SİNEMA / TİYATRO
Giriş Tarihi : 01-10-2023 18:05

Mavi Yasemin (Blue Jasmine) - Woody Allen / Serhan Poyraz

Yazan: Serhan Poyraz -MAVİ YASEMİN (BLUE JASMİNE) / WOODY ALLEN 

Mavi Yasemin (Blue Jasmine) - Woody Allen / Serhan Poyraz

MAVİ YASEMİN (BLUE JASMİNE) / WOODY ALLEN

Yüzyıllar önce narin ve zarif bir çiçek açtı büyüleyici kokusuyla Himalaya dağlarında.

Polonyalı göçmenlerden birinin oğlu olan 17 yaşındaki bir genç, 1931 yılında bir şarkı besteledi, New York’un kuzeyindeki göletin kıyısında mehtaplı bir akşam, paten yaptıktan sonra…

Brooklyn’in orta sınıf bölgesinde yaşayan Ortodoks Yahudi Konigsberg ailesinin oğlu dünyaya geldi 1935 yılında... Adını “Allen Stewart” koydular.

Değişik kültürlerde mitlere ve halk anlatılarına konu oldu o güzel kokulu çiçek…

Hindular, çiftler arasında yakınlık ve tutku yaydığını düşündüler. Onlar için bu çiçek; aşk ve  romantizm, yani duygusallıktı. Bembeyaz açtığında bu kez de, saflık ve anneliğin sembolü olmayı yüklendi üzerine… Öte yandan bu çiçek, diğer çiçeklerin aksine geceleri çok güçlü bir kokuyla açtığından “tevazu” değerini de simgeledi.

Feng Shui'ye göre de, maddi ve manevi refahı çeken en iyi bitkilerden biriydi.

Yüzyıllar önce farklı isimlerle anılmış olsa da, bu çiçeğe “Allah’ın hediyesi” anlamına gelen Arapça “Yasmin” sözcüğünden ve “Koku” anlamına gelen Farsça “Yasmin” sözcüğünden türetilmiş “Yasemin” ismini verdi insanoğlu.

Yasemin çiçeğinin familyası içinde, ilkbahardan başlayarak kışa kadar soluk mavi renkli ve kokusuz çiçekler açanı da oldu. Ancak bunlar yasemin gibi kokmadı, sadece görüntüsü benzedi ve “Mavi Yasemin” dediler mavi renkli çiçek açanlarına…

Ve o şarkı çalmaya başladı her yerde, uzun yıllardan beridir… Gerçekte 17 yaşındaki Polonyalı bir gencin bestelediği ama tarihin bize Richard Rodgers ve Lorenz Hart’in şarkısı diye not düştüğü o şarkı…

“Blue Moon” yani “Mavi Ay”…

Blue moon you saw me standing alone
(Beni yalnız başımayken gördün mavi ay)

Without a dream in my heart
(Kalbimde herhangi bir hayal olmadan)

Without a love of my own
(Bana ait bir aşk olmadan)

Blue moon you knew just what I was there for
(Ne için orada olduğumu biliyordun mavi ay)

You heard me saying a prayer for
(Dua ettiğimi duydun)

Someone I really could care for
(Gerçekten değer verebileceğim biri için)

Pek bir güzel söyledi Frank Sinatra, Dean Martin bu şarkıyı… Dinleyenlerin ruhlarına dokunup yalnızlıklarına ortak oldular, tam da orta yerinden...

Yedi sekiz yaşına geldi, Brooklyn’de yaşayan Konigsberg ailesinin küçük Allen Steward’ı… Anne babasının iletişimsiz evliliği yüzünden diğer çocuklardan farklıydı psikolojisi… Hatta oynadığı oyunlar bile… Yedi sekiz yaşındayken film çekmeye meraklıydı mesela…

Okul dışındaki zamanlarda, evlerinin bodrumunda “Mandrake” çizgi romanını okuyup genişletiyordu hayal dünyasını...

Belki de hayal dünyası geliştikçe günden güne arttı ilgisi sinema ve televizyona. Kim bilir, belki de beyazperde ve ekrandaki hayatın gerçek hayattan daha güzel olduğunu düşünüyordu.

Ergenlik yıllarında okulda bir kıza aşık oldu Allen Stewart ve tahmin edeceğiniz gibi duygularını hiç bir zaman söyleyemedi. Aşık olduğu kızın “Woody” adında bir köpeği vardı ve Allen on beş yaşındayken “Woody Allen” olarak adını değiştirdi.

Bunu komiklik olsun diye yaptığını söyledi çok yakın arkadaşlarına… Gerçekten de komik olmak ve özellikle de komik şeyler yazmak rahatlatıyordu onu… Nitekim o yıllarda, yani on beş on altı yaşlarındayken, çeşitli radyo ve televizyon programlarına komedi skeçleri yazıp göndermeye başladı. Hız kesmedi, birkaç yıl sonra senaryo yazmaya da başladı.

“Stand-up” şov yaptı, senaryosunu yazdığı filmlerde küçük roller aldı ve sonunda yönetmen koltuğuna oturduktan sonra kendi filmleri dışında herhangi bir senaryo yazmadı. Yazıp yönettiği filmlerle Hollywood’a damga vurdu ve birçok ödülün sahibi oldu.

Ahh o şarkı; “Blue Moon”… 

Woody Allen’ın duygusal hayatının fon müziği olarak çaldı sürekli…

And then there suddenly appeared before me
(Ve aniden orada belirdi benden önce)

The only one my arms will hold
(Kollarımda kalabilecek tek kişi)

I heard somebody whisper “Please adore me”
(Onun “Lütfen bana hayranlık duy” diye fısıldadığını duydum)

And when I looked, the moon had turned to gold.
(Ve baktığım zaman, ay altına dönüştü)

1954 yılında Harlene Rosen ile evlendi ama  bu evlilik 1960 yılında son buldu. Allen ikinci evliliğini Louise Lasser ile yaptı. Aktris Diane Keaton ile 1970'li yıllarda birlikte oldu. 1980 yılında Mia Farrow ile tutkulu bir aşk yaşamaya başladı ama 1992 yılında Woody Allen, Mia Farrow'un üvey kızı Soon-Yi Previn ile birlikte olunca trajik bir şekilde sonlandı. Bu skandal ilişki neticesinde Woody Allen’ın öz kızı kendisini babalıktan reddetti. Woody Allen, üçüncü ve son evliliğini de 1997 yılında, kendisinden otuz beş yaş küçük olan Soon-Yi Previn ile yaptı. 

Blue moon
(Mavi ay)

Now I’m no longer alone
(Artık yalnız değilim)

Without a dream in my heart
(Kalbimde herhangi bir hayal olmadan)

Without a love of my own
(Bana ait bir aşk olmadan)

2004 yılında, Lyn Cowan bir kitap yazdı  “Mavi Kadının Portresi” adında… 

"Melankolinin tanrılar tarafından verilen bir dert, özellikle de büyüklüğe eşlik eden bir rahatsızlık olduğunu kabul eden antik çağlardan beri süregelen bir gelenek vardır" diyen Jungcu psikanalist Lyn Cowan, kitabında melankoliyi; şiddetli bir iç gözlem, geçmişle tutkulu bir meşguliyet, uzak ve derin görme yeteneği olan "Mavi Kadın" olarak tanımladı. 

Ve 2013 yılında bir film düştü beyazperdeye… 

Senaristliğini ve yönetmenliğini Woody Allen’ın yaptığı bir film… 

“Blue Jasmine” yani Türkçe çevirisiyle “Mavi Yasemin”…

Geçmiş yıllardaki filmlerinin senaryolarında Diane Keaton, Mia Farrow, Diane Wiest ve Scarlett Johansson gibi sarışın aktrislere olağanüstü başrol karakterleri üreten Woody Allen, bu filmin başrolü “Mavi Yasemin” karakteri için bu kez de başka bir sarışını, beyazperdenin divası Cate Blanchett'i seçmiş. 

İyi bir yönetmen bir çiçeğin tek başına açmayacağını bilir elbette ki… Woody Allen da Jasmine’nin üvey kız kardeşi “Ginger” rolünü Sally Hawkins’e vermiş. Ginger zencefil demek..

Zencefil ve Yasemin… Üvey kız kardeşlerin isimlerinin mükemmelliğine bakar mısınız? Her iki isim de baharat etiketini taşıyor. Yasemin, parfümlere yaygın olarak eklenen hoş bir kokuya sahip çiçek iken, zencefilin daha çekici bir kökeni vardır ve bir kök bitkisidir. Zencefilin sağlık açısından türlü faydaları var ve bunlardan biri de sakinleştirici etkisiyle kan basıncını düşürmesi…

Hayalperest ama finansal açıdan da bitik olan Jasmine de, kendi patlayıcı stres seviyelerini düşürmek için Ginger’a güvenip San Francisco’ya, onun yanına geliyor; ama minnettarlığını ona göstermekte zorlanıyor, mütevazi olamıyor. Yasemin çiçekleri mütevazi bir şekilde gece çiçek açıp inanılmaz hoş bir koku yayıyorlardı doğru, ama bizimkisi “Blue Jasmine” işte… Gece açan ama mütevazi olmadığı için kokmayan mavi yasemin…

Peki ya filmin aktörleri? Bobby Cannavale sempatik bir figür canlandırırken, Alec Baldwin bir kez daha çekicilik ve iticiliği mükemmel bir şekilde dengeleyerek başarılı zayıf adam rollerinin eşsiz tedarikçisi olduğunu kanıtlıyor. Ancak asıl sürpriz, Andrew Dice Clay'in, Jasmine'in zengin kocasıyla yaşadığı bir sürtüşme nedeniyle hayatları boyunca biriktirdiklerini kaybederek mahvolmuş, mavi yakalı, sevilmeyen bir aylak olan küskün Augie rolüne isabetli bir şekilde seçilmiş olması... Andrew Dicle Clay rolüne kattığı drama ile yıkılmış hayallerin ve özlemlerin net bir resmi haline taşıyor, Augie karakterini…

Anlayacağınız Woody Allen’ın kadro işçiliği mükemmel! 

Senaryo nasıl derseniz; şimdiki zamanı geçmişle doldurmak için anlatı kadar güçlü bir psikolojik ve tematik amaca hizmet eden, ustalıkla hazırlanmış geri dönüşler yoluyla ayrıntılı arka planı, “Blue Moon” şarkısı ve sözlerini fon yapıp, ortaya çıkaran muhteşem bir kurgu derim.

Bir dakika, bir dakika... “Blue Moon” şarkısı, asıl adı “Jeanette” olup sonradan onu “Blue Jasmine” olarak değiştiren bir başrol karakteri… Woody Allen acaba kendi hayatını ve orta yaş krizini mi sorguluyor diye düşünmeden edemiyor insan…

Evet, Woody Allen’in hayatı bir dönem melodrama dönmüştü; ama o çalışma yeteneğini kaybetmedi, eski statüsünü geri kazanmak için mücadele etmedi, çabalamadı çünkü ilerlemeye devam edebildi ve çektiği filmlerin sanatsal sonuçları çoğu zaman harika oldu.

Bence Woody Allen bu filminde bir yandan son derece kırılmış ve filtrelenmiş bir şekilde, hayatının en travmatik deneyimlerinden bazılarıyla yüzleşip bunların en üzücü sonuçlarından kurtulduğunu ima ederken diğer yandan da, mutlu sona direnerek maviliğin pençesine düşmüş, silinmeyecek trajik bir kadın başrol karakter portresi üzerinden melankolinin ve çöküşün anatomisini sunuyor izleyicisine…

Zaman içerisinde ileri-geri dolaşmasıyla, iyisiyle kötüsüyle, tüm karakterlerini aksiyona gebe görünen parçalardan ve çözüm bekleyen durumlardan oluşturarak hatırlanmak ve anlatılmak için yapılmış gibi bir film “Blue Jasmine”…

Yaşam kalitesini yeniden bir araya getirme mücadelesi, gerçekte kim olduğunu kendi içinde öğrenme yolculuğu ve acının sıcak alevleri üzerinde çıplak ayakla izlediği yol açısından Jasmine, gerçekten de analiz edilmesi gereken harika bir karakter...

Jasmine’nin acı ve ıstırap sekanslarını da, Cate Blanchett olağanüstü bir şekilde yorumluyor. Hayranlık duymamak elde değil. Hipnotize edici bir oyunculuk performansı…

Vee…

2014 yılı Oscar ödül töreninde “En İyi Aktris” ödülünün sahibi…

Cate Blanchett…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi