ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-11-2022 19:17   Güncelleme : 12-11-2022 19:34

Ninemin Mektubu

Yazan: Dilek Tuna Memişoğlu - NİNEMİN MEKTUBU

Ninemin Mektubu

NİNEMİN MEKTUBU

“Sen babaannenin kızı olmalıymışsın.” der durur annem. Ne zaman bir şeyde inat etsem, kararlı dursam… “Olmaz” demişsem, iki dağ yürüyüp de bir araya gelse, kimse döndüremez, annem çok iyi bilir bunu.

“Hah işte babaannesi kılıklı, yine suratını düşürdü oturdu, Nuh der, peygamber demez şimdi.” diye söylenir. Ya da bir şeyi içime atıp, gizlice ağlasam, gelir beni bulur, teselli etmeye çalışırken, babaanneme de laf dokundurmayı ihmal etmez: “Sulu gözlü Nazife Hanım, ne oldu yine, ne aklına geldi de kaçtın geldin buraya? Tamam ağla ağla da rahatla hadi, anlatmazsın biliyorum ama ben de anneyim işte, meraklanıyorum hâliyle”
Ben de kendimi Nazife Hanım’a, yani nineme benzetirim aslında.

İnatçılığım, dik duruşum, burnum düşse eğilip yere almayışım, bir o kadar da pamuk yürekliliğim…
Hatta farkında olmadan yemekte, bir iş öncesinde; şaşkınlık, öfke, sevinç anlarında söylediğim “Bismillah” bile ağzımdan Nazife Ninemin tonlamasıyla çıkar da ben bile şaşar kalırım kendime.

Annemin benden önce iki çocuğu doğmuş ama fazla yaşamamış. Ben yedi yılın üstüne gelmişim aileye; zayıf, çelimsiz hâlimle. Bana da bir şey olacak korkusu yaşamışlar önceleri. Tabii doğumuma en çok sevinenlerin başında ninem gelmiş. Ben de doğmasam kahrından ölürmüş herhalde. 

Annemin üzerine kurduğu baskıyı hiç anlatmayayım. Annem benimle birlikte ninemin gözünde birkaç kademe terfi etmiş de rahatlamış.

Doğduğumda beni ilk ninem kucağına almış. Ağzıma işaret parmağıyla bir damlacık balı o sürmüş, “tatlı dilli” olayım diye. Okuyup üflemiş üzerime, sevmiş okşamış, koklamış. İlk banyomu o yaptırmış. Göbeğim ilk onun eline düşmüş. Götürüp besmeleyle caminin avlusuna o gömmüş. “İnşallah okur, âlim olur benim kızım” diye dualar etmiş. Ağlayınca annemden önce koşar bakarmış, kucağına besmeleyle alır, annem daha yerinden kalkmadan ona verirmiş emzirsin diye. İlk adımlarımla ona doğru yürümüşüm. Canım yandığında onun kucağında ağlamışım. Biraz daha büyüyüp aklım erince, geceleri yatağımdan çıkıp, onun yanına kaçardım “Ben ninemle yatacağım.” diye. 

Gizlice anlaşmışız gibi yorganın ucunu açar, ben de yarı uykulu koşar kendimi yanına atardım. Ninem beni sarar sarmalar, üstüme usul usul bir şeyler okur, üfler…

Ilık nefesi, yüzümü, bedenimi dolaşır, kemikli elleri saçlarımı yüzümden usulca çeker; birbirimizi koklar öper uyurduk tekrar. Annem sabah odanın kapısını şöyle bir aralar, bizi koyun koyuna bulunca biraz söylenir ama babaannemden çekindiğinden fazla bir şey diyemezdi.

“Nazife Hanım yine torununuzla yatmışsınız bu gece bakıyorum” der; bana sert bir bakış atar, başını sallayarak mutfağa giderdi. 

Üniversiteyi şehir dışında kazanınca bizimkilerin ilk şartı, “Ninen de seninle gelecek.” oldu. “Bir ev açarız birlikte oturursunuz, sana can yoldaşı olur oralarda. Yoksa kız başına gönderemeyiz bilmediğimiz yerlere.” dediler. Nazife Hanım zaten baştan gönüllü memur. “Bismillah, giderim elbet; kızımın evini bucağını temizlerim, yemeğini yaparım, o da rahat rahat dersine çalışır, değil mi a benim yavrum? Gül yüzlüm. O kazanmış etmiş de biz mi gitmeyeceğiz peşinden, nereye olsa giderim ben yavrumla.” Böyle derken benim de bundan memnun olup, onay vermemi bekler gibi gözlerini yüzüme dikmiş bekliyor. Boncuk boncuk bakıyor, kıyamam nineciğime.

Gidip boynuna sarılıp yanağına öpücük konduruyorum. “Nazife Sultan ben sensiz gider miyim? Senin böreğin, çorban olmadan ben oralarda ne yaparım, zihnim bile çalışmaz benim.” deyip gönlünü alıyorum. 

Böylece ailemden uzakta ninemle beraber geçireceğim üniversite yıllarım başlıyor. Sabah ben kalkmadan kalkıyor, besmeleyle kahvaltımı hazırlıyor, “Hadi kuzum kalk okul vakti.” deyip öpüp koklayıp uyandırıyor, beni yolculuyor, akşam okul dönüşü camda yolumu gözlüyor ninem.

Canım ninem… Her gün en az iki tencere yemeğimiz hazır o maharetli ellerinden. Üstüne tatlımız, çayımız… Çok mutluyuz. Bazen arkadaşlarım geliyor bizde kalmaya, beni gönüllediği gibi onları da yağla balla ağırlıyor. “Kuzumun arkadaşları gelmiş” deyip, yedirip, içirip gönderiyor.

Sınav geceleri sabahladığımda, elinde tespihi yanımda o da sabahlıyor. Bazen uyuklasa da gidip çay demliyor bana. Arkadaşlarımla yaptığımız gece kaçamaklarına, çok hoşlanmasa da göz yumuyor. “Gittiğin yeri, kimlerle gittiğini söyle, arada beni ara, yine de çok gecikme kuzum ama. Ortalık kötü, Allah korusun Bismillah.” der arkamdan okur üfler gönderirdi. Yaz tatillerinde bavulumuzu alıp baba evine geliyoruz Nazife Ninemle. Gelir gelmez evde hâkimiyeti annemin elinden alıveriyor tatlı sert gücüyle… 

Gençliğinde pek güzelmiş, sarı sarı örgülü uzun saçlar, iri kahve gözler, boy desen var, endam desen var. Dedem 16 yaşında vurulmuş Nazife Ninem'e. O da dedemi sevmiş. Biri babam, peş peşe dört çocuk… Sonra dedem savaşa… Ninem köy yerinde kalakalmış. Başında iki ihtiyar, çocuklar… Çalışmadığı bağ bahçe kalmamış köyde.

Sorsan tüm köyün dağını taşını anlatır: “Aşağı tarladan bir pınar akar, suyu oluk oluk. Bismillah şöyle kol gibi…” Bir deri bir kemik kalmış kolunun entarisini sıyırır, bize gösterir, “Her seferinde, içtin mi içesi gelir evladım” diye tamamlar sözünü… “Hasangilin tarlada az çalışmadım amma iyi para verirdi, toprağı bir bereket, bir bereket…” “Ah bizim köyün baharı nasıl güzel olur, bir rüzgâr eser ılım ılım… Off, yorgunluğunu, başının ağrısını, derdini alır götürür dağın ardına.” Biz böyle kaç kez dinler dururuz aynı hikâyeleri. Aşağı tarla, yukarı tarla, köyün dağı, taşı, havası, suyu, komşular…

Babam şehirde kalıcı bir iş bulunca, evi taşıyıp, ninemi de alıp buralara geleli yıllar olmuş ama onun bir yarısı hep köyünde yaşar. Oradaki yaşamı aklına gelince gözleri dolar, hüzünlenir, erkenden odasına çekilir. Hayatı çileli geçse de o günlerini anarken sanki bir eli yağda, bir eli baldaymışçasına bir anlatışı vardır ki…
Ninem köydeyken gündüz tarlada, akşam evde çalışmayla soldurmuş ömrünü. 

Dedemin askerliği bitmemiş. Bir kere mektubu gelmiş. Askerde yazdırdığı mektubunda iyi olduğunu, onu merak etmemelerini; ana babasını, kardeşlerini, herkesi çok özlediğini söylüyor, sonunda da “Çocuklara da selam ederim, gözlerinden öperim.” diyor. Çocuklar dediği Nazife Ninem… Bir de doğru dürüst sevip koklayamadığı kara gözlü dört oğlan çocuğu. Mektubun her kelimesini, cümlesini, harfini, kâğıdını, hatta kokusunu biliyorum. Dedemin şehit haberi, gidişinden üç yıl sonra ulaşmış köye. Nerede, nasıl, bilen yok. Nineme ondan hatıra bu mektup kalmış işte. Haberden sonra günlerce, ne yemiş, ne içmiş, ne konuşmuş. Geceleri oğlanlar uyuyunca ağlarmış gizli gizli...

Koynundan mektubu çıkarır, koklar, ağlar, geri yerine koyar uyurmuş. Bazen benim yanımda da mektubu açar, harflere dokunur, içli içli ağıtlar mırıldanır. Sonra gözyaşını tülbentiyle siler, “Tövbe” der, Besmele çeker, bir dua okur, ellerini yüzüne sürer kalkıp işine gücüne bakar. 

Beraber yattığımız bazı geceler, uykumuz kaçıp birkaç masalı arka arkaya anlattırdıktan sonra, koynundan çıkardığı mektubu okurdum ona.
“Yavaş yavaş oku.” derdi. Bazen durdurur, “Orayı bir daha oku hele, hadi!” derdi. En çok tekrarımız, “Çocuklara selâm.” dediği yerde olurdu. “Burada bana diyor deden?” derdi, “Bana selâm söylemiş bak, şimdi nasıl desin Nazife’me de selam, onu da öpüyorum, kendine iyi baksın? Ayıptı o zamanlar.” Ben de başımı sallar onaylardım.

Sonra mektubu besmeleyle kaldırır, içliğinin cebine yerleştirirdi. “Deden çok iyi adamdı rahmetli…” derdi. “Bir günden bir güne kötü bir lafını duymadım haa.” “Ne koysam yer kalkardı, şikâyeti olmazdı, yok duymadım.” “Nine yakışıklı mıydı?” derdim arada, utanır gibi yapardı. Yarım bir gülümsemeyle “Köyün en yakışıklısıydı deden, boy, pos… “ Sonra içini çeker “Hadi uyuyalım Bismillah.” derdi. İşte benim can ninem, sırdaşım, güzel gözlüm, dört çocuk, dokuz torunlu, 83 yaşındaki Nazife Hanım; okulun son yılı, bir yaz tatilinde eve geldiğimiz haftanın sonunda: “Sen yat yavrum sen yat daha erken dedi.” gitti yıkandı. Geldi, en yeni elbisesini giydi, namaza durdu. Uzun uzun dua etti. Koynundan mektubu çıkardı, açtı, öptü, kokladı. “Nine” dediysem de beni duymadı. Sessizce gözyaşlarını sildi, duasına devam etti. Kalktım tuvalete gittim, sonra biraz oyalandım. Annem, “Git nineni çağır.” dedi, odaya koştum. Baktım odada yok, aaa nereye gitti ki? Odalara baktım, seslendim, yok.

“Belki bahçeye çıktıysa?” diye seslendi annem. Dış kapının kilidini çevirip fırladım bahçeye.
“Ninee!! nerdesin? Hadi gel ya! Nereye gittin?” Sabah rüzgârı sesimi alıp götürdü karşı dağlara doğru, Yaprakların arasında, harfleri solmuş bir mektup da salınıp havalandı; koştum, tutamadım…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi