SİNEMA / TİYATRO
Giriş Tarihi : 07-02-2024 22:30

Bergen Filminin Analizi / Serhan Poyraz

Yazan: Serhan Poyraz -BERGEN FİLMİNİN ANALİZİ

Bergen Filminin Analizi / Serhan Poyraz

BERGEN FİLMİNİN ANALİZİ

Bir tokat gibi çarptı yüzüme, izlediğim son film... Ağlarken duymasınlar diye tuttuğum nefeste boğuldum adeta… Düğüm düğüm oldu boğazım… Abartmıyorum, benim de kızım var diyedir, belki de…

İzlediğim film, yönetmenliğini M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yaptığı, başrollerini Farah Zeynep Abdullah, Erdal Beşikçioğlu ve Tilbe Saran’ın paylaştığı, 2022 yılı yapımı “Bergen” filmiydi.

Yıllar yılı dert yolunda
Ne ilk ne de sonuncuyum
Kahrediyor hayat beni
Acıların kadınıyım

Bu film, “Acıların Kadını” olarak bildiğimiz Bergen’in hayat hikayesi; ama kesinlikle sıradan bir biyografi değil. Bergen üzerinden ülkemizdeki kadına şiddet ve kadın cinayetlerini irdeleyerek aslında çok şey söyleyen bir film… Bergen ülkemizde ilk öldürülen kadın değil, ne yazık ki sonuncu da olmadı. 1989 yılında öldürülen Bergen’den sonra geride kalan yıllarda binlerce kadın öldürüldü ve hala da öldürülmekte…

Söylemiyor kimse derman
Öyle zor ki mutlu olmak
Yüreğinde büyük ferman
Acıların kadınıyım
Ben acıların kadınıyım

Kadına şiddetin, cinayetlerin önüne nasıl geçilecek? Bu işin çözümü ne? İşte tam da bu noktada, bir şeyler söylemek ve farkındalık yaratmak adına şiddet sahnelerini göstermeden içinize işleyecek, ruhunuza, kalbinize ve vicdanınıza dokunacak bir film, Bergen.

Gerçek adı Belgin Sarılmışer olan Bergen, 1959 yılında, yedi çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya geldi. Belgin henüz altı yaşındayken annesi ve babası boşanınca, annesi ile birlikte Mersin’den ayrılıp Ankara’ya yerleşti. İlkokul yıllarında mandolin çalıp şarkı söyleyen Belgin’in müziğe olan yeteneği dikkat çekiciydi ve öğretmenlerinin de yönlendirmesi ile Ankara Devlet Konservatuarı’nın Piyano Bölümü’nü birincilikle kazandı. Piyano ve çello çalmayı çok seviyordu ve bu konuda olağanüstü bir yeteneği vardı. Konservatuar arkadaşları ile gittiği Ankara’nın o dönemki seçkin caz barlarından birinde, arkadaşların isteği üzerine sahnede şarkı söyleyip çok büyük ilgi alınca, mekan sahibinden sahne teklifi aldı. Klasik müzikteki yeteneğinin yanısıra, Türk Sanat Müziği, Türk Hafif Müziği ve aranjman parçalar söyleyen ses sanatçısı olarak da ışığı parlamaya başlamıştı.

Her insanın yüreğindeki en büyük ferman mutlu olmaktır ya; müzik de onun için bir yaşama sevinciydi, varoluş mücadelesiydi. Her kız çocuğu gibi babasını çok seviyordu. Anne ve babasının ayrılmasının içinde yarattığı acıyla küçük yaşta büyümeye başlamıştı.

Müziğe tutundu, başarılıydı ve mutluluğunu paylaşmak için babasına gizli gizli mektuplar yazıp gönderdi. Babası vardı evet ama yok gibiydi ve bu yokluk aslında onun hayatındaki görünmeyen ama hayatına yön verecek olan en önemli şeydi. Babasına yazdığı her mektup okunmadan geri iade oldu ancak annesi, kızını korumak için, geri gelen mektupları Belgin’e göstermedi. Ta ki, babası bir gün Ankara’ya gelip annesine; “Belgin, barlarda şarkı söylüyormuş. Benim kızım şarkıcı olamaz. Kızımı bana vermeni istiyorum” deyinceye kadar…

Çocukluk yıllarından itibaren, Belgin’in annesi ile aralarında gelişen simbiyotik bir ilişki vardı ve zamanla birbirlerinin ayrılamaz birer parçası gibi oldular. Annesi, Belgin üzülmesin diye ilk başlarda karşı çıksa da, sonunda Belgin’in yapmayı istediklerini kabul ediyordu.

Bir şey hariç…

Sevdalardan darbe yedim
Şu gönlüme sev mi dedim
Ömrü yare kul eyledim
Acıların kadınıyım

Belgin, konservatuar öğrencisi iken, o zamanlarda futbolcu olan Abdullah ile aşkı ilk kez tattı; hatta ondan evlenme teklifi bile aldı, ancak annesi gizlice Abdullah ile konuşup kızını bırakmasını, kızının okulunu bitirmesi gerektiğini söylediğinde, Abdullah Belgin’i bir daha rahatsız etmedi. Annesinin “Benim kızım bir futbolcu ile evlenemez. Okulunu bitirecek” düşüncesi ile, Belgin’in ilk aşk deneyimi büyük bir hüsranla bitmişti. Oysaki o, sevgiyi ona hissettiren Abdullah için eğitimini bırakmayı bile göze almıştı. Abdullah da onu hiç unutmayacaktı.

Çekip gitti sevilenler
Garipler de ezilenler
Dünya sizin sevmeyenler
Acıların kadınıyım
Ben acıların kadınıyım

Ankara’daki caz bardan sonra Belgin, bu kez de Adana’daki bir gece kulübünden teklif alınca, tüm hayatını şekillendirecek olan Adana yolculuğu başlamış oldu. Belgin, çalıştığı mekana her gece ısrarla gelen ve onu çiçeklere boğan gizemli bir adam ile tanıştı. Adana’daki gazinoda çalışması için kendisine verilen otomobilin çalınması ve büyük bir borç içinde kalması sebebiyle, borçlarını üstlenen bu adamla ile evlendi ve bir süre sonra eşinden şiddet görmeye başladı. Ve sonradan öğrendi ki, babası yaşındaki bu adam aslında evliydi ve Belgin’e kıydığı nikah düzmeceydi.

1979 yılında, annesi ile birlikte Ankara’ya geri dönen Belgin; Bülent Ersoy, İbrahim Tatlıses gibi sanatçılarla birlikte sahne almaya başladı. Ancak o adam, eşinden ayrılmış ve Belgin’in peşini bırakmamıştı; ve sonunda, ailesinin tüm itirazlarına rağmen Belgin “Seviyorum” diyerek yine bu adamla 1982 yılının başında evlendi.

Belgin’in evlilik hayatında yeniden şiddet başlayınca, eşi ile ayrı yaşayarak çalışmaya devam etti ve 31 Ekim 1982’de İzmir’de çalıştığı zamanlarda yüzüne kezzap atılınca bir gözünü kaybetti. O günleri Belgin’in annesi sonra şöyle anlatacaktı; “İki yıl önce kızımı eter koklatarak kaçırdı. Bergen’e pavyon fedailiği yapan bu adamla evlenmemesini, kendisini mutlu edemeyeceğini defalarca söyledim. Fakat o; ‘Bir defa adım çıktı, geri dönemem.’ diyerek beni dinlemedi. Gece kulüplerinde Türk müziği söyleyen kızım sesi ve fiziğiyle kısa zamanda aranılan sanatçı oldu. Bergen’in başarısını kıskanan damadım her gün bir huzursuzluk yaratıp kavga çıkarıyordu. Sonunda bu evliliğin artık yürümeyeceğini düşünerek boşanmaya karar verildi. Buna rağmen kızımın peşini bırakmayan bu adam; ‘Seni kimselere yar etmem.’ diyerek devamlı tehdit ediyordu."

Uğradığı saldırıdan sonra ismi gazetelere yansıyan ve ülke çapında tanınan Belgin, tedavisinin ardından, 1985 yılında tekrar sahneye çıkmaya karar verdi. Klasik müzik dehası iken, yaşadıklarıyla artık o; “Acıların Kadını” olarak arabeskin kraliçesi olmuştu.

Birincide yaralayanın, ikincide öldürdüğüne en iyi örnek belki de Belgin…

Belgin, kendisine yönelik kezzaplı saldırının azmettiricisi eşinin yakalanıp yedi yıl hapis cezası almasının ardından da onunla ilişkisini sürdürdü. Eşinin 1988 yılında tahliye olması üzerine müzik ve sinemayı bıraktı. Ancak, 1989 yılında eşinden boşandı ve yeniden çalışmaya başladı.

1989 Ağustos ayında, Adana'nın Pozantı ilçesinde eski eşi tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Silahlı saldırıda, Belgin’in annesi Sebahat Çakır ise yaralandı. Cinayetten sonra yurtdışına kaçan eski eş, Almanya‘da yakalanıp; 15 yıla mahkûm oldu. Cezası iyi halden 3 yıla indirilen eski eş, Almanya ve Türkiye'deki 16 aylık tutukluluk süresi göz önüne alınarak toplamda 7 ay hapis cezası aldı.

Belgin’in mezarı, doğduğu şehir olan Mersin'dedir. Cinayeti işleyen eski eşin tehditleri nedeniyle Belgin’in mezarı 6 kilitli bir kafesle korunmaktadır. Belgin’in kardeşi bu durumla ilgili bir röportajında şöyle demiştir: "O adam, 32 yıl önce Belgin'i öldürmeden, gecenin ikisinde arardı telefonla; ‘Kemiklerini size bırakmayacağım, onu öldüreceğim’ derdi. Annem o mezara o kafesi bu yüzden yaptırdı."

Bergen’i öldüren eski eşi yıllar sonra verdiği röportajda; “Bergen’i namusumu korumak için öldürdüm” dedi ve işlediği cinayetten ötürü hiç de pişman olmadığını belirtti.

Tanrım, kötü kullarını sen affetsen, ben affetmem
Bütün zalim olanları sen affetsen, ben affetmem
Sen Tanrısın affedersin, bağışlarsın kulum dersin
Neler çektim sen bilirsin, sen affetsen ben affetmem.

Filmi izleyeli üç gün oldu ama hala etkisindeyim. Bergen’in yaşadıklarına çok üzüldüm ve sarılmak istedim ona, teselli edebilmek adına…

Benim için üzülme
Benim için üzülme
Benim için üzülme
Benim için üzülme

Sevgiyi yaşamaz hiç
Bağlamak bana düşer
Bir ömür harap oldu
Ağlamak bana düşer
Bir ömür harap oldu, ah
Ağlamak bana düşer.

Mutsuzluk, hayal kırıklıkları ve gözyaşı içinde kaybolup giden yaşamlar…

Evet, bu film kesinlikle sıradan bir otobiyografi değil. Ülkemizde yaygın bir şekilde bulunan kadın ve erkek formlarını ortaya koyuyor. İzlediyseniz anlamışsınızdır, izlemediyseniz ve eğer izlerseniz de göreceksiniz ki, bu filmin karakterleri, gazetelerde çok sık okuduğumuz, televizyonlarda gördüğümüz kadın ve erkek formlarından oluşuyor.

Zaten, belki de bu, filmin gişe başarısının sırrı… Herkes kendinden, kendi çevresinden bir şeyler yakalıyor hikayenin içinde… Bu da; kimimiz fiziksel şiddete maruz kalsa da, aslında hepimizin ilişkilerimizde psikolojik şiddete maruz kaldığını göstermiyor mu?

Her müzik türüne yatkın ve etkileyici sesi olan Bergen “dinlemeyen çok şey kaybeder” dedirtecek yetenekte bir sanatçı iken, onu dinleyenlerin aslında pek çok şeyini kaybetmiş olması da oldukça hazin…

Filmi izledikten sonra; “Ey babalar, kız çocuklarınız varsa sevin, saçlarını okşayın onların… Duygularınızı hep hissettirin, baba sevgileri eksik kalmasın. Sevmeyi, sahiplenmeyi sizden öğrensinler ki, büyüdüklerinde gözlerinin içine baka baka onları sahte sevgi oyunları ile kandırmaya çalışan veya içlerinde yaratabileceğiniz baba sevgisi eksikliğinden dolayı, kendilerinden yaş olarak oldukça büyük erkeklere aldanmasınlar ileride.” diye haykırasım geldi. Elbette ki bu sözlerim herkese değil, sadece sevgisini ifade etmeyenlere, hissettirmeyenlere…

Kadına şiddetin veya ilişkilerde sadece fiziksel değil psikolojik şiddetin de önüne geçebilmenin yolu, birisini severken, kendimiz için narsist bir şekilde değil, o olduğu için, olduğu şekliyle sevmeyi öğrenebilmemiz gerekiyor. Yoksa, şiddetin sonu gelmeyecek, hayatlar kaybolmaya devam edecektir.

Bergen filminin düşündürdüklerini ve hissettirdiklerini geniş prodükiyon ekibini, yönetmenlerini ve oyuncu kadrosunu tebrik etmek gerekiyor çünkü gerçekten çok iyi iş çıkarmışlar. Kadına şiddeti göstermeden ama insanın içine ilmek ilmek işleyerek hissettiriyorlar.

Tabii ki, oyunculuklar da harika. Farah Zeynep Abdullah olağanüstü ve her müzik türünden Bergen’in seslendirdiği şarkıları, o türün profesyonel ses sanatçısı gibi yorumlamış. Tilbe Saran harika. Erdal Beşikçioğlu alışılmışın dışında kötü adam rolünde ama oldukça başarılı…

Bir hayat hikayesinin arka planında, toplum olarak ihtiyacımız olan farkındalığı yaratmaya çalışan bu filme emeği geçen herkesi yürekten tebrik ediyorum.

İnsan insana yaşayabilmek adına edebiyatla, sanatla ve sevgiyle kalınız.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi