ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 24-07-2023 20:39

Muhavere: Can İle Ten / Yusuf Sarıkaya

Yazan: Yusuf Sarıkaya -MUHAVERE: CAN İLE TEN

Muhavere: Can İle Ten / Yusuf Sarıkaya

MUHAVERE: CAN İLE TEN

                                     (Bir cenazenin ardından.                                      kaleme ve kelama gelenler)

Ten büyüklenerek dedi ki:
- Ey! Can, ben olmasam sen nereye sığarsın? Bensiz sen neye yararsın? Gelip sığındığın saray benim. Bensiz sen yoksun. Bensiz sen bilinmezsin. Seni bu âlemde gösteren benim. Benimle sen “Ali” oldun, “Mehmet” oldun. Ben olmadan sen bilinmiyordun. Bunları unutma da bana saygı duymakta kusur etme!

Can, tevazu ile cevapladı:
“- Ey! Ten, sen bana bunları nasıl söylersin? Neden kibirlenip gururlanırsın? Benimle sen hayat buldun. Daha önce bilinmezdin. Allah, beni sana layık gördü de sen hayat buldun. Yoksa adın bile anılmayanlardandın. Yoktun, yokluğundan bile haberdar değildin. Ben senden önce yaratıldım. Sen ölünce de var olacağım.

Ten buna alındı. Büyüklenme hırsı daha da belirginleşti de şöyle karşılık verdi:
-Bre densiz! Sen nasıl bana böyle dersin? Ben ki, selvi boylu, sırma saçlı, kaşları keman gibi, badem gözlü, kirpikleri ok misali, kaytan bıyıklı, bülbül gibi ahenkli şarkılar söyleyen, fındık burunlu, gül kırmızı dudaklarımla herkesi hayran bırakan biriyim. Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun be akılsız?

Can tabiatı gereği yine alttan alarak şunlar söyledi:
-Celallenme dostum! Kendine gel de hakikati gör. Senin bu saydıklarının tamamı benim seninle birlikte olmam nedeniyledir. Yoksa bensiz sen kuru bir kadavrasın. Yanından ayrılmamla birlikte en sevdiklerin, koynunda yattığın, boynuna sarılan evlatların, seni her daim öven dostların, akrabaların, komşuların hemen yanından uzaklaşır. Övündüğün badem gözlerini anında kapatırlar, çeneni bağlarlar, ellerini yana uzatırlar, ayaklarını da başparmağından bağlarlar. Karnına bir ağırlık koyarlar şişip kokmaman için. Biraz da güzel kokulu ot yakarlar çevren de ki, olur ya kötü koku salmayasın, diye

Ten daha da celallendi. Bu sözler ağırına gitti. Başladı daha da ağır konuşmaya:
- Yahu sen benimle nasıl böyle konuşursun? Ben ki, çalıştım, çabaladım. Mal mülk edindim. İlim irfan öğrendim. Dostlar edindim. Dünyayı gezdim. Adım her taraf yayıldı. Buluşlar, keşifler yaptım. Çeşitli unvanlar aldım. Bana “Prof.” Dediler, “Ağa” dediler, “Paşa” dediler. Bu unvanların hepsi benim varlığımdandır. Sende bunlardan biri var mı? Benim yüzümden varlık kazandın. Bana sığındın. Ben sana mesken oldum. Bu ne densizliktir. Bu nasıl kıymet bilmezliktir. Bu ne hatır, gönül tanımazlıktır. Bari yerini yurdunu bil de ona göre bana laf söyle.”

İş temelli kızıştı. Can, istiyordu ki, ten yerini yurdunu bilsin. Büyüklenmesin. Yaratanını tanısın. Şükretsin. Kadir kıymet bilsin. Kendini putlaştırmasın. Nefsine tapmasın. “Ben, Ben” diyerek şeytanlaşmasın. Şeytan da bencillik ettiği için kovulmadı mı huzurdan! Geçici güzelliğine aldanmasın. Geçici zevklerinin kulu olmasın. Öldürücü darbeyi vuracak melek gelmeden kendine gelsin de O, nefis putunu kırsın istiyordu. Huzurlu olarak bu fani âlemden “ah, vah” etmeden ayrılsın. Gök kubbede hoş bir isim bıraksın.

Tekrar Ten’e dönerek şunları söyledi:
- Arkadaşım, ben “elest” bezmende “evet” diyerek Yaratanımı tanıdım. O’na kulluğa ahd ü peyman eyledim. Sen daha o zaman ortalarda yoktun. Anan baban da yoktu. Yüce irade sen dağda bayırda ot, ağaçlarda meyve, dağlarda su, hayvanlarda et ve süt iken “ol” dedi oldun. Beni henüz anne karnına düştüğünde sana gönderdi. Zavallı ve çaresiz bir haldeydin. Ben sana can oldum. Dilin dönmezken ses çıkaran bendim. Ağlamayı bilmezken benim hislerimle ağladın. Aç olduğunu, altını kirlettiğinde ben sana can oldum da çevrendekiler öğrendi. Bunları hatırlamazsın bile. Ancak kendin de evlat sahibi olunca bunları öğrendin. Bunları hatırlamanı isterim. Böylesi senin için daha hayırlıdır,diyerek epey anlattı. Ama Ten, bunları anlayacak durumda değildi. Can, ne derse desin Ten ona itiraz ediyor ve karşı koyuyordu.

Ten tekrar söz aldı ve hışımla şunları söyledi:
- Sen ne demek istiyorsun? Dünyada var olan benim. Seni kimse tanımaz bilmez. Sen bir nefeslik birisin. Ben ise varlık âleminde görünenim. Görünmeyen görünene nasıl üstünlük taslar şaşıyorum! Ben olmasam sen sığınacak yer bulamazsın. Ben olmasam kimse seni tanımaz bilmez. Dua et ki, benim bedenim sana sığınak oldu. Yoksa ortada kalırdın. Seni ayakta tutan benim. Benimle varsın. Bensiz hiçbir şeysin,  diyerek Can’ın uyarılarını, tavsiyelerini dinlemedi bile.

Söz uzayıp gitti. Ten, bir türlü yola gelmiyordu. Can ise üzgündü. Artık sözün bittiği yerde son sözlerini söyleyerek konuşmayı bitirmek istiyordu. Çünkü konuşma tartışmaya dönüşmüş, ten, gemiyi azıya almıştı. Can biliyordu ki, kendini beğenme ve kusurlarının farkında olamama durumu konuşmanın önündeki en büyük engeldir. Artık konuşma fayda yerine zarar verir hale gelmişti. Mantıklı bir konuşmanın temel kuralı tartışma yapan tarafların öncüllerde anlaşmaları gerekmekteydi. Bu olmayınca tartışmanın yerini saldırıya ve takışmaya bırakacağını biliyordu.

Son hamle ile Can, Ten’e dedi ki:
- Can da birdir. Ten de birdir. Asıl olan herkesin yerini yurdunu bilmesidir. Sen şunu bil ki, varlığın Can ile olur. Can, tenden çıktı mı, mezara yolculuğun en kısa zamanda başlar. Sevdiklerin üzerine alel acele toprak atar.

Güzellik şekilde değil özdedir. Öz ise benim. Can temiz olmazsa şekil güzel olsa da işe yaramaz. Gel ortak noktada buluşalım. Ben sensiz, sen bensiz olamazsın. Şekle takılıp kalma sen öze bak. Rabbim beni sana teslim etti. Suret ve siret birlikte yürüyelim. Şekilde kalmayalım. Özümüzü temiz tutalım. Ten bu dünyada işlevselliğini bitirince artık kuru kemik kalır. Can tenden uçar gider. O konaklayacak bir yerde tekrar seni bekler. İkinci diriliş olduğunda birleşiriz. Gel etme sen de, ben de nefsimize uymayalım da Hak yolda düzgün olalım. Yaratılış amacımızı unutmayalım. Cennet kirli düşünenlerin yeri değildir. Oraya gitmek için kendimizi temizleyelim de sonunda ölümün öldüğü âlemde rahat edelim. Büyük ödüle layık olalım. Bu dünyayı kalıcı sanmayalım. Bu dünyanın değeri öte dünyayı kazanma yeri olduğundandır bunu bilelim. Yeryüzüne iyiliği hâkim kılalım. Çabamız bu yönde olsun. Yoksa bak ben senden ayrıldım. Rabbim nereye gitmemi isterse orada seni bekleyeceğim. Ben de nerede olacağımı bilmiyorum. Bilmem de bir işe yaramaz. Sen ise şu anda yıkayıcıların önünde Cansız bir şekildesin. Çenen kapalı. Gözlerin yumulmuş. Upuzun uzanmış yatıyorsun. Kefenin biçilmiş, cebi bile yok. Hatta bundan haberin bile yok da ben sana haber veriyorum. Öyleyse gel ortak hareket edelim, bu fani dünyada gök kubbede hoş bir sada bırakalım, diyerek tenden ayrıldı gitti.

"Can kuşu" uçunca, ten de yoluna tekbirlerle gitti. Sevenleri gözleri yaşlı toprağa verdiler. Herkes küreğe sarıldı. Toprak mezara süzüldü. Az sonra herkes oradan ayrıldı. Biraz üzülmeler devam etti. Ama herkes yeniden kendi sorumluluklarına döndü. Her şey yeniden diriliş gününe kaldı. Faydalı evlat, faydalı ilim, halka hizmet için yararlı işler yaptıysa oradan akıp giden sevap kapısı açık kalır. Damla damla gelir kendini bulur. Mirası mirasçılara kalır. Oradan bir fayda gelmez kendisine.  Kötü çığır açtıysa Allah korusun o da damla damla kendine gelir. O zaman ah etmek fayda vermez. Allah bizi iyilerden eylesin.

Bir cenazenin ardından kalemime ve kelamıma bunlar döküldü vesselam.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi