ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 04-01-2024 19:47

Yavuz Hırsız Misali / Yusuf Sarıkaya

Yazan: Yusuf Sarıkaya -YAVUZ HIRSIZ MİSALİ

Yavuz Hırsız Misali / Yusuf Sarıkaya

YAVUZ HIRSIZ MİSALİ

Fırtına nedeniyle coşan denizin ortasında, bir o yana bir bu yana beşik gibi sallanan bir karartı sezdi Ebu Ubeyd. Gözlerini ovaladı. Bir daha baktı yine aynı şeyi gördü. Hanımı Ümmü Cemile’ye seslendi,

- Hanım ben ileride bir karartı görüyorum. Bana mı öyle geliyor yoksa gerçek mi?
 
Ümmü Cemile de, baktı denize doğru. Hakikaten öyle bir karartı olduğunu gördü.
- Hayırdır inşallah beyim, gerçekten senin gördüğünü ben de görüyorum. Bir tekne ve içinde insanlar da var.

Durmadan karaya doğru sürüklenen kayık biraz sonra kenara iyice yaklaştı. Ebu Ubeyd ve hanımı Ümmü Cemile gözlerine inanamadılar. Teknenin içinde dört kişi vardı. Ama susuzluktan ve açlıktan bitkin düşmüşler, dudakları çatlamış, benizleri solmuştu.

Ebu Ubeyd ve Ümmü Cemile kayığa yaklaşıp uygun bir yere çektiler ve hemen içerdekilerin ellerinden tutup kayıktan dışarı çıkardılar. Zor yürüyorlardı. Kesik kesik konuşuyorlardı. Yarı Arapça, yarı İbranice konuşarak anlaşabiliyorlardı. Erkeklerin başındaki Kipa’lara ve konuştukları dile bakılırsa Yahudi oldukları belliydi. Olsun ne önemi var. İnsan değiller mi? Biz bunları nasıl orada bırakırız inancı ile yanlarına aldılar. Onlara kol kanat gerdiler. Karınlarını doyurdular. Susuzluklarını giderdiler. Akşam olunca Ebu Ubeyd ve Hanımı Ümmü Cemile misafirlerden ayrı bir yerde istişare amacıyla konuşmaya başladılar.

Ebu Ubeyd,

- Hanım, bunların evi barkı yok. Misafirlerimizin bir müddet bizimle kalması gerekir, ne dersin?

Hanımı Ümmü Cemile, Bey’iyle aynı fikirdeydi.

- Tabii ki Bey, bunlar bizim misafirimiz. Bunları biz korumak zorundayız. Yardımcı olalım. Evimiz geniş. Arka odaları onlara verelim, dışarı açılan kapısı var. Mutfak, tuvalet ve banyoları var. Orada kalırlar. Çiftlikte de berber çalışır, birlikte geçinip gideriz.

Öyle de yaptılar, bu aileyi bağırlarına bastılar. Misafir ailenin reisi İzak, eşi Aliza, kızları Golda ve oğulları Ariel idi. Tanıştılar, anlaştılar ve beraber kalacaklar, çiftlikte birlikte çalışacaklar. Böylece anlaştılar.

Çiftlik büyükçe idi. Bir tarafta narenciye ürünleri yetişiyor. Her biri ayrı bakım istiyor. Zamanında toplanıp köyün sebze haline götürülmesi gerekiyordu. Portakal, mandalina, limon devamlı ihtimam istiyordu. Bir taraftan koyunlar, sığırlar, yükü taşıyan atlar, küçükbaş hayvanlar derken bir ile içinden zor çıkacak yoğunluktaydı çiftlik. İki aile ancak hakkından gelebiliyordu. Hayatları böyle güzel bir şekilde sürüp gidiyordu. Hanımlar birbirleriyle kaynaşmış, çocuklar da arkadaş olmuşlardı. Ata biniyorlar. Tavukları yemliyorlar. Ariel ile Ubeyd, Cemile İle Golda çok güzel anlaşıyorlardı.Geniş çiftlikte oradan oraya akşama kadar koşturuyorlar gün batar batmaz da, uykudan düşüp bayılıyorlar. Anneleri onları yataklarına kaldırıyorlardı. Ümmü Cemile ve Aliza da birbirlerini çok sevmişlerdi. Ortaklaşa yemek yapıyorlar, temizlik ve diğer işlerde birbirlerine yardımcı oluyorlardı.

Ebu Ubeyd ve ailesi ibadet için camiye gidiyorlardı. İzak ve ailesi de aynı köyde bulunan küçük havra da ibadetlerini yapabiliyorlardı. İzak bir akşam başlarına nelerin geldiğini anlatmıştı. Heyecanla ama üzülerek şunları söyledi Ebu Ubeyd ailesine:

- Ya Eba Ubeyd, biz Almanya’da yaşıyorduk. Hitler diye bir adam Almanların başına geçti. Sade bize değil herkese zulmetmeye başladı. Ağır işlerde çalıştırdı. Açlıktan ve susuzluktan, bakımsızlıktan Alman, Fransız, Yahudi, Hıristiyan hepimiz telef olduk. Gerçi fırınlarda yakıldı, gaz odalarına konuldu diyorlar bazıları ama ben şahit olmadım. Sadece insanlık dışı bir muamele herkese uygulanıyordu. Bundan biz Yahudiler de nasibimizi aldık. Biz de bir yolunu bulup ailemle birlikte bir şekilde denize açıldık. Uzun uğraş sonunda buralara kadar geldik. Ben biraz deniz yolculuğundan anlarım. Zor oldu ama en zoru de yiyecek ve içeceğimiz bitmişti. İyi ki size rastladık da kurtulduk. Yoksa yok olup gidecektik. Allah sizden razı olsun.

Çiftlikte hayatları mutlu bir şekilde devam edip gidiyordu. Bu arada İzak ve ailesi Köyün Havrasına sık gidip gelmeye başladılar. Kendi aralarında fiskoslar da başladı. Ama Ebu Ubeyd ve ailesi bu duruma fazla önem vermediler. Onların inancı da öyle diyerek üzerinde durmadılar. Yıllar, böyle sürüp gitti. Dostça bir hayat devam etti.

Ebu Ubeyd, köye yeni bir Yahudi’nin geldiğini duydu. Ama adam gizemli birisiydi. Ne olduğunu, kim olduğunu pek bilmiyordu. Derken başkaları da gelmeye başladı. Bunlar köyde bazı yerleri işgal ediyor ve sahipleniyorlardı. Köylüler de, bunlara dur diyecek gücü kendilerinde göremiyorlardı. Böyle çoğalıp giderken bazıları silah kullanıyor, bir ve beraber olup çevreye korku salıyorlardı. Derken buraları Yehova’nın kendilerine mülk olarak verdiğini iddia ediyorlardı. Halbuki, İslam inancında böyle bir şey yoktu ve yanlış bir inanıştı. Allah kulları arasında asla ayırım yapmaz. Herkes kendi eyleminin sonucunu görür. Bu onların kuruntularından ibaret bir inanıştı.

Bu toprakların genel adı Filistin idi. Burada, önceleri Araplar yaşamış, sonra İbraniler gelmiş, buraya yerleşmişler ve yıllarca birlikte yaşamışlardı. Aralarında zaman zaman kavgalar olmuş ama burada varlıklarını sürdürmüşlerdi. Şimdi de, aynı komşulukları sürüp giderken birden Yahudilerin değişmesine anlam verememişlerdi yerli halk. Ebu Ubeyd zaman zaman İzak’a yapılan yanlışlardan ve huzur bozan Yahudilerden bahsediyordu. Ama İzak üzerinde fazla durmuyor ve geçiştiriyordu. Yıllar böyle sürüp giderken Ebu Ubeyd ve ailesi Ramallah tarafta oturan ailesine bayram ziyareti için gitti. Babaları Hasan Eyyubi ve annesi orada oturuyor ve epeyce yaşlanmışlardı.

Kardeşler, çocuklar, hanımlar güzel bir bayram kutladılar. Herkes bayram namazına gitti. Namazdan sonra yöresel yemekler, tatlılar, börek ve çörekler yapıldı. Çocuklar büyüklerin ellerini öpüp harçlıklarını aldılar. Akrabalarla buluştular çok güzel bir zaman geçirdiler. Ebu Ubeyd ve ailesinin aklı çiftlikteydi. Narenciye ürünlerinin toplanma zamanıydı. Gazze yakınlarında olan bu köy çok bereketli ve yılda birkaç ürün alınabiliyordu. İzak ve ailesi çok yorulmuşlardır diyerek babasından ve annesinden izin alan Ebu Ubeyd ailesiyle birlikte yola koyuldu.

Köye geldiklerinde çiftliğin önünde tanımadığı adamlarla karşılaştı. İçeri girmesine izin vermiyorlardı. Ebu Ubeyd şaşırmış ve olanlara anlam veremiyordu. Neydi bu başına gelenler bir türlü çözemiyordu. Bir sürü uğraştan sonra içerden İzak ve Ailesi çıktı Ebu Ubeyd Ailesinin karşısına. Ebu Ubeyd misafir edip yanına aldığı, ekmeğini, evini, çiftliğini paylaştığı İzak’a ne olduğunu sordu; “Bu silahlı adamlar da kim?” dedi. İzak kendisini zor zamanda kurtaran ve evini kendisine açan Ebu Ubeyd ve ailesine dönerek saygısızca ve yüzsüzce;

“Ebu Ubeyd, burası artık bizimdir. Sen bu eve giremezsin.” diyerek silahlı adamları üzerine saldı. Bu nasıl bir şeydi? “Böyle bir gasp olur mu?” dese de artık yapabileceği bir şey kalmamış ve yıllarca emek verdiği çiftliği gasp edilmiş ve elinden zorla ve öldürülme tehdidi ile alınmıştı. Daha sonra başkalarının da evleri böyle gasp edilmeye başladı. Siyonist Yahudiler diye bir Yahudi güruh çıkmış, zulüm ve terörle milletin malına el koymaya başlamışlardı. Kadın, çocuk, yaşlı demeden yerli halkı katletmeye başladılar. Arkalarındaki güç Siyonist dünya idi. Bu mazlumların haklarını koruyacak ve savunacak ne dini ve ne de dünyevi otoriterleri kalmamıştı Müslümanların. Yerli halk çeşitli entrikalarla yerinden, yurdundan edildiler.

İşte Ebu Ubeyd ve ailesini başına bunlar geldi. Başlarına zulüm gelen ailelerden sadece birisiydi bunlar. Üstelik kendilerinin zulüm gördüklerini, acı çektiklerini, mağdur olduklarını abartarak anlatanlar şimdi kendileri zulüm yapıyorlardı. Bu nasıl bir paradokstu anlam veremiyordu bölge halkı. Mescid-i Aksa’ya giremez oldular. Zeytinlikleri, evleri yağmalandı. Evlerinden yaka paça dışarı atıldılar. Öldürüldüler, hapse atıldılar. Yağmacı hırsız Siyonistler akla gelebilecek her türlü kötülüğü yaptılar. Arap ülkelerinin başındakiler de her biri Cem Sultan konumunda olduklarından çıtları çıkmadı. Bu durum yıllarca sürdü. Bölgenin tadı tuzu kalmadı. Yerli halk mülteci durumuna düştü. Burada da rahat vermediler. Yani “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misaliböylece gerçekleşmiş oldu.

Maalesef Filistin’de böyle sayısız hikayeler ve acılar yaşandı. Halen de yaşanıyor.
 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi