DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Mine Çağlıyan
Mine Çağlıyan
Giriş Tarihi : 14-08-2022 04:22

Çalakalem Yazılar 3 /Ajlan...

“Sen O’sun, değil mi?”

“Evet, sen de O’sun…”

Yıl 1990

Yer; bir zamanların ünlü müdavimleri olan meşhur Ece Barı, Etiler, İstanbul. İlk karşılaşma… İki genç kız da ötekisinin kim olduğunu biliyor. Çünkü onlar henüz birbirleriyle karşılaşmadan önce ortak tanıdıklarından şu sözleri duyup durmuşlar:

“Bir kız var, sanki senin ikizin. Bilmesem gerçekten kardeş olduğunuzu düşüneceğim.”

Dolayısıyla bu ilk karşılaşmadaki o gizemli ‘Sen O’sun’ sözlerinin nedeni bu. Bu ilk karşılaşma Ece barın ana kapısından geçince mekanın içine açılan diğer kapının tam önünde gerçekleşiyor, biri dışarı öteki içeri girerken… Ajlan gülümseyerek ve yüzünde ‘Nihayet’ der gibi bir ifadeyle Mine’ye elini uzatıyor.

“Merhaba Ajlan. Evet, ben de seni tanıyor gibiyim.”

En fazla 6 ay sonra aynı sahnedeydik…

Kasım ayı yaklaşırken hep o aynı boşluğa düşüyorum. Belki zaman acıyı söküp alıyor insanın içinden ama özlem her şey dünmüş gibi taze kalıyor. Yüzü, gülümseyişi ve her türlü ifadesi hala gözümün önünde, sesi kulağımdan gitmemiş. Derler ki bir süre sonra ses de yüz de yavaş yavaş uçmaya, silikleşmeye başlarmış hafızalarımızdan. Elbette onu hatırlatan fotoğraflar, ses kayıtları ve videolar var ama benim onlara bakmaya hiç ihtiyacım olmadı. Benim için onun konuşurkenki ses tonu ve yüz mimikleri bile hala canlılığını yitirmemiş bir şekilde olması gereken yerde duruyor. Bana yazdığı mektupları ya da küçük notları okurken onun sesini de duyabiliyorum, her bir kelimeyi nasıl vurgulayacağını biliyorum, o anki ifadesini görebiliyorum. Tıpkı birlikte şarkı söylerken olduğu gibi… Daha ilk andan itibaren birbirinden farklı ses tonlarımızın birbiriyle bu kadar örtüşerek tek bir sese dönüşmesi de bu anlayışla olmuştu. O benim, ben onun hangi melodiyi hangi vurguyla ve nasıl bir zamanlamayla söyleyeceğimizi biliyorduk. Yalnızca bu da değildi, bazen birbirimizden habersizce neredeyse aynı kıyafetleri giyerdik, sohbetlerimizde bazen aynı anda aynı kelimeleri kullanırdık. Böyle bir şey kolay kolay insanın başına gelmez. Belki de bu yüzden bizi hep kardeş sandılar. Ancak şunu da söylemem gerekir ki tüm bunların yanında biz birbirinden tamamen farklı iki karakterdik. Düşünün; bir akrep ve bir koç…

Yıl 1991…

Kış ayları boyunca harıl harıl çalışmışız. Şarkı söylemekten bıkmamışız tabii ki ancak İstanbul’dan sıkılmışız ve bir tatili hakediyoruz. O dönemki çalışma şeklimiz şöyleydi: Ara sıra birlikte, ara sıra ayrı ayrı caz söylemeye devam ediyoruz ama asıl grubumuz Ajlan, ben ve Bay Orkestra’dan oluşuyor. Evet, doğru okudunuz, Bay Orkestra tek kişilik bir orkestra, her şeyi yazmış, çizmiş, sahnede bu altyapıların üzerine canlı piyano çalıyor. Hangi arada olmuş bilmiyorum ama bir şekilde onu tavlamış ve sonra da hemen evlenmişim onunla. Hem Ajlan hem de benim için çok değerli ve bizde çok emeği olan bu muhteşem müzisyenin adı Aycan Teztel. Üçümüz bir aile gibiyiz, hatta gibi değil öyleyiz…

Ne diyordum, İstanbul’dan sıkılmışız ama bizim için müziksiz bir tatil mümkün değil. Yalnızca denize girip yiyip içerek olmaz, dolayısıyla arabanın bagajını müzik aletleri ve sahne kostümleriyle dolduruyoruz. Birkaç mayo, şort ve şıpıdık terliklerden oluşan birer sırt çantası daha ekleyince yola çıkmaya hazırız. Ege’ye doğru yol alıyoruz, Bodrum’da kısa bir konaklama, biraz deniz, biraz güneş, bir-iki konser derken yine toplanıp yola devam ediyoruz. Dolaşa dolaşa sonunda kendimizi Kemer’de buluyoruz. O zamanlar, eğer yanlış hatırlamıyorsam, Belek bölgesi henüz yükselişe geçmemiş, dolayısıyla en gözde yer Kemer ve tüm büyük oteller de orada. Gözümüze kestirdiğimiz ilk otele giriyoruz. İki ufak tefek genç kız ve bir adam… Kimse bizi tanımıyor tabii ki ama biz rahatız, hemen genel müdürle konuşmak istediğimizi söylüyoruz.

Resepsiyondakiler çok kibarlar ama bize attıkları tuhaf bakışlarında, “Kim bunlar yahu?” şeklindeki soru işaretlerini görmemek mümkün değil. “Konu neydi?” diye soruyorlar doğal olarak. Yılmak yok, kararlıyız, “Biz müzisyeniz.” diyoruz ama hala ilgilerini genel müdüre haber verecek kadar çekememişiz, hatta artık bizi başlarından atmak ister gibi bir tavır almaya çok yakınlar. Tam o anda Ajlan, karakterine oldukça aykırı bir şey söylüyor. Böyle bir şeyi onun ağzından ilk kez duyuyorum. Biraz şaşkınım ama ne yapmaya çalıştığını da anlamışım;

“Ben Erol Büyükburç’un kızıyım.”

Bu gerçekten de böyle bir cümleyi ondan ilk ve son duyuşum oluyor. Ajlan’ın, bir daha başkaları sormadan babası hakkında konuştuğunu ya da onun adını kullanarak kendisine pay çıkardığını hiç duymuyorum. Kendi aramızda konuştuklarımız ise sonsuza dek bende mühürlüdür…

Genel müdür bizi kabul ediyor. Çok düzgün ve sıcak bir adam, belli ki kültürlü, şimdinin vasıfsız ve tepeden inme, hatta görgüsüz ve ‘her şeyi ben bilirim’ diye ortalarda gövde gösterisi yapanlarından değil.

Yine de, “Biz müzisyeniz, burada çalışmak istiyoruz.” dediğimizde şaşırıyor biraz, bizden emin değil gibi…

Bunun üzerine biz de, “Size bedava bir konser verelim.” diyoruz. İşte bu aklına yatıyor. Aslında tavrımızdan ve duruşumuzdan etkilenmiş ve hatta bizden hoşlanmış olmalı ki sonra şöyle diyor,

“O zaman ben de bu konsere çevredeki tüm otellerin genel müdürlerini çağırırım.”

Harika!

Konser ertesi gece, o geceyi bir yerlerde geçirip ertesi gün akşamüstü otele dönüyoruz. Kulis filan yok ama çok şık tuvaletler var. Ajlan ile birlikte buna hiç takılmadan güle oynaya sahneye hazırlanıyoruz. Kendimizden çok emin olmanın rahatlığı var üzerimizde. Biliyoruz ki üçümüz birlikte bomba gibiyiz. Cazdan popa, hem nostaljik hem de güncel parçalardan oluşan çok geniş bir yabancı repertuarımız var. Her yaştan turisti mutlu edeceğimizden eminiz. Ve sonunda sahnedeyiz. Az sonra seyirci coşmuş, genel müdürlerin de ağızları açık kalmış…

Tüm bir yaz sezonu boyunca o ilk konseri verdiğimiz otelde kalıyoruz ve hem orada hem de diğer bir sürü otelde konserler veriyoruz. Ajlan ile birlikte geçirdiğimiz o ilk yazımız işte böyle müzikle dolu, bir sürü anı biriktirdiğimiz, bol kahkahalı ve dostluğumuzun perçinlendiği bir yaz oluyor.

13 Kasım 1970- 13 Kasım 2021

Bugün seni kucaklayıp iyi ki doğdun diyemiyorum dostum ama iyi ki hayatıma girmişsin. Öyle bir iz bıraktın ki… Bugünkü farkındalığımla seninle olan geçmişime dönüp baktığımda, beni ben yapan, beni bugüne getiren rehberlerimden biri olduğunu anlıyorum. Hayatıma kattığın her anlam için sonsuz teşekkürler…

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA