DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Mine Çağlıyan
Mine Çağlıyan
Giriş Tarihi : 14-08-2022 04:17

Çalakalem Yazıları 2 /Çağrı

Hangi gemiye binmek istediğini bilmeden rıhtımda dolaşıyordu. Her bir geminin önünde durup çağrının oradan gelip gelmediğinden emin olmak için bir süre bekliyordu ama bu bekleyişi anlamsızdı. Çağrılar sabırla bekleyince gelmezdi. Hiçbir zaman öyle olmamıştı ki… Bunu o da biliyordu.

Çağrıların şöyle bir püf noktası vardır; nereden veya ne kadar uzak ya da yakından geldiği önemli değildir, duymak için konsantre olmaya da gerek yoktur. Yalnızca hazır olunduğunda duyulurlar. Öyleyse bugüne gelirsek; kadının rıhtımdaki bu bekleyişi elbette ki boşunaydı. Hazır olmadığından değil, tabii ki hazırdı yoksa orada ne işi vardı diye soracaksınız haklı olarak. Sonuç olarak bir şey onu giyinip evden çıkmaya zorlamıştı, öyle değil mi? Belki de bu zihninin ona oynadığı bir oyundu diyebilirsiniz şimdi de… Ama cevap ‘Hayır’ çünkü biz biliyoruz ki kadın bugün bir çağrı aldı ve kendisini zorlayarak da olsa dışarıya çıkmayı başardı ve özellikle de bu rıhtıma geldi. Peki o zaman şimdiye dönelim ve kahramanımız şu anda tam nerede duruyormuş ona bir bakalım…

Kadın belki de rahatına düşkün olduğundan rıhtımdaki en büyük ve lüks görünen geminin önünde oyalanıyor. Oysa en büyük ve lüks olması onun için en rahat edeceği ya da en mutlu olacağı yer anlamına gelmiyor. Hakkında en hayırlısı da olmayabilir. Ama o içinden dua ediyor, “Ne olur bu olsun!” diye. Belki de gerçekten bu gemiye binerse istediği bir yere varabilir ama orası asıl gitmek istediği yer olur mu henüz bu bilgiye sahip değiliz. Yine de artık bazı soruların zamanı gelmiş. Kadın önce kendisine şu soruyu sormalı; “Ben kimim ve gerçekte ne istiyorum?” Ama eğer, “Ben kim olmak istiyorum?” diye sorarsa çıkmaza girebilir ve aslında bunun oldukça farkında. Bu zamana gelene kadar o kadar çok yolculuk etmiş ki kuralların hepsini öğrenmiş. En azından biz ‘öğrenmiş olmalıydı’ diye düşünüyoruz. Ama şimdi hemen bir çıkarım yapmayalım. Kadını izlemeye devam edelim ve biraz da ortamı süsleyelim:

Mevsim sonbahar, yağmur yağıyor. Öyle bardaktan boşanırcasına ya da ahmak ıslatan cinsinden değil ama temposunu tutturmuş hiç durmayacakmış gibi yağan bir yağmur bu, sanki beraberinde taşıdığı her neyse ki bu bir mesaj bile olabilir, onu yeryüzüne döver gibi değil de daha çok kibarca boşaltmak istercesine yağıyor. Akşamüstüne yakın saatler ve hava doğal olarak bulutların da etkisiyle iyice kararmış. Bu size biraz depresif gibi gelebilir ama inanın değil… Kadının elinde kıpkırmızı bir şemsiye var yine de başına 50’li yıllardan fırlamış gibi duran geniş kenarlı bir şapka da takmış, biraz Sophia Loren’i andırıyor bu hali. Üzerinde yalnızca kemik rengi bir pardesü görüyoruz, diz altına kadar uzanan bu pardesünün altında bacaklarını soğuktan koruyamayacak kadar ince ipek bir çoraptan başka bir şey yok ve tabii ki ayağında da sivri burunlu ve ince yüksek topuklu kırmızı ayakkabılar… Peki rıhtımda neler oluyor? Büyük kargo kamyonlarından yük indirip bindiren ve oradan oraya koşuşturan işçiler dışında başka kimseyi görmüyoruz. Şimdi bu işi yapan vinçler yok mu dersiniz siz ama demeyin işte, bu benim hayal gücüm… Neyse, rıhtımda bu işçiler dışında gerçekten de ne bir başka yolcu, ne bir bekçi ya da kaptan yok. Dolayısıyla kadının oradaki varlığı bir tuhaf kaçıyor.

Yanından gelip geçerken onu süzenlerin ya da etrafında olup bitenlerin hiçbirinin farkında değil gibi kadın. Hala çağrıyı duymayı bekliyor. Aslında biraz daha tam durduğu noktada dursa, şu meşhur büyük şaşaalı geminin önünde, belki de kendi kendisini çağrıyı duyduğuna inandırıp o gemiye binecek. Ama kadın artık daha iyi biliyor ve farkındalığı bunu yapmasına izin vermiyor. Sonunda omuzlarını silkip yürümeye başlıyor. Daha birkaç adım atmış, içindeki seslerden biri, “Bekle!” diyor ve bunun üzerine yavaşlıyor, sanki kendine güveni bir anda altüst olmuş gibi, yine kararsızlığa düşmüş gibi. Fakat sonra birden, sanki evrenin bu kararsızlıklara tahammülü kalmamış gibi kadını sendeleten şiddetli bir rüzgar çıkıyor. O kadar soğuk ki kadının gözlerinden yaşlar geliyor ama bu da onun kendisine gelmesine yetiyor ve tam o anda da bu rıhtımda bir yerde gerçekten gitmesi gereken bir yer varmış gibi bir his doğuyor içine. Bir adım atıyor ve sonra kararlı bir şekilde hızlanıyor. Şimdi artık rıhtımda yağmurun ve onun sivri topuklarının asfaltta çıkardığı sesten başka bir ses duymuyoruz çünkü o karar verdiği anda rüzgar başladığı gibi aniden kesiliyor.

Kadın bize uzun gelen bir süre boyunca rıhtımın neredeyse bir ucundan öbür ucuna kadar yürüyor. Yine süslemek gerekirse buraya güzel bir müzik koyalım; belki biraz gerilimli başlayan ama sonra yavaş yavaş bu gerilimi alt edebileceğimizin müjdesini veren yumuşak minör tonlara geçen ve her şeyin olası olduğu izlenimini veren geçişlerle bizi korkularımızdan sıyırıp gülümseten hatta heyecanlandıran hatta meraklandıran bir müzik… Lüks gemiler geride kalmış, sona yaklaştıkça yan yana balıkçı tekneleri görmeye başlıyoruz. Kimileri yeni, gıcır gıcır ve büyük ama kadın hepsini geçiyor ve en sondaki köhne ve en eski olanın önünde duruyor. Burada müzik yine biraz gerilimli ama sadece kısa bir an sürüyor bu gerilim ve sonra yalnızca yaylıların olduğu bir bölüm başlıyor. Sakin, romantik ve gizemli… Artık hep bu bölümün tekrarını duyuyoruz ve ses giderek azalıyor.

Kadın normalde asla bakmayacağı, baksa burun kıvıracağı, içine girmeyi düşünmek bile istemeyeceği bu eski balıkçı teknesinin önünde duruyor. Evet bu bir gemi değil, yat desen o da değil. Peki neden burada olması gerekiyor? Bu tekne onu nereye götürebilir ki… Kadın arkasını dönüp gitmek istiyor ama onu doğrudan buraya getiren ayakları bu defa ona itaat etmiyor. Zihnindeki sesler ayaklarına küfretmeye başlamışlar bile. Az sonra da hep bir ağızdan konuşmaya… Kadın kulaklarını tıkasa da duyacak onları bu yüzden bunu yapmaya yeltenmiyor. Zaten yağmur yağıyor ve elinde şemsiyesi var. Başka bir yolu var mı bu sesleri susturmanın? Elbette… Çünkü kadın artık daha çok biliyor ve hissediyor ya sonunda sesleri susturmayı başarıyor. Ve sonra kendisine soruyor, cevap içinde bir yerde, belki kalbindedir diye düşünüyor. Şimdi tam bu anda hepimiz anlayışla başımızı sallayarak, “Evet evet doğru, öyle olmalı.” diye düşünüyoruz, değil mi? Cevap geliyor gerçekten de; “Hiç düşünme, içeri gir.”

“Tamam giriyorum.” diyor kadın kendi kendine yüksek sesle ve bir adım atıyor ama bu köhne tekneye binmek öyle çok kolay bir iş değil. Sağa sola sallanıp duruyor ki aslında deniz süt liman. Durum böyleyken tekneye binmek için iskeleye uzanan uyduruktan bir tahta parçası bile yok üzerinde. E kadın ayağında topuklularla da atlayamaz… Derin bir nefes alıp veriyor ve kararından dönmemek için hemen elindeki kırmızı şemsiyeyi fırlatıp atıyor. Şemsiye ters olarak suya düşüyor ve bir yelkenli gibi salına salına kıyıdan uzaklaşıyor. Kadın o sırada ayakkabılarını da çıkarmış ve sallanarak kıyıdan biraz uzaklaşmış olan tekneye doğru uzanmış bir ucundan yakalamaya çalışıyor. Üşüyor mu bilmiyoruz ama belirsizliği geçerek karar veren bir kadın o sırada bunu düşünecek bir halde değildir diye düşünüyoruz. Gerçekten de kadın titremiyor ve sonunda teknenin bir kenarını tutup kendisine yaklaştırmayı başarıyor. Bir nefes daha alıyor ve nefesini verirken sanki bu hep yaptığı bir şeymiş gibi bir çeviklikle neredeyse parende atar gibi tekneye atlıyor.

Sallantıdan ve heyecandan hatta bilinmeyene adım atmaktan dolayı olması daha mümkün, önce biraz midesi bulanıyor. Bu bir anlık güçsüzlük ‘ya da zayıflık da diyebiliriz’ halindeyken sesler yine çığlık çığlığa olmuş zihninde. Çoğu, “Geri zekalı geri dön evine hemen!” diyorlar. Kimi daha da abartmış, “Sen bunu beceremezsin, bildiğin yerde kal, bildiğini yap, yoldan ayrılma!” diyor. Farklı tek bir ses var, o da şöyle diyor, “Korkma, akışa güven.” Kadın gülümsüyor, zaten diğer negatif seslerden etkilenmemiş, ilk mide bulantısı geçtikten sonra doğru yerde olduğundan da emin olmuş çünkü… Ama artık biraz üşüdüğü için içeri girmeli. Belki bir kadeh sıcak şarap bile vardır içeride, kim bilir, neden olmasın?

İki basamak aşağı iniyor. Tuhaf… Kadının karşısına bir kapı çıkıyor, az evvel burada mıydı? Kameranın daha önceki açısı yüzünden bunu bilmiyoruz. Dolayısıyla şimdilik bir yorum da yapamıyoruz. İzlemeye devam edelim; kapı teknenin diğer her yerinden, her aksamından daha yeni görünüyor, belki de yeni takılmıştır. Aslında tekneye ait gibi bile durmuyor. Ama tüm bunlardan daha tuhaf olan bir detaya gelirsek; kapının rengi canlı mı canlı koyu parlak bir mor… Kadın da kapıyı garipsiyor ama bir yandan da bu hiç önemli gelmiyor çünkü kapıyı görür görmez içinde güzel bir his uyanmış… Renk yüzünden mi, kapının kendisi yüzünden mi bilmiyor henüz ama hemen açmak istiyor hatta ona doğru çekildiğini hissediyor. Taa en başta bahsettiğimiz çağrı var ya, hani kadını evden çıkaran şu çağrı, işte tam o sırada yeniden duyuluyor. Çağrının sesi giderek yükseliyor, sanki kadın asıl olana henüz ulaşamamış gibi heyecan dolu, sabırsız… O anda bu kadını korkutuyor fakat bu duyguda çok kısa kalıyor. Bir nefes daha, eli kapıya uzanıyor. Kapının tokmağı yok, yalnızca itmesi yetiyor ama ağır kapı henüz sadece biraz aralanmış durumda. Kadının gözleri şaşkınlıkla açılıyor çünkü kadın bulunduğu yer ile kapının ardında gördüğü şeyleri ve algıladığı sonsuzluk hissini birbiriyle bağdaştıramıyor. Küçük bir korku anı daha ama yerini hemen heyecana bırakıyor ve sonunda merak ve ileriye gitme arzusu hepsinden baskın çıkıyor. Tek bir adım daha atması gerekiyor ve kadın hiç düşünmeden o adımı atıyor. Sınırsızlığa ve olasılıklarla dolu kendi yaratıcı evrenine…

Değerli okuyucular, devamı haftaya demek isterdim ama mor kapının ardında ne olduğunu ben bile bilmiyorum. Tabii ki kafamda bazı fikirler, kurgular dolanıyor ama iş kalemimde bitiyor, ben onun çağrısını duyar ve yeniden yazmaya başlarsam, kim bilir belki kadına neler olup bittiğini öğrenebiliriz…

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA