ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 26-02-2023 13:53

Sudan Sebep

Yazan: Elif Güler -SUDAN SEBEP

Sudan Sebep

SUDAN SEBEP 

Ne zamandır bitkindi yine. Damla damla tükenmekte olduğunu hissediyordu her gün. Umut etmekten yorgun düşmüştü artık. Çünkü hayat umduğu gibi gitmiyordu o ne kadar çırpınırsa çırpınsın. Beklentilerini rafa kaldırmıştı sonunda. 

Rastgele yaşıyordu işte hayatı; gelişine, vurdumduymazca. Acaba öyle miydi? Gamsız mıydı? Artık hiçbir şeyi gönlüne yük etmiyor muydu? “Ne olacaksa olsun” diyerek mi geçiriyordu ömrünü? Hayır, hayır. Ezgi böyle biri değildi, böyle birine dönüşmesi de mümkün değildi. Ana rahminde atılmıştı onun inceliğinin, sevecenliğinin, fedakarlığının tohumları. Kökünü kurutamazdı ki. 

Eşinin  ilgisizliğine, durduk yerde çıkardığı huzursuzluklara rağmen hâlâ onu kaybetmek istemiyor, eski günlere dönmek için mücadele veriyordu. Duyarsız kalamazdı hüzünlerine, bir kulağından girip bir kulağından çıkamazdı yaşananlar. Seviyordu, özlüyordu Engin'i.

Birbirleri için yıllarca uğraş vererek, bağlılıklarını ilk günkü gibi taşıyarak girmişlerdi dünya evine iki yıl önce. Tılsım nerede bozulmuştu da her şey tepetaklak olmuştu böyle? Zihni o kadar bitaptı ki düşünmekten. Son zamanlarda Engin olmadık alışkanlıklar edinmişti. Bu zamana dek kahve kültürü olmayan adam şimdilerde oraların müdavimi olup çıkmıştı. Ara sıra arkadaşlarıyla çilingir sofrasında da buluşur olmuştu. Bu zararlı etkinlikler evdeki gidişatı da bozmuştu haliyle. Ezgi bu konuyla ilgili haklı serzenişini dile getirdiğinde Engin türlü bahanelerle üste çıkıyor, sosyal hayata karışmanın en doğal hakkı olduğunu, ev ve iş arasında mekik dokurken nefeslenmeye de ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Ama Engin'in fark etmediği ya da etmek istemediği şey sosyal hayat diye savunduğu aktivitelerin giderek habis bir bağımlılığa dönüşmek üzere olduğuydu. Kendini buralara kaptırmaya başladığından beri de evde pire için yorgan yakmaya yer arar olmuştu. Ufacık şeyler yüzünden 

Ezgi ile münakaşa ediyor ve yine sosyal ortamlara akmak üzere gürültü çıkararak evden ayrılıyordu. Ezgi bu tartışmalarda her defasında haklı da olsa elinden geldiğince alttan almaya çalışıyor, Engin hiddetlendikçe o sükunetini koruyordu. Yeterince gergin ve huzursuzken daha da katlansın istemiyordu olumsuz duygular. O yüzden sabırla Engin'in hatalarını görüp de telafi edeceği günleri bekliyordu. Umut etmekten vazgeçemezdi. Bezginlik, yılgınlık onun karakterine uygun değildi. Sil baştan yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyordu her gün evliliğini. 

Akşam için özene bezene hazırladı sofrayı. Son günlerde biraz mülayimdi Engin. Bu halinden cesaret alarak, ümitlenerek farklı bir ortam oluşturmak istedi Ezgi o gün evde. Engin vakitli gelmişti neyse ki o akşam da. Masayı görünce “Hayırdır, neyi kutluyoruz?” diye sordu Ezgi'ye.  “İçimden geldi Engin. Vaktimiz sınırlı bu dünyada. Her gün bize verilen bir hediye, o yüzden güzel değerlendirmek gerek diye düşündüm.” diye yanıtladı Ezgi. “Hımm, peki. Ellerine sağlık, değerlendirelim o zaman.” diyerek masaya oturdu 

Engin. Duygusallıktan son derece uzak bu sözleri Ezgi'nin kalbine doğru bir fırtına misali savrulsa da Ezgi inadına tutundu umuduna, elinden gelenin en iyisini yapmak istedi o akşam da. Yemeğe başladılar, bir kaç dakika sonra Ezgi masada suyun eksik olduğunu fark ederek, “su getireyim ben" diyerek hızlıca mutfağa gitti. Döndüğünde şık kristal bir kadehle servis etti suyu Engin'e. Engin şaşırdı böyle parıltılı bir bardak karşısında. “Bu bardak da nereden çıktı? Su içmek için fazla lüks değil mi?” diyerek iğneleyici bir bakış attı Ezgi'ye.
“Çeyizimde duruyordu yıllardır. Kullanmadıktan sonra bir kıymeti yok, boşuna eskiyordu sandıklarda. Çıkardım ben de, birlikte kullanalım, yaşayarak eskitelim istedim.” dedi Ezgi.

“Eski köye yeni adet diyorsun.” şeklinde bir imalı söz daha dökülüverdi Engin'in dudaklarından. Ezgi buna karşılık vermek istemedi ki zaten verecek olsa bile buna fırsat kalmadan Engin'in yüz hatları yine bir bombanın patlayacağını göstermişti ayan beyan. Az bir yudum içtikten sonra yüzünü ekşitti ve “Bu suda bir gariplik var, burnuma kötü kokular geliyor.” diyerek Ezgi'nin konuşmasına bile fırsat vermeden varsayımlarını döktü ortaya;
“Anlamalıydım zaten; farklı hazırlanmış dikkat çekici bir masa, günün anlam ve önemine hiç uygun olmayan bir bardak ve içindeki, bir sudan daha da fazlası. Hâlâ bitmedi mi büyülerin? Şimdi de okunmuş sudan mı medet umuyorsun?” diyerek gitgide hiddetlenmeye başladı. Ezgi donakaldı olduğu yerde. Neden sonra buz kestiği yerleri gevşeyerek sakince, kendine hakim olarak konuşmaya başladı;
“Engin, sana önceden de anlattığım gibi hiçbir zaman büyü yapmadım, öyle bir yola tevessül etmedim bile. Senin buldukların duaydı.

Teyzemle okuduğumuz ve evimizin huzuru, mutluluğunun devamı için belli yerlere astığım dualardı onlar. Sen rahatsız olunca kaldırmıştım zaten biliyorsun ve üzerinden aylar geçti. Lütfen günahımı alma. Her gün içtiğin su bu, okunmuş falan da değil. Günün anlam ve önemi mevzusuna gelince, uzun zamandır huzursuzlukların baş gösterdiği evliliğimizin artık rayına girmesini istediğim için güzel, özel bir sofra hazırlamak istedim. Sen sanıyorsun ki sadece bardak farklı, halbuki sofradaki  çatal bıçak ve tabak takımları da bugün çeyizimden çıkardıklarım. Onları fark etmedin bile. Lütfen yersiz şüphelere kapılmadan önce biraz bütüne odaklan.”

Engin Ezgi'den böyle ders verir nitelikte bir konuşma beklemediği için önce afalladı ve gururuna dokundu bu sözlerin ağırlığı. Ezgi'nin kalbini ne kadar incittiğini hatırına bile getirmemişti hâlâ. Kendi gururu baskın geliyordu o an. “İştahım kaçtı, hava alacağım biraz.” diyerek yine bahanelerin ardına sığındı o gece de. Ezgi gözyaşlarını içine akıttı; bu zor günlerin geçeceğini, kocasının yine eskisi gibi sevgiyle ilgiyle ona döneceğini umut etmekten başka çaresi yoktu. 

Ertesi gün Engin işyerinden Ezgi'ye bir mesaj gönderdi. O akşam annesini ziyaret edeceğini, gece eve geç döneceğini yazmıştı. Arada sırada bu akşam ziyaretlerini gerçekleştiriyordu Engin. Ezgi'yi de yanında götürmeyi nedense teklif etmiyordu bile. Cicim aylarında sık sık birlikte giderlerdi aslında ama son zamanlardaki garipliklerine bu yalnız gitme hâli de eklenmişti şimdi. Annesinin kınalı kuzusuydu. Onun yanındayken çocuklaşıyordu Engin. Yine uzun uzun sohbet ettiler, annesinin ihtiyaçlarını tedarik etti, sofrayı birlikte kurdular. Afiyetle yemeklerini yediler. Her şey güllük gülistanlıktı. “Anacığım ellerine sağlık. Yine mükemmeldi yemeklerin. Rehavet bastırmadan ben yola koyulayım da sabah erkenden toplantım var, hemen gidip yatayım.” dedi Engin. Annesi de, “Gelinime selam söyle.” diyerek uğurladı oğlunu. 

Engin arabanın yanına geldiğinde fark etti anahtarın cebinde olmadığını. Hızlıca döndü annesinin evine. Kapıyı çaldı ama annesi duymadı. Mutfak tarafına doğru dolandı, oradan seslenmek için. Annesi telefonda biriyle konuşuyordu ve istemsizce kulak misafiri oldu ona;
“İçiriyorum her geldiğinde Rukiye, ay Allah senden razı olsun. Yarın geleyim de bir şişe daha su okuyuver, bak ne güzel kerametini gösterdi su. Araları bozuk, çok sürmez biter bu iş. Bebek falan olmadan sona erse de herkes kendi yoluna baksa.”

Bunca zamandır içtiği okunmuş sular Engin'in beyninden kaynar vaziyette dökülüyordu o an sanki. Duyduklarına inanmak istemedi, annesine konduramadı ama kendi kulaklarıydı işte bu çirkin sözlere şahit olan, ötesi var mıydı? Nicedir evinde, evliliğinde yaşadığı sıkıntılar annesinin başının altından çıkmıştı demek. Kaderin cilvesi oydu ki; kendisini her koşulda hâlâ sevmekten vazgeçmeyen eşine isnat ettiği suç, herkesten ayrı tuttuğu, baş tacı olan annesine aitti aslında. Bu acı hakikati görmek üzere kendi ayaklarıyla getirmişti onu kader olay mahalline. Annesiyle sonra hesaplaşacaktı. 

Bir evlat olarak ağzından kötü bir söz çıkmasın diye uzunca bir süre onu görmemesi daha iyi olacaktı hatta. Şimdi bir an önce Ezgi'ye yaptığı haksızlığı telafi etmeli, sarsılan evliliğini onarmak için harekete geçmeliydi. Suyun değeri kuyu kuruyunca anlaşılırdı. Ezgi'nin kalbi kurumadan ona yetişmeli, hak ettiği kıymeti önüne sermeliydi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi