ANI
Giriş Tarihi : 26-10-2023 12:52   Güncelleme : 19-11-2023 17:59

On İki Ton / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Yazan: Ümmügülsüm Hasyıldırım -ON İKİ TON

On İki Ton / Ümmügülsüm Hasyıldırım

ON İKİ TON

Yine hareketli bir gün geçirmiştim. Yorgunluktan bacaklarım tir tir titriyordu. Biraz oturup dinlenmek istemiştim sadece.

Eve geldiğimde, kulakları tırmalayan televizyonun sesiyle irkildim. Kulakları az işiten annem, sesi en yükseğe getirmişti yine.

Televizyonda spikerin verdiği haberle, olduğum yere çivi gibi çakılıp kaldım. Mutfağa gitmek yerine odaya sürükledi beni ayaklarım.

Gazze'ye on dokuz günde on iki ton bomba atıldığını ve bunun İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Hiroşima’ya atılmış olan atom bombasına eşdeğer olduğunu; bugün Gazze'de altı hastanenin kapatıldığını ve geriye kalan iki hastanenin de sadece yoğun bakım ünitelerinin kullanıldığını söylüyordu.

Ekranda yine; kolu bacağı parçalanmış çocuklar, yıkılan evler, yanan hastaneler ve çığlık çığlığa feryat eden çaresiz annelerin kucaklarında bebekleri vardı.

Bayan bir doktor, küvezde olan prematüre bebeklerin eğer elektrik gelmezse en fazla beş dakika yaşayabileceğini anlatırken; "Güneş batmasın diye Allah'a gece gündüz dua ediyoruz" diyordu.

Yine Gazze yanıyor, yine ekranlar ölen bebekleri servis ediyordu evlerimize. Belki en azından halkta duyarlılık oluşturabilme çabasıyla…

Anneler, evlatlarıyla gömülmek istercesine kapanmıştı onların üzerlerine. Kefene sarılmış küçücük bedenler sanki; "Ölüyoruz biz! Siz uyuyor musunuz?!" diye haykırıyor gibiydi dünyaya…

Ekranda izlediklerim karşısında tüylerim diken diken oldu. Atılan bombaların parçalarıyla kolu bacağı kopmuş insanlar; karısının ve çocuklarının ölmüş bedenine sarılıp gözyaşı döken babalar; hastalarının başında çaresizlikten dört dönen doktorlar; susuz, gıdasız, ilaçsız, ışıksız yaşam mücadelesi veren yoğun bakım ünitesindeki hastaların başında çırpınan sağlık görevlileri; yıkıntıların altından çıkarılan cesetler; kime ait olduğu bilinmeyen kollar ve bacaklar...

Cehennem desem yeridir gördüğüm manzara. Dilim tutulmuş, az önceki yorgunluğun yerini acı ve ızdırap almıştı. Tek tek yolunuyordu sanki tüylerim; şaha kalkmışlardı. Bedenimde diken diken olan tüylerimin her biri adeta muhataba ok olmuş, parçalamak istiyordu.

Harabeye dönen bedenim olduğu yere yığılıp kaldı. Az önceki yorgunluğumdan utanıp açtım ellerimi kainatın sahibine;

"Allah'ım! Ben, bizler aciziz. Bu vahşete buğz etmekten gayrı elimizden hiç bir şey gelmiyor. Can yangınımız ruhumuzda. Onlar bedenleriyle, bizler ruhlarımızla çekiyoruz aynı ıstırabı. Bu ateş tüm Müminleri yakıyor. Soframız tatsız, tuzsuz. Onlar açken karnımız doymuyor. Onlar acı çekerken biz sancıdan kıvranıyoruz. Onlar ölümle pençeleşirken biz yaşayamıyoruz. Biliyorum ki elbet bir sebebi vardır…

Allah'ım, eğer dünya meşgalesiyle kaybolursam ve kardeşlerimi unutursam bana rehberlik et. Pes etmek isterlerse, devam etmelerini sağla. Eğer umutlarını kaybederlerse, onlara mucizeler yolla. Ya rabbi! Filistinli kardeşlerimizin isteklerini geciktirme. Şayet dualarımızın kabulünü, sana olan hadsizliğimizden dolayı geciktiriyorsan, bizleri bela ve musibetlerle değil de ihsan ve nimetlerinle utandır. Ve güzel bir dönüşle sana dönmemizi kolaylaştır. Söz verdiğimiz yerde sözümüzde duramazsak, bize irade lütfet.

Kardeşlerimizi ve bizleri, bağışla ve merhamet et. Özgürlüklerini nasip et. Ebabillerinle yardımlarına koş. Amin!" diye yalvardım.

Allah'ım yardım et Filistinli kardeşlerimize…

Editör: Serhan Poyraz 

 

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi