yazar eleştiri için sıklıkla hayvan kahramanlardan ve masalsı anlatıdan faydalanır. İster istemez eleştirinin şekli ile Aziz Nesin arasında benzerlikler kurulabilir. Bu yönüyle bu son kitabın yazarın ilk iki kitabından bariz bir farklılık gösterdiği görülür. Bu eleştirilerin odaklandığı olgu; insanın sürekli sakladığı, bilinçaltına ittiği ama karakteristik huy hâline de getirdiği, fırsatını buldukça gün yüzüne çıkardığı ve bu çıkarımlarla dünyaya ve insan ruhuna tahakküm ettiği vasıflardır. Bu vasıflar yazar tarafından eleştirilir, bunlara zaman zaman felsefi derinlik de kazandırılır. Papağan Dedi Ki isimli öyküdeki: “El öpmekle dudak aşınmaz ama kirlenir.” ifadesi ile aynı öyküdeki: “Mesela biz dağ koyunları gibi davranmayız. Çünkü inanç, görenek ve hayat felsefemize uymaz ama insanlar bir başka memleketin kanunlarını öğrenir ve uygulamaya çalışırlar, düşünmezler ki koyun cinsleri arasındaki farktan daha fazladır insanlar arasındaki ayrılık.” Ve yine aynı öyküdeki: “…sürünün selameti, içlerinde bulundukları yoğun fikirsizliktir.” ibareleri yazarın bu eserinde ne kadar cesur davrandığının göstergesidir. Aynı zamanda bu ifadelerde sadece evrensel bir eleştiri değil yazarın içinde yaşadığı topluma ve ülkeye ait eleştirinin de izlerine rastlamaktayız. Bu kitaptaki öyküler yazarın sağlığında eserlerine alınmayan öyküleridir. Bu türden açık eleştirinin, kaba mizahın belki de yazarın bu öyküleri ötelemesinin, yayınlanmamasının sebeplerinden olduğunu düşünmemek elde değildir.     

Papağan Dedi Ki'deki bu öyküler şekil olarak da önceki eserlere nazaran daha tahkiyeci bir düzleme sahipken biçem olarak ise örtük anlatıdan sıyrılmış hâldedir.

Sonuç olarak bu renkli izlek dünyasına sahip farklı kalemi ile özgünlük oluşturan, fikirlerini sakınmadan dile getirmesiyle kaleme özgürlük getiren Bahaddin Özkişi’nin her ne hikmetse yeteri kadar günümüz edebiyatına taşınmadığını, yazın dünyasında layık olduğu yere oturtulmadığını, bu nedenle de öykülerinin edebiyatta yitik öyküler olarak adlandırabileceği söylenebilir.

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA