DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Abdulrahim Arslan
Abdulrahim Arslan
Giriş Tarihi : 05-05-2023 20:54

Demek Böyle Ölünürmüş…/ Üstat Necip Fazıl Kısakürek

Sanatı ve edebiyatı zirveye taşıyan, uçsuz bucaksız derinliğe ulaştıran nedir? Bu sorunun yanıtı her kültür ve medeniyette farklı gibi olsa da özünde kutsal bir sebebi barındırdığı muhakkaktır. Dünyaya geldiği büyük konağın uçsuz bucaksızlığında kaybolmak varken, dünyanın türlü lezzetleriyle bezenmiş bir ömrü yaşamak varken, ‘‘Otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.’’ sözleriyle yeni bir başlangıcın rotasından bahseden yüce şahsiyet.

Cumhuriyet dönemiydi. O, Türk edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri olan Batı edebiyatına ilginin artmasına rağmen; Mevlâna, Yunus, Karacaoğlan gibi milli ve manevi değerlerimizi özünde barındıran kalemlerin izinden yazarlık serüvenine devam ediyordu. Bu yolculukta yalnız değildi; Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Faruk Nafiz Çamlıbel ve son dönemlerin usta ismi Sezai Karakoç’un da aralarında bulunduğu isimler, milli ve manevi değerlerimizi bir kenara bırakmayan usta kalemlerdi.

Üstadın ilk şiir denemelerini Mekteb-i Fünun-u Şahane de okurken yazmasının yanında ilk metafizik arayışları da burada başlamıştır. Tasavvufa ilk teması hocası İbrahim Aşkî Efendi’nin etkisiyle başlamıştır. 17 yaşındayken İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe bölümüne girer ve yazdığı ilk şiirleri ‘‘Yeni Mecmua’’ da yayınlanır. Üniversitede okuduğu yıllarda Türk edebiyatımızın ünlü şairleri Ahmet Kutsi Tecer ve Ahmet Hamdi Tanpınar’la arkadaşlık etmiştir. Ünlü romancı Peyami Safa’yla da bu yıllarda tanışmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra bir grup talebenin Avrupa’ya gönderilmesine karar verilmiştir. Sınava katılan Necip Fazıl, başarılı bulunarak Sorbon Üniversitesinde okumak için Paris’e gönderilir. Kendisinin de ifade ettiği gibi, burada Paris’in “bohem” hayatını yaşar.

Sorbon Üniversitesindeki öğrenimini tamamlayamadan, geri dönmek zorunda kalır. Yerli ve yabancı çeşitli bankalarda çalışır. 
Üstat daha 22-23 yaşlarındayken şiirleriyle üne kavuşmuştur. 1925 de ilk şiir kitabı olan Örümcek Ağı, ardından 1928 de Kaldırımlar şiir kitaplarını bastırır. Henüz 24 yaşındayken “Kaldırımlar Şairi” olarak tanınarak şöhretin zirvesine ulaşır. Ve sonrasında hayatında dönüm noktası olacak olan zat ile tanışır.

Yıl 1934… 
“Şair çalıştığı bankadan çıkarak kalabalık bir vapura biner. Karşısında Hızır tavırlı bir adam ona Abdulhâkim Arvasi Hazretleri’nin adresini verir. Necip Fazıl, arkadaşı Abidin Dino’yla Abdulhâkim Arvasi Hazretleri’nin huzuruna vararak, bir daha bırakmamacasına, o büyük zatın eteklerine yapışır.” (Kısakürek, 2004: 508)
‘‘Allah dostunu gördüm bundan altı yıl evvel, bir akşamdı ki zaman donacak kadar güzel.’’ (Kısakürek, 2004: 76)

Üstadın Abdulhâkim Arvasi ile tanışması, ruhunda büyük değişime sebep olmuştur. O anları anlatırken: 
‘‘Bana yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!..’’

(Kısakürek, 2004: 76) diyerek yaşadığını en keskin hatlarıyla özetlemiştir. Ardından adeta çile dönemi başlayan ve geçmiş muhasebesini yapan Üstat, O ve Ben adlı eserinde 30 yaşına kadarki hayatının muhasebesini yapmıştır. “Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu, miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum.                                                                                                                                  Birini...                                                                                                                                                            O kim mi?
Allah’ın sevgilisi, sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tacı... Tek dava O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı. Bin bir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki meccani emniyet ve bedahet saadeti karşısında şaşkın, hep o ‘Bir’ etrafında helezonlar çizen bir hayat... Benim hayatım budur” (Kısakürek, 1994: 40). 

Kısakürek’in hayatında O’nu tanıdıktan sonra bir mücadele dönemi başlar. Hayatında ve fikirlerinde köklü değişiklikler ortaya çıkar. O’nu tanımadan önceki hayatını şöyle anlatır: 
‘‘Tam otuz sene saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurtmuşum’’ (Kısakürek, 2004: 35)

Bir fikir adamı olan Necip Fazıl Kısakürek, 1943’ten itibaren sosyal meselelere atılır ve defalarca hapse girer. Hatta bu sebeple çalışmalarına da sık sık ara vermek zorunda kalır. Yenilmez bir dava adamı olur. Bu olaylarla ilgili anlatılan bir fıkra da vardır: 
Bir gün mahkemede hâkim, Necip Fazıl’a nasihat eder:
“Bak dostum, seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim, değil mi?” der, Necip Fazıl taaccüble sorar: ‘‘Hâkim Bey yoksa istifa mı ediyorsunuz?” (Çalık, 1993: 210) 
Üstat, içe dönük bir insan olmasına rağmen, kıvrak zekasından dolayı, onunla ilgili anlatılan epeyce fıkra da vardır. Bu fıkralar üstadın aynı zamanda nüktedan, hazırcevap, yetenekli bir insan olduğunun da göstergesidir.

Ardından yüzlerce eser bırakan üstat, uzun süren fakat fikrî faaliyetine engel olmayan bir hastalığa yakalanır. 
Ve bir Mayıs gecesidir...
25 Mayıs...
Gaybı kurcalayan çilingirin, gayb perdesini araladığını bir mayıs gecesi…

“Yıllarca yattığı hasta yatağından hafifçe doğrulup pencereden karanlığın derinliklerine doğru bakar, pembe dudakları hafifçe kıpırdar:
-Demek böyle ölünürmüş ha!..” (Kısakürek, 2004: 524)

“Onun ölümü, herkese nasip olmayacak kadar güzel ölümdü.” Cenazesine uzaklardan gelip evine başsağlığına gidenlerden birinin ölüm anında Üstad’ın başında bulunan oğlu Ömer Kısakürek’ten naklettiği cümle; “Çok güzel öldü” şeklindedir. Oğlu Ömer devamında: Gece saat biri on geçiyordu. Fenalaştı. Beni yanına çağırdı. Beni kaldır ve oturt dedi. Kaldırdım, oturdu. Elini alnına götürdü̈. Ufuklarda bir yolcu ararcasına uzaklara baktı. Tebessüm etti ve beni yatır dedi. Yatırdım. Bana Kur’an oku dedi; Yasin suresini oku... Okumaya başladım.

Yüzünde boncuk boncuk ter. Kelime-i Şehadet getirmeye başladı. Ruhunu teslim etti” (Mirasoğlu, 1992: 132). 
‘‘Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış̧ adam’’ (Kısakürek, 2004: 510).
diyen Necip Fazıl ölümünden çok önce bir vasiyetname tertip etmiş̧, sonraları da metnini değiştirmemiştir. Üstad’ın vasiyetine tam amel edilerek kendisinin de söylediği gibi topsuz, çelenksiz, büyük bir cenaze merasiminden sonra 26 Mayıs 1983 tarihinde Eyüp sırtlarındaki kabristanda defnedilmiştir. 
Ölümüne şu tarih düşürülmüştür.
“Erdi artık ruh sükûna derviş̧-i kâmil gibi
Öldü, el açmaksızın nadana bir sâil gibi
Çille çille üstüne düştü̈ mücevher tarihi
Var mı şâir çilleden çıksın Necip Fazıl gibi” (Okay, 2003: 13)

Ahmet Kabaklı’nın söylediği gibi Necip Fazıl Abdülhak Hamid’den sonra felsefî duyuş ve düşünceleri yeni bir özel şiir alemine taşıyan şairlerdendir. Necip Fazıl aynı zamanda tiyatro yazarı, fikir adamı ve şairdir. O, baş vurduğu her alanda başarı kazanmıştır. Esasen şiirleri ile şöhretin zirvesini fethedebilmiştir. 
O, şâir olmasının sebebini şöyle anlatır: 
“Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim... Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp: 
-Senin dedi; şâir olmanı ne kadar isterdim! 
Annemin dileği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü̈. Varlık hikmetimin ta kendisi... Gözlerim hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim; 
-Şair olacağım!
Ve oldum.” (Kısakürek, 1994: 40)

Şair ilk şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır. Necip Fazıl’ın ilk şiirleri, 1922’de Falih Rıfkı’nın müdürlüğünü yaptığı Yeni Mecmua’ da şairin 8 şiiri çıkmıştır: Kitabe, Sevgilim, Allah, Çılgın, Yegâne, Sarhoş̧, Derbeder, Yarın Sesi. Bu şiirlerde onun çılgın ruhunun çarpıntısı duyulmaktadır; tutacağı sanat yolunun ilk adımları hissedilir. Şairin ilk şiirlerinden biri de Kitabe’dir. 
‘‘Ben bu halden ibret almadan geçtim
Ondan ibret alan el oldu yâhu!’’ (Okay, 2003: 31)
Necip Fazıl’ın daha ilk şiirlerinde mezar taşı kitabesiyle gelen ölüm motifi vardır. Aruzla, hece ölçüsü arasında kararsız kalan şâir sonraları tüm şiirlerini heceyle yazmıştır. Onun ilk şiirlerini Ahmet Hâşim de beğenmiş ve “Çocuk bu sesi nereden buldun sen?” (Ekiz, 1982: 56) diye sormuştur. Türkçenin mimarî bir abidesini ortaya koyan Necip Fazıl şiire yeni bir ses, bir duyuş̧ getirmiştir. Onun şiirlerinde tasavvuf ve halk edebiyatının büyük etkisi vardır. 

Necip Fazıl, tüm şiirlerini bir araya topladığı Çile’de şiirlerini konularına göre aşağıdaki gibi tasnif eder: 1. Allah (42 şiir) 2.İnsan (48 şiir), 3. Ölüm (39 şiir), 4. Şehir (13 şiir), 5.Tabiat (17 şiir), 6. Kadın (10 şiir), 7.Korku (19 şiir), 8.Daüssıla (30 şiir), 9.Ukde (29 şiir), 10.Hafakan (25 şiir), 11.Tecrit (36 şiir), 12. Dekor (14 şiir), 13. Kahramanlar (12 şiir), 14. Dava ve Cemiyet (62 şiir) 

Necip Fazıl titiz bir insan olduğu için bazen bir şiiri üzerinde yıllarca çalışmış, üzerinde defalarca değişiklik yapmıştır. (Babayeva, 2012: 203-210) Onun şiirlerinin dili süslü, üslubu ise açıktır. Şiirlerindeki sözcükleri kullanımında ustalık vardır. Şair sanat gayesini şöyle anlatır: 
“Benim için edebiyatın gayesi her şeydir, fakat bir şey değildir. 19.uncu asrın malum olan klasik “sanat sanat içindir” nazariyesine tam manasıyla taraftar olmaksızın diyebilirim ki sanat cemiyet için değildir. Sanat ayrı bir dünyadır ve o dünya kendisi içindir. Sanat nazarımda ayrı ve mücerret ve kendi kanunlarına tabi bir alemdir.” (Kısakürek, 1997: 14)

Necip Fazıl’da yerine oturmuş̧ kuralları aşarak öne geçen bir insan düşüncesinin sınırsızlığı, intihasızlığı vardır. O, fikri kafiyeye değil, kafiyeyi fikre tabi eden üstün bir sanatkardır. 
Şairin şiirlerinde tekke şiirinin havası hissedilmektedir. 
‘‘Çektiğim dertleri atma yabana
Dertlerim başımdan aşkındır, Allah.’’ (Okay, 2003: 53)

Bu mısralarda tasavvufi bir hava vardır. Dinî-mistik temayüller şairin şiirlerinin ana karakterini teşkil etmektedir. Onun şiirlerinin esas temalarından biri de bilinmeyen korku ve ürpertilerdir. Onun şiirlerinde kabuslar, cinler, periler, siyah kediler gibi ürpertici motifler de yer almaktadır. 

Necip Fazıl’ın şiirlerinde maddî varlıklar, eşyalarla irtibat ilgimizi çekmektedir. Burada egzistansiyalizm akımının etkisi hissedilmektedir. Bu durum bize Fransız filozofu Bergson’un sezgi felsefesini hatırlatır. “Sezgi, bizi bir varlığın, dışımızdaki bir objenin içine sürükleyen zihni sempatidir. Böylece içimizdeki şuurlarımızdaki eşya aynileşmiş olur. Sezgi, şuurla eşya arasındaki farkı ortadan kaldırıyor.” (Okay, 2003: 45)
Necip Fazıl’ın şiirlerinde “O ve ben” anlayışı vardır. Ben, insanın nefsidir. Nefs insanı Allah’tan (O’ndan) uzaklaştırır ve kötülüklere sürükler. 

O, aynı zamanda tiyatro yazarıdır. İlk tiyatro eserini Muhsin Ertuğrul’un etkisiyle yazar. Bu eser, millî kurtuluş̧ hareketlerinden bahseden Tohum’ dur. (1935) Tohum’u Muhsin Ertuğrul beğenir, sahneye koyarak Ferhat Bey rolünü kendisi oynar. Ama eser pek başarı kazanamaz. 

1937’de Necip Fazıl Kısakürek senelerce üzerinde çalıştığı Bir Adam Yaratmak adlı eserini bitirir. Bu eser de sanatına hayran olduğu Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konur ve başarı elde eder. 

Bir Adam Yaratmak, o devir tiyatrosu için büyük bir hadise olur. Eser mücerret fikirlerle örülüdür. Vakada bir dinamizm vardır. Eserin esas kahramanı Hüsrev’dir. Necip Fazıl bu eserinde ferdi ön plana çıkarır, onun problemlerini sahnede tartışır. Yazar bir tiyatro eseri yazarak, bir örnek adam ortaya koyar.

Eser sahneye konulduğu gece görülmemiş̧ bir kalabalığa sebep olur. Hatta yazar kendisi bile bu eserinden sevgiyle bahseder. 

O, 1938’de üçüncü tiyatro eseri olan Künye’yi yazar. Eser savaş̧ kahramanlarından bahseder. 
Necip Fazıl’ın bunlardan başka Yunus Emre, Kanlı Sarık, Para, Mukaddes Emanet, Sabır Taşı, Reis Bey, Nam-ı Diğer Parmaksız Salih, Ahşap Konak vs. gibi tiyatro eserleri vardır. 
Yazar, tiyatro hakkındaki görüşlerini belirtirken, tiyatronun güzel sanatlar içinde zirve olduğunu söyler. (Kısakürek, 2000: 5)

Necip Fazıl şiir ve tiyatro denemelerinin yanı sıra hikâye ve romanlar da yazmıştır. İlk hikâyeleri 1932’de Cumhuriyet gazetesinde çıkmıştır. Sonraları yazar bu hikâyelerini iki kitap olarak Bir Kaç Hikâye, Bir Kaç̧ Tahlil adı altında toplayarak bastırır. 1965’te Ruh Burkuntularından Hikâyeler, 1975’te Hikayelerim kitaplarını yayınlar. Neşredilen günden itibaren büyük ilgi gören bu hikayeler, ilk defa Peyami Safa’nın yönetimindeki Cumhuriyet gazetesinin Edebiyat sayfasında yayınlanmıştır. (1928) Yazar hikayelerini çoğu zaman Ahmet Abdulbaki adıyla kaleme almıştır. Bu hikâyeler sembolik-alegorik hatta metafizik yapıya sahiptir. Şiir ve tiyatrolarındaki temalar hikâyelerinde de görülür. Eski Elbiselerin Hafızası hikâyesinde mankenler konuşur. Başlarından geçen olayları anlatarak okuyucuyu düşünmeye sevk ederler. Necip Fazıl’ın Yalnızlık Gecesinin Hikâyesi ise otobiyografik karakter taşır. 

Necip Fazıl’ın romanları da vardır. O, ilk romanı olan Meşum Yakut’u 1928’de yazar. Eser polisiye romanıdır. Romanla ilgili elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hatta bu kitabın nüshaları kütüphanelerde nadiren bulunmaktadır. Necip Fazıl Kısakürek’in O ve Ben ve Kafa Kâğıdı kitapları otobiyografik karakter taşır. 

Yazarın dinî tasavvufî eserleri de vardır. Yukarıda da kaydedildiği gibi Necip Fazıl’ın eserlerinin esasını dinî-mistik temayüller tutmaktadır. Şiirlerinde, tiyatrolarında ve nesir eserlerinde o hep mutlak hakikati arar. Tekbaşına bulamayınca o Üstün Haberciyi Allah’ın Sevgilisini arar ve ona ulaşır. Müellifin dini eserlerinden Çöle İnen Nur, Esselam, Başbuğ̆ Veliler, Peygamber Halkası vs. eserlerinin ismini zikredebiliriz. 

Sürekli olarak makale ve fıkralar yazan Necip Fazıl dergicilikle de uğraşmıştır. Ağaç̧ Büyük Doğu dergileri ve Borazan isimli gazetenin sahipliğini yapmıştır. 

14 Mart 1936`da bazı bankaların mali yardımıyla Ağaç̧ dergisini çıkarır. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Kutsi Tecer de Ağaç̧ dergisinin kadrosunda bulunmaktadır. Ağaç dergisi 6 sayısı Ankara`da 7. sayısından itibaren İstanbul’da yayımlanır. Ekonomik sıkıntı ve okuyucu ilgisizliğinden dolayı dergi kapatılır. Dergi 17. sayısı ile son bulur. Dergide Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, A. Halet Çelebi, Cahit Sıdkı Tarancı, M. Sekip Tunç, Falih Rıfkı Atalay, Cevdet Kudret, Çolak Selahaddin, Ali Burhan Toprak, Sait Faik Abasıyanık vs. gibi şâir ve yazarların da yazıları görülür. 

1948-1978 yıllarında Büyük Doğu dergisini çıkarır. 

Kısakürek, Borazan isimli bir gazete de çıkarmıştır. Borazan bir mizah gazetesiydi. Gazete 1947`de Kasım-Aralık aylarında çıkmıştır. Bu mizah gazetesinin yalnızca 3 sayısı çıkmıştır. Borazan’daki yazıların çoğunun imzasız olmasına rağmen üslubundan dolayı Necip Fazıl’a ait olduğu anlaşılmaktadır.

Gazete esasen siyasi karakter taşır. Necip Fazıl Kısakürek edebiyatın tüm sahalarında kalemini kullanarak hep başarı kazanan bir yazardır. Bu başarılı çalışmaları edebiyat kurumları tarafından da ödüllendirilmiştir. Örneğin “26 Mayıs 1980’de İstanbul Atatürk Kültür Sarayı’nda onun 75. doğum yıldönümü münasebetiyle bir sanat şöleni düzenlenir ve burada Türk Edebiyatı Vakfı tarafından şaire “Sultanüş-Şuara” ünvanı verilir” (Kısakürek, 2004: 523) Bu üstada verilen değerin göstergesidir. 

Sonuç olarak Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in edebi kişiliğini incelediğimizde onun Türk edebiyatında önemli bir yer edindiği, eserleriyle Türk şiirine, Türk tiyatrosuna, Türk fikir akımına katkılarda bulunduğu neticesine varırız. Necip Fazıl’ın düşünce, sanat ve ideoloji hayatındaki yerini belirleyebilmek için onun eserlerine göz atmak yeterlidir. O, siyasi kargaşaların yaşandığı, Türkiye’nin sosyo-kültürel hayatında önemli değişimlerin yaşandığı, aynı zamanda edebiyatın da büyük hızla gelişme çabası gösterdiği bir dönemde yetişmiştir. O, Türk şiirine kendi mührünü̈ vurabilen sanatkârdır.

Türk milletinin kültürel hayatında önemli rolü olan Necip Fazıl, ardından miras olarak büyük bir edebî okul bırakmıştır. Bu öyle bir okuldur ki o mektepte insanlık, varlık muhasebesine davet edilmekte, mukaddes emanet nesillerden nesillere aktarılmaktadır. 
Üstadı minnet ve şükranla anıyoruz.

KAYNAKLAR 
Babayeva, E. (2012)
Necib Fazil Qısaküreyin lirikasının neşri tarixinden, Genc Alimlerin Eserleri elmi jurnal, Bakü: Az.TU`nun Matbaası, No6, s.203-210. 
Çalık, E. (1993)
Şair ve Yazarlarımızdan Nükteler, İstanbul: Ötüken Neşriyatı. Miyasoğlu, M. (1992)
Necip Fazıl Kısakürek, 2.bs., Ankara: Akçağ Yayınları. Okay, O.M. (2003)
Necip Fazıl Kısakürek, 3. bs., İstanbul: Şule Yayınları. Kısakürek, N.F. (2004)
Çile, 52.bs., İstanbul: Büyük Doğu Yayınları. Kısakürek, N.F. (1994)
O ve Ben, 8. bs., İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
Kısakürek, N.F. (2000). Kanlı Sarık, 9.bs., İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
Kısakürek, N.F. (1997). Konuşmalar, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları. 
Ekiz, O.N. (1982). Necip Fazıl Kısakürek-Hayatı ve Edebî Eserleri, İstanbul:Toker Yayınları.

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA