Dünya karmakarışık bir yer haline geldi. Her alan ve bölgedeki gelişmeler bir diğerini etkiliyor. Okuyucular bilir; genelde daha bütüncül bir yazı yazmaya çalışırız. Ancak Pekin'den gelen özel davet üzerine Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın yaptığı Çin ziyaretini ele almak başlı başına kapsamlı bir durum arz ediyor. Çünkü dünyanın böylesine kritik günlerden geçtiği bir ortamda Türkiye'nin Çin'i nasıl algıladığını, nereye konumlandırdığını anlamaya çalışmak hem bizler hem de okuyucularımız için değerli bir gayret. Ayrıca biliyoruz ki geçen yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası Erdoğan'ın yeni kabinesine dışişleri bakanı olan katılan Hakan Fidan'dan toplumun beklentisi oldukça yüksek.
Her şeyin başı ekonomi
Fidan'ın Çin'e çok iyi hazırlanarak ve talepler, projeler, öneriler dolu ağır bir çanta ile gittiği hemen anlaşılıyor. Nitekim Fidan'ın Çin'de yaptığı 15-16 dakikalık konuşma önemli bazı ipuçları içeriyor. Konuşmanın başında, Fidan iki ülkenin ekonomik ilişkilerine dair açıklamalar ve yeni açılımlarda bulundu. Tabii unutmayalım ki Çin ekonomik anlamda dev bir ülke. Belli alanlarda rakibimiz olduğu kadar diğer birçok alanda da Çin aslında potansiyel yatırımcı ve partner konumunda. İki ülke arasında ekonomi ve yatırım konusunu daha ciddi ve derinlikli çalışabilmek üzere bir komite kurulacak olması olumlu bir haber. Türkiye tarafında bu komitenin eş başkanı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olacak. Bakan Şimşek'in son bir yıldır enflasyonu düşürecek ve ekonomiyi daha sağlam bir rotaya oturtacak mali politikalar geliştirdiğini ve bunları ivedilikle uygulamaya başladığını zaten görüyoruz. Acaba Çin bu bağlamda yeni bir kaldıraç, güçlü bir araç olabilir mi? Diğer somut bir gelişme ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'i Türkiye'ye davet etmesi.
Çin ve Türkiye arasındaki dış ticaret toplamı 45 milyar dolar civarındayken, Türkiye çok büyük bir dış ticaret açığı veriyor: 38 milyar dolar. Yani çok kabaca her bir dolarlık ihracata karşılık Çin'den 10 dolarlık ithalat yapıyoruz. Fidan işte bu dengesizliği tamamen olmasa da kısmen giderebilmek için tarım ürünlerine yönelik kısıtlamaların kaldırılmasını ve Çin'den gelecek turist sayısının artırılmasını teklif ediyor. Yapılan çağrılardan biri de özellikle nükleer santral ve teknoloji alanındaki yatırımlara dair. Örneğin, yakın dönemde Trakya'da inşa edilmesi planlanan nükleer santralde Çinli şirketlerle çalışılabilir mi? Bugün dünyadaki unicorn'ların yaklaşık % 25'i Çin'den çıkıyor. O bağlamda inovasyon ve teknoloji alanında da birçok işbirliği düşünülebilir. Son olarak "Orta Koridor"un önemi tespit edilerek Türkiye'nin Irak ile beraber yürütmeyi düşündüğü "Kalkınma Yolu"nun doğal olarak Çin'in Kuşak ve Yol Projesi'ne entegrasyonunun sağlanması meselesi. (Doç. Dr. Mehmet Ali Koçakoğlu'nun Kuşak Yol Girişimi Bağlamında Çin'i Anlamak isimli eserini öneririz.)
Uluslararası ilişkiler
Dışişleri Bakanı Fidan, dünyanın istikametini yitirdiği uluslararası ilişkiler konusuna da değindi ve bu konuda pek çok başlıkta Türkiye ve Çin'in örtüştüğünü vurgulaması önemli bir detaydı. Örneğin Çin'in Filistin konusundaki tutumunu ve uluslararası konferans önerisini memnuniyetle karşılayan Fidan aslında Türkiye'nin bu konudaki tutarlı ve istikrarlı hassasiyetine de dikkat çekmiş oldu. ABD'nin adeta İsrail lobisinin elinde oyuncak olduğu Filistin konusunda acaba Çin bir denge unsuru olabilir mi? Ateşkes, insani yardım ve iki devletli çözüm konularında Çin ve Türkiye'nin beraber çalışabileceği anlaşılıyor. Ukrayna konusunda da yakalanan yakın konum kısaca şu şekilde özetlenebilir: "Rusya'ya uygulanan yaptırıma karşıyız, diğer taraftan ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğünü destekliyoruz!"
Hakan Fidan'ın dünyanın dikkatle izlediği Çin temaslarında Türkiye'nin görüşlerini net, kendisinden oldukça emin ve vakur bir şekilde ifade etmesi Türkiye'nin önümüzdeki dönemde nerede duracağını da söylüyor tabii. ABD'nin çok dikkatli izlediğine şüphemiz yok. Fidan'ın haklı olarak ABD'nin Çin'e yönelik ilkesiz politikasını benimsemediği hemen anlaşılıyor. Çünkü Çin'i istikrarsızlaştırma girişimi kimseye yarayacak bir sonuç getirmeyecek. Ayrıca Pekin yönetiminin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine destek vermemiz de eminiz ki Çin tarafından da, ABD tarafından da ayrı ayrı not edilmiştir. Dışişleri Bakanı Fidan'ın şu sözleri bizce görüşmelere damgasını vurdu: "Çin'in ekonomik gelişmesini durdurmaya yönelik çabaları doğru bulmadığımızı ifade etmek isteriz. Dünya medeni ve adil bir rekabete alışmak zorundadır. Egemen güçlerin önceki yüzyılda kurmuş oldukları pazarların daha adil rekabet edilebilir şartlarda el değiştirmesi kabul edilmesi gereken bir sonuçtur." Fidan böylelikle son 20-30 yıldır Batı'dan Doğu'ya, yani Atlantik'ten Avrasya'ya kaymakta olan güç odağına işaret etmekte. Sermaye birikimi, teknolojik gelişmeler, nüfus ve işgücü, üretim kapasitesi ve umut açılarından çok da haklı aslında.
Refah herkese yeter mi?
Türkiye bir NATO ülkesi ama hemen her bölgede ve mücadelede adil (fair play) bir yaklaşımın peşinde çünkü devlet geleneğimiz, vicdanımız, aklımız, inancımız bize bunu öğretiyor. İşte Fidan'ın yaptığı konuşmanın hemen her kısmında bu bakışın izini sürmek mümkün. Bu aslında Türkiye'nin Çin ve ABD arasındaki güç mücadelesinde nerede durduğuna da işaret ediyor. Kaldı ki dünyanın varlığı ve bereketi herkesi refah içinde yaşatacak düzeyde. Buna benzer bir muhteviyatın benzerini Çinli temsilci ve diplomatların özellikle ABD ve Atlantik temaslarında kullanıyor olması da bizce çok önemli.
Biliyoruz ki, refahı artırmak için yatırım, ticaret ve işbirliği çok önemli. Bu bağlamda Çin'in Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkeleriyle ticaret ve kalkınmaya dayalı kurduğu ilişkiler kıymetli. Çin yönetimi bölgesel bağlantıları önemsiyor ve zaman zaman bunu ABD ve Batı ile ilişkilerinde kaldıraç olarak kullanıyor. Çin gücünü ne kadar geniş bir bölgeye yayabilirse aslında kendisi de o kadar güçlü olacak. ABD'nin Kanada, Birleşik Krallık, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Koresi gibi. Türkiye, Çin'in Orta Asya açılımından korkmuyor, bir kıskanma veya tutucu konumu da yok. Bilakis Hakan Fidan bu ilişkiler ağını bahsi geçen ülkelere ek olarak Türkiye ve Azerbaycan'ı kapsayacak şekilde olmasını öneriyor. Bu bilakis ayakları yere basan müthiş bir özgüven.
Türkiye Çin'in İslam Dünyası ile ilişkilerini artırmasını savunuyor. Çünkü ne kadar çok ilişki kurulur, ABD'yi dengeleyebilecek güçler de denkleme girerse problemlerin çözülme ihtimali ya da en azından daha kötüye gitmemesi sağlanabilir. Çin'in son yıllarda Arap dünyası ile kurduğu dengeli ve zamanlaması önemli temaslar zaten diplomasi dünyasının malumu. İran ve Suudi Arabistan'ı görüştürmeyi başaran ve böylelikle belli düzeyde normalleşme sağlayan Çin'in BRICS bağlamında hem bu iki ülkeyi hem de Birleşik Arap Emirlikleri'ni kulübe dahil etmesi bu yolculukta önemli bir merhale. G7'ye karşılık Çin-Rusya destekli BRICS'i yakın dönemde daha çok duyacağız. Çok kutupluluğu ve adil rekabeti savunan Türkiye'nin de kendisine bu yeni kampta saygın bir yer edinmesi pek de uzak gibi görünmüyor.
Urumçi ve Kaşgar
Türkiye ne geçmişini ne de köklerini unutur. Nitekim Dışişleri Bakanı Fidan'ın son durağı olarak ziyaret ettiği Urumçi ve Kaşgar için "Çin'in kültürel zenginliğine katkıda bulunan iki kadim ve köklü Türk İslam şehri" olduğunu vurgulaması işte tam da buraya oturuyor. Peki bu söylem Çin yönetiminin hazırlatmış olduğu Beyaz Kitap açısından nerede durur? Aslında bu biraz da son dakika golü gibi ama çok da şık bir gol. Çünkü toprak bütünlüğü, egemenlik, adil rekabet ve diğer ifadelerle Çin'in politikalarını yakalayan bir ülkeye, o ülkenin dışişleri bakanına haklı olarak ne denebilir ki? "Hep bana, hep bana!" denebilir mi? Denirse dayatmacı, sömürgeci, şiddet yanlısı ABD'den farklı olunabilir mi?
Yine unutmayalım ki Türkiye evet her ülke gibi gücü, imkanı kadar bir dış politika yürütebiliyor ama bunu çoğu kez tutarlılık, ilkelilik, kazan-kazan, istikrarlı kalkınma ve adil rekabet üzerinden yaptığından dolayı özgül ağırlığı da birçok ülkeden daha yüksek. Ayrıca Türkiye bugüne kadar Uygur Türkleri konusunda Batı'nın tuzağına düşmeme konusunda da dikkatli davrandı hep. Örneğin Birleşmiş Milletler'de Çin karşıtı kampanyalara -yanlış hatırlamıyorsak- bir kez dışında iştirak etmedi. Kendi tezlerini hep muhatabının yüzüne söyledi ama ABD ve Çin arasında yaşanan güç kavgasında "Filler Tepişir, Çimenler Ezilir" düsturuna teslim olmadı. (Yıllar önce neşrettiğimiz Filler Tepişince (2004), Küresel Köyün Kavalcıları (2006) bu konulara katkı sunabilir.)
Sonuç olarak
Türk dış politikasının geldiği konum Fidan'ın liderliğinde daha da farklı bir yere taşınacak. Zaten Fidan'ın MİT'in başından alınarak dışişleri bakanı yapılmasındaki amaç da buydu ve bunun böyle olacağı memnuniyetle anlaşılıyor. Türkiye göründüğünden çok daha güçlü ve itibarlı bir ülke. Dünyanın şirazesinin kaydığı, belirsizliklerin arttığı, eski düzenin sarsıldığı, yenisinin arandığı bir dönemde Türkiye bu "büyük değişim" çağında kendi konumunu belirlemeye çalışıyor. Köklü mirasından ve yaşanan küresel değişimden de yararlanarak bilakis elini yükseltmeyi de önceliyor. Karamsarlığa yer yok.
Ama bu gelişmelerin daha da lehimize olması için Türk entelijansının yapması gereken çok şey var. Üniversitelere, enstitülere, bilgi merkezlerine, araştırma kuruluşlarına, think tank'lere, sivil toplum kuruluşlarına düşen görevler arasında belki de en önemlisi dışişlerine fikir ve proje üretmek olduğu kadar kapasite geliştirmektir. En iyi kapasite gelişimi de sistem kurmak, bilgiyi anlamlandırmak ve her alanda uzman yetiştirmektir.