DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Mine Çağlıyan
Mine Çağlıyan
Giriş Tarihi : 14-08-2022 04:50

Çalakalem Yazılar 4 /Bir Adam Bir Kadın...

Bu hikayenin bir başı ya da sonu yok. Tam ortalarında bir yerden bodoslama dalıyoruz içine. Yine de ne olup bittiğini anlamak için önce bir nerede olduğumuza bakalım. Mekan dünyada bir yer gibi görünüyor. Başka nerede olacaktı diye soranlarınız olabilir ama söz konusu kalemi tanıyanlar bilir; olasılıklar çok çeşitli olabilir. Mesala paralel evren olabilir ya da dünyaya benzeyen başka bir gezegendir. Öyle bir gezegen var mıydı diye de sormayın artık…

O zaman mekana dönersek; dünyada bir yer dedik, deniz kıyısında küçük bir kasaba. Mevsim yaz. Birkaç plaj yan yana sıralanmış ama o alışılmış üst üste kalabalık yok. Sıcaklık tam kıvamında, denize girmek istemeyenler tatlı yaz meltemi sayesinde kumlara gömülmüş masaların etrafında rahatça oturup serin içeceklerini yudumlayarak sohbet edebiliyorlar. Tuhaf ama ortalıkta hiç çocuk görünmüyor, dolayısıyla denizden bağırış çağırış sesler gelmiyor ve yetişkinlerin muhabbeti de bölünmüyor. Denize girmeyi seçenlerin bir kısmı antreman yüzüşünde. Daha yaşlılar ise başlarında şapkaları ve gözlerinde güneş gözlükleri ile deniz suyunun şifalı minerallerinin her bir molekülünden yararlanmak istercesine yalnızca suyun içinde duruyorlar. Küçük gruplar halindeler, suyun omuz seviyesini geçmeyen yerlerinde konuşlanmış muhabbet ediyorlar. Konuşma konularını bilmiyoruz tabii ki o kadar yaklaşamadığımız için ama çoğunun dedikodu yaptığı yüz ifadelerinden belli. Bir kısmı da hastalıkları ve bunlar için aldıkları ilaçlar hakkında tuhaf bir şevkle konuşuyor. Yani yüzlerindeki hafif ekşi ve kaygılı ifadeler yüzünden benim hissim o yönde fakat içlerinden bazıları ara sıra diğerlerine karşı üstünlük sağlamış gibi zafer ifadeleri takınıyorlar. Sanki bu ilaçlar ve hastalıklar mevzusunu saçma bir yarış haline döndürmüşler kendi aralarında…

Kimseyi sıkmadan kamerayı denizden çekelim artık, hatta kumsaldan da çıkalım. Biraz daha geriye yemyeşil çimenlere doğru ilerleyelim. Arazi geniş, masalar birbirlerinden bağımsız ve uzak bir şekilde, hatta belirli bir plana sadık kalınmadan gelişigüzel konulmuşlar bu geniş alana. Sanırım buradaki hiçbir işletmecinin insanları üst üste yerleştirerek daha çok kar etme amacı yok. Ne kadar rahatlatıcı… Masaların aralarında dolanıyoruz, kamera daha da geride bir yerde yoga yapanlara odaklanıyor bir süre, sanki bir şey arıyor ama aradığı orada değil, ne yoga duruşlarıyla ne de yapanlarla ilgileniyor ve çok geçmeden de yeniden çimlerin üstündeki masalara dönüyor. Aralarındaki mesafe sayesinde hiçbir masa birbirini rahatsız edemez durumda, ara sıra masalara uğrayan davetsiz misafirleri saymazsak… Yörenin kedi ve köpeklerinden bahsediyorum tabii ki, onlar olmazsa olmaz. Ortamın sakinliğine ve sessizliğine onlar bile uyum sağlamışlar; ses çıkartmıyorlar, sürekli bir şeyler isteyip şımarmıyorlar. Seven olursa mutlu oluyorlar, yiyecek bir şeyler de kaparlarsa onlardan daha mutlusu yok… Nitekim az sonra hemen hemen hepsinin karnı doyuyor, sonunda şefkate de doyunca gölgelere çekilip güzel bir uykuya dalıyorlar. Hadi artık onları da tatlı rüyalarıyla baş başa bırakalım. İçimden bir ses burada olmamızın başka bir sebebi olduğunu söylüyor.

Kamera birdenbire, sanki asıl aradığını bulmuş gibi oldukça kararlı bir şekilde tek bir noktaya doğru dönüyor: Asırlık ağaçlardan birinin altında, diğer herkesten belki birkaç metre daha da uzakta duran masaya doğru yavaş yavaş yaklaşıyoruz şimdi. Sanırım sonunda hikayenin asıl kahramanlarına ulaştık. Bir kadın ve bir adam karşılıklı oturuyorlar bu masada. İkisi de arkasına yaslanmış. Beden dilleri birbirlerinden uzak kalmaya çalıştıklarını anlatıyor sanki. Şimdi hikayenin burasında, sankileri ve gibileri bırakıp kalemin algısına göre anlatacağım her şeyi:

Kadının gözleri kapalı, derin derin nefesler alıp veriyor, havanın tadını çıkarıyormuş gibi görünse de dikkatli bakan gözleri kandıramaz. Dudakları büzülmüş, bir şey fena halde içine oturmuş gibi buruk, huzursuz… Tüm duyguları, karşısında oturan, orada olan ama aslında olmadığını düşündüğü adamla ilgili, onun söylediği bir söze alınmış her zamanki gibi. Oradan hemen kalkıp gitmek istiyor ama nedense buna gücü ya da cesareti yok…

Adam ise… İşte o başka bir hikaye. Kadının tam tersi gözleri açık. Doğrudan kimseye bakmıyor ama her şeyi görebiliyor. Bu onun gücü. Kim kiminle ne iş yapıyor, kimi dolandırıyor, kimi seviyor, kiminle kırıştırıyor, ne yalan söylüyor, neyi saklıyor, ne söylüyor ya da ne söylemiyor, hepsini biliyor. Parantez açıyorum; adam bir ajan değil… Geleli belki yarım saat bile olmamış ama o karakter analizlerini çoktan bitirmiş. Kime selam verilir, kimin yüzüne bakılmaz biliyor artık, ya da bildiğini sanıyor. Ama bu detay şimdilik önemli değil çünkü adamın kararları baki ve kimse değiştiremez bunları. Yargı süreci bitmiş, hüküm verilmiş…

Adam hem kendisinden hem de kendinden kopuk bir şekilde karşısında oturan ve belki de hayatı boyunca tanıdığı, ailesi de dahil olmak üzere herkesten daha çok sevdiği kadını süzmeye başlıyor etrafıyla işi bitince. Ona da kızgın. Herkes kadar olmasa da kızgın. Az konuşan ama konuştuğunda kendisini bir şekilde ifade eden kadının bunu yapmasını istemiyor. Onu anlayacak zekaya sahip yine de çelişkiye düşebiliyor, kafası karışıyor bazen. İşte bunu hiç istemiyor. Onun boyun eğmesini istiyor. Acaba neden?

Hükmetmeyi seviyor belki ya da kontrol bir tek onda olsun istiyor olabilir. Aynı şey değil, emin olun… Hikayenin burasında bize verilen tek bir ipucu var; çizilen portrede adam kötü birisi gibi gözükse de aslında değil. Bu ipucuyla kimseyi yargılamadan ve yalnızca gözlemleyerek devam edelim ve yine kadına dönelim:

Boğuluyor sevdiği adamın yanında. Evet onu çok seviyor ama artık ondan hiç hoşlanmıyor. Bu çok rahatsız edici bir duygu ama kadının içini asıl burkan şey, bunun en başından beri böyle olduğunu ve bu durumu aşkın gözü kör eden ilk anlarında bile bildiğini fark etmek… Bu aşka cesurca ve korkusuzca değil, tam tersi bir şekilde kaygılarla başladığını bilmek, olmayacağı oldurmaya çalıştığını bilmek…

Evet şimdi tam bu anda, asırlık ağacın altındaki masada karşılıklı otururlarken, onun bir sözüne kırıldığı için buruk gibi görünüyor ama artık biz biliyoruz bunun basit bir alınganlık olmadığını, yani kadın pireyi deve yapmıyor. Adamı sevdiği andan itibaren kendini bastırmak zorunda kalmış, ya da bunu seçmiş demek belki çok daha doğru olur. Sonuç olarak gerçekte kim olduğunu yavaş yavaş unutmuş ve uzunca bir süreyi buna adapte olarak, yani uyuyarak geçirmiş. Yaratıcı gücünü hatta kadın olma gücünü bile kaybetmiş bu arada. Yalnızca uyumuş. Yeniden uyanışı yakın bir zamanda olmuş, öyle birdenbire değil tabii ki, yavaş yavaş her gün başka bir uzvu can bulmaya başlamış.

Hem adamı hem de kendini suçlama evrelerinden geçtikten sonra sonunda tam arada derede bir yere, yine hiçbir adım atamadığı, yaratıcı bir karar alamadığı, pek de verimli düşünemediği ama tüm bunlarla birlikte daha sakin kalabildiği bir bekleme haline ulaşmış. Hadi biz oraya istasyon diyelim. Kadın bugün hala orada… Bu yüzden hareket edip oradan kaçamıyor. Her hareket büyük bir cesaret ve güç istiyor çünkü. Acaba yapabilecek mi?

Adam o anda gözlerini açan ama kendisine hiç bakmayan kadını izlemeye devam ediyor. Aklından bir düşünce geçiyor; onun dünyaya dönmesi… Uzun süredir yanında hatta yakında bile değil, sanki hiçbir yerde… Peki neden? Birden yüreği sıkışıyor. Evet bir şeylerin hiç de yolunda gitmediğinin çoktandır farkında ama o anki hissi her zamankinden daha da yoğun. Düşünmeye, anlamaya çalışıyor bu hissi, zihni ise kendinden ayrı bir varlık gibi çeşit çeşit saçma teoriler üretmeye başlamış o anda ama artık bunlarla biraz da olsa başa çıkmayı öğrenmiş. Bunun bir nedeni de artık yeterince zaman geçmiş ve kadınını çok iyi tanımış olması. Önceleri onu birtakım kalıplara sıkıştırmayı ve yargılamayı çok kolay başarıyorken, artık varlığının özü buna izin vermiyor çünkü sonunda kadınına gerçekten güvenebildiği o noktaya ulaşmış. Kadının dile getirdiği özgürlüğün gerçek anlamını da artık bildiğinden, zihninin oyunlarına kanıp öfkelenmesi için hiçbir sebep yok. Yine de tüm bunlara rağmen, az evvel yüreğini sıkıştıran o hissi hala tanımlayamadığı için öfkeli. Fakat az sonra içindeki o his büyümeye ve aynı anda da kalbi deli gibi atmaya başlıyor. Kabul etmekte zorlandığı bu his, gözleri hala kadının yüzünde dolaşırken bir süre daha zihnini kurcalıyor. Ve sonunda his gerçeğe dönüşüyor. Hem de asla yadsıyamayacağı kadar somut bir gerçeğe;

Az konuşan ama kendisini bir şekilde ifade etmeyi başaran kadının bir süredir hiç konuşmadığı gerçeği…

Bir kadın tamamen sustuğunda değişimin çoktan başladığını biliyor adam. Artık savaşacak bir şeyi kalmamıştır kadının ve suskunluğu son hareketinden önceki bir dinlenme ve güç toplama halidir…Adam bunların hepsini biliyor, o kadar farkında her şeyin kabul etmek istemese de…

Şimdi kamerayı biraz geriye alalım, bu mesafeden onları izlemeye devam edelim. Evet kabul ediyorum, çok yorucu ve üzücü duygular bunlar bu yüzden hep birlikte derin bir nefes alıp biraz bu duygudan uzaklaşalım istedim. Olaylara ya da kendime daha geniş bir açıdan, dışarıdan baktığımda durum ne olursa olsun kendimi hep daha iyi hissederim çünkü o zaman çözülmeyecek hiçbir sorun olmadığından emin olurum. Yeter ki kendime karşı dürüst olayım, yeter ki sevdiklerime karşı dürüst olayım. Sevdiklerini ve kendini kırmadan gerçeği yaşamanın bir yolu mutlaka bulunur, öyle değil mi? Bu öyle narin bir yoldur ki, yumuşak adımlarla yürünürse, geride bırakılan kalp kırıkları bir süre sonra kendiliğinden şifalanmaya başlar ve geriye saf sevgiyi bırakır…

Dinlendik mi, ruhumuz biraz huzur buldu mu? Bakın kediler ve köpekler uyanmışlar, herbiri başka bir masaya doğru ilerliyor. Az sonra başları okşanacak, karınları doyacak. Yetişkinlerin antreman yüzüşleri bitmiş ve yaşlıların kıyı sohbetleri de kumsala taşınmış, dolayısıyla tüm masalar dolu artık. İlk izlemeye başladığımızdaki kadar sessiz de değil ortam, akşamüstü güneşinin ve havanın keyfine biralar ve şaraplar açılmış, ses tonları yükselmiş. Buna yöre hayvanlarının eşlik etmesi de gecikmiyor. Onların şımarıklıkları da ortamı kesinlikle bozmayan hafif bir müziğin kulakları şenlendirmesiyle aynı anda başlıyor. Oradaki herbir canlı mutlu o anda, kimse asırlık ağacın altındaki masada neler olup bittiğini bilmiyor. Zaten o kadar uzaktalar ki enerjileri kıyıya ulaşmıyor bile… Ama bize ulaşıyor, aklımız onlarda değil mi?

Sanki evren bizim kaygımızı hissetmiş gibi aniden sert bir rüzgar çıkıyor. Asırlık ağacın gövdesi sağlam, tabii ki yerinden oynamıyor ama uzun dalları şiddetle rüzgarın estiği yöne doğru yatıyor, havada sallanıyor. Kadın o anda gülümsüyor ve ayağa kalkıyor. Artık buruk değil içi, kalbinde tek bir soru işareti de yok. Sanki artık istediği yöne doğru, istediği adımı atabilirmiş gibi hissediyor kendini. Sanki zaman gelmiş ve artık istasyondan çıkabilirmiş gibi hissediyor kendini. Rahatlıyor, sevdiği adama dönüyor bakışları,

“Seni seviyorum.” diyor.

Adam anlıyor onu ama kalbi kırık. Gururu elden bırakamıyor bir süre. Ama sonunda yüreği sakinleşiyor bir nebze ve o zaman yerinden kalkıp kadının yanına geliyor, onun elini tutuyor. Hiçbir şey söylemiyor, göz gözeler, belki birkaç saniye, belki birkaç dakika öyle kalıyorlar, emin değiliz, sanki zaman normal akışında değil ama o gözler o kadar çok şey söylüyor ki birbirine, o ne kadar sürdüğünü bilmediğimiz anların içinde… Ve sonunda el ele arabaya doğru yürümeye başlıyorlar. Buna benzer anları daha önce defalarca yaşamış olduklarını hatırlıyorlar o kısa yürüyüşlerinde ama bu kez son olduğunu ikisi de biliyor…

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA