Yaradılış arketipinin en önemli unsurlarından biri tufan mitidir.
Tufan; insanlığın ahlak dışı kusurlarıyla berbat ettiği dünyayı düzene sokmak için yok edip yeniden yaratmak, yani insanlara ikinci bir şans vermek olarak düşünülebilir ya da Maya inanışında olduğu gibi, Tanrı’nın hatasını düzeltmesi için gerçekleşmiş olabilir. Güncel tabiri ile “kapatıp açma” seçeneği diyebiliriz.
İnsanlığın ortak kültüründeki bildik örnekler ile Sümer’de Nuh, Babil’de Utnapiştim, İskandinavya’da Bergelmir ve karısı, Roma’da Deucalion vs. Anlaşılan o ki, insan ırkı kendisindeki kusurun bilincinde ve bunu düzeltmek için ‘tufana’ ihtiyaç duymaktadır.
Genel olarak mitolojiye baktığımızda, bireylerin ve toplumların geçmişleri farklı olsa da insan evrenseldir. Bu evrensel olma durumu, ürettikleri mitlerde üç ortak bileşen olarak kendini göstermektedir. Tanrıların varlığını insanlara kabul ettirmek, yaradılış ve kahramanlık…
Doğa olaylarını ve insan davranışlarının açıklanmasını, Tanrı ve Tanrıçalar üzerinden yapmak daha rahatlatıcı olmuştur… Doğadaki döngüyü, ölen Tanrı figürü dualitesi üzerinden açıklayabilmişlerdir. Örneğin, Osiris’in öldürülüp toprağa ekilmesi tahıl olarak sonuç verir. Dionysos, Titanlar tarafından pişirilmesine rağmen Bereket Tanrısı olarak geri gelir… Benzer örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir.
Bunun yanında, düzenbaz tanrıların dizginlenemez arzuları vardır ve amaçlarına ulaşmak için birçok ahlaksızlıklar yapabilirler… Örneğin; yılan, cennet bahçesinde hilecidir. Krişna, banyo yapan gopillerin kıyafetlerini çalar. Hermes, Apollo’nun sığır sürüsünü aşırır…
Elbette, günümüz insanına da hiç yabancı olmayan bu davranış türleri mitolojide de bulunmaktadır. Çünkü mitler insanlar tarafından üretilmiştir…
Bütün bu mitler gerçekte yaşandı mı bilmiyoruz ama insan psikolojisinde bir karşılığı olduğu açıktır. Sigmund Freud (1856-1939) “Mitler, insan temel nevrozlarını açığa vuran ‘ilkel’ dışavurumlardır.” derken, Carl Jung (1875-1961) “Mitler, insanlığın ortak belleğinin iç yüzünü anlamayı sağlayan kültürel hayallerdir.” demiştir.
Şimdi tekrar başa dönelim…
Yeni bir tufan zamanı geldi mi?
Böyle bir fantastik soru sorabiliriz ama önce, günümüzde üretilen mitler var mı, diye düşünelim. Klasik tarzdaki mitlerin ortak bileşeni olan ‘Tanrı, yaradılış ve kahramanlık’ üçlemesi için hayal gücümüzü epeyce zorlamamız gerekecektir.
Dünya var olmaya devam ederse beş bin yıl sonra yaşayan insanlar, günümüze ait mitler bulabilecekler mi?
Bir gerçek var ki; iklim değişikliği, adaletsiz gelir dağılımı, yozlaşmış toplumlar, düzenbaz yöneticiler, doymayan kapitalizm, inanç sömürüsü gibi insan eliyle üretilen kusurlara bakıldığında dünyayı tüketmekte olduğumuzu rahatlıkla görebiliyoruz.
Ve savaşlar…
Ortadoğu’da, Avrupa’nın doğusunda, Uzak Asya’da ve daha birçok yerde.
Üstelik gözümüzün önünde. Acımasızca ve sanki insan görünümünde ama vicdanı olmayan yaratıkların idare ettiği bir ‘oyun’ gibi.
Eskiden savaşlar daha mertçe ve insani idi. Şimdi ise tamamen vidandan uzak ve insanlık dışı. İstisnalar olsa da eskiden ordular karşılaşır, ölenler asker olurdu. Şimdi güdümlü ve uzun menzilli roketler; genç, yaşlı, kadın, çocuk ve hayvan demeden yok ediyor.
Hiç düşündünüz mü?
Bir roket üretilmeye başlandığında, onunla ölecek olan canlar o esnada neler yapıyorlar ya da bugün savaş bölgesinde olup da hayatta olanlar için bir roket üretim bandına girmiş midir? Tetiğe basıldığında havalanan roket, biraz sonra alacağı canların hissiyatında değişiklik yapıyor mudur?
Dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin akan kanı, hayatın ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan yaralanmış bir çocuğun korkudan titreyen bakışları…
Ya ölen hayvanlar… Hiç dahil olmadıkları bu kargaşanın sessiz kurbanları. Onlar da bir can taşımasına rağmen savaşta bahsi bile geçmez. Kafeste bir kuş, yavrusunu emziren kedi, akşam sağılmayı bekleyen inekler...
Daha nice canlar!
İşte bütün bunlar insan formundaki yaratıkların zihnindeki arızaların kurbanları oluyorlar.
Karıncayı incitmekten sakınan bizler, hastane bombalama emri veren ve tetiği çekenlerle aynı dünyayı paylaşıyoruz.
Ve ahlak…
Sanırım insanlığın genel bir ahlak çöküntüsü içinde olduğunu düşünmeyen yoktur. Bu öylesine hızlı ve aşikâr olmaktadır ki, aklı başında olan herkes için endişe vericidir.
Duyguların ve bedenlerin hoyratça kullanılması, mahremiyet ve masumiyet kelimelerinin içinin tamamen boşalmasına sebep olmuştur. Empati, acıma ve vicdan duygularının azalması bildik ahlak anlayışını zayıflatmaktadır.
Üstelik durum kendi içinde güçlü bir kısır döngü oluşturmaktadır. Bu olumsuz döngü bir yerde durdurulmaz ise her nesil bir öncekinden daha da irtifa kaybetmiş olacaktır…
Ve…
Dünyamızda insan eli ile oluşan fazlasıyla olumsuzluk mevcuttur.
Şimdi zihnimizde oluşan o, en dramatik soruyu tekrar soralım:
Dünyanın bu hali daha ne kadar devam edebilir?
Cevaplaması çok zor olan, endişe verici bu sorunun çözümü için ne yapılmalı?
Bireysel olarak ne yapabiliriz?
İşte tam da bu noktada söyleyecek birkaç sözümüz vardır.
Kahramanlık olgusunu kişiler üzerinden alıp kavramlar üzerine tanımlayarak başlayabiliriz.
Günümüz dünyasındaki tufan, sularla ya da sellerle değil de başka bir formda gelebilir. O vakit, insanlığı kurtarmak için sanat, edebiyat, bilim gibi kahramanlara ihtiyacımız olacaktır…