ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 29-02-2024 19:24

Kirayı Ödeyemezsin! / Yusuf Sarıkaya

Yazan: Yusuf Sarıkaya -KİRAYI ÖDEYEMEZSİN!

Kirayı Ödeyemezsin! / Yusuf Sarıkaya

KİRAYI ÖDEYEMEZSİN!

Siirt İmam-Hatip Lisesi’nden İstanbul Sarıyer İmam-Hatip Lisesi’ne tayin edilmişti. Yıl 1985. Henüz 1980 darbesinin ağırlığı devam ediyordu. Bazıları “Ooo! İstanbul nere sen nere?” diyenlerden tutun da “Hoca! Sen en iyisi bir kamyon tut. Buralardan pirket yükle, boş bulduğun bir yere baraka kur. Yoksa orada ev bulamazsın. Bulsan da, kiralamaya gücün yetmez.” diyenlere kadar hep olumsuz görüş belirtiyorlardı.

“Neden İstanbul’u tercih ettim? Anadolu’da küçük bir yeri tercih etseydim rahatça yaşardım.” düşüncesi hiç aklına gelmedi. Çünkü İstanbul, Medeniyetimizin başkentidir inancındaydı. Kültür, edebiyat, sanat, ticaret hepsi oradaydı. Müjdeli şehirdi İstanbul. Orada sadece yaşamanın bile insana değer katacağına inanıyordu. Okumayı, yazmayı, sosyal aktivitelere katılmayı çok istiyor ve öğrencilerine aktaracağı birikime burada sahip olacağı düşüncesindeydi. Uygun bir ev bulurum inancını hiç yitirmemişti. Çocuklarını da İstanbul’da yetiştirmeyi amaçlıyordu.

Güz sınavlarının başladığı dönemlerdi İstanbul’da göreve başladığı mevsim. Komisyonlardaki görevi bittikten son kiralık ev aramalarına devam ediyor, çevresindeki arkadaşları da yardımcı oluyorlardı. Tabii aradığımız yerler İstanbul’un taşrası denilen, yolları hala çamurdan geçilmeyen, hava kirliliğinin daha yoğun olduğu yerlerdi. Kısacası uzun yılların ihmaline maruz kalmış İstanbul günleri idi o günler. Aradan epey zaman geçmesine rağmen bir türlü kiralık ev bulamıyordu. Artık camlara “kiralık ev” ilanını görürüm diye diye yukarılara bakmasından dolayı adeta boynu tutulmuştu öğretmenin.

“Kiralık ev bulamazsın.” diyenleri hatırladı ama pes etmemeye kararlıydı. Elbet bize de bir yer bulunur diye hayal ederken bir taraftan fabrikalar mevkii yönünden İstinye sırtlarında, diğer yönden Yeniköy tepelerinde Bağlar Mevkii denilen yerde boş bir ev olduğu haberini aldı. Ama bir taraftan da adam kiraya vermiyormuş, kiraya verdiği kimseler de bir yıl dolmadan çıkıyormuş duyumlarını da alıyordu. Boş ev bulunduğuna çok sevinen öğretmen, bir taraftan da adamın tutumunu merak ediyordu. Sonra bu evin sahibinin oğlunun öğrencisi olduğu bilgisini aldı. Ancak öğrencisine herhangi şey söylemedi. Öğrencisinin olumsuz bir neticeden etkilenmemesi gerektiğini düşündü. Öğretmenin şahsi meselesine kimseyi ortak etmemesi gerektiği inancındaydı.

Sınav bittikten sonra komşusu Haydar Bey’i yanına aldı. Ev sahibine gitti. Çünkü Haydar Bey ev sahibinin hemşerisiydi. Belki kiraya evini hemşerisi aracılığı ile kiralama imkânı olabilirdi. Birlikte ev sahibinin kapı zilini çaldılar. Dışarı çıkan ev sahibine Haydar Bey geliş nedenlerini anlattı. Evini kiralamak isteyen yanındaki öğretmeni tanıttı. Ev sahibi Hayrettin Efendi şöyle bir yüzüne ciddiyet maskesi geçirdikten sonra cevap verdi:

“Haydar Bey, hemşerim ben evi kiraya vermiyorum. Boş kalsın. Gelen kiracılarla geçinemiyorum. Boş daha iyi.” diyerek kestirip attı. Ev iki katlıydı. Öğretmenin tutacağı daire alt kat idi. Kot farkı olduğu için zaten dairenin iki odası güneş görmüyordu. Kömürlüğü dardı. Önemli olan henüz dört yaşında olan Muhammet Fuat’ını, üç yaşında Ebubekir’ini ve henüz yürümeye bile başlamamış Zeynep Tuba’sını ve eşi Hüsniye Hanım’ı başlarını sokacakları bir yuvaya kavuşturmaktı. (Bu tarihlerde en küçük oğlu Muhammet Fatih doğmamıştı) Ama Hayrettin Efendi yumuşamıyordu. Dairesini kiraya vermemekte ısrar ediyordu.

Konuşma uzadı da uzadı. Haydar Bey de kızmaya başladı ama yapacak bir şey yoktu. Oğlunun öğretmeni olduğunu da ifade etti ama “yok” diyor başka şey demiyordu. Nihayet adama neden kiraya vermediğini sormak zorunda kaldılar. Hayrettin Efendi rahat bir şekilde “Öğretmenin maaşı ne alacak ki, kirayı ödeyemez.” deyiverdi. İşte o zaman ciddi bir sarsıntı geçirdi öğretmen bey. İstanbul hayali yara aldı ama yarı kalmadı. Çünkü İstanbul hayali geçici bir heves değildi. Sarsıldı ama yıkılmadı. Kendini ve öğrencilerini iyi yetiştirmek amacındaydı. Öğrenci iken öğretmenleri onu öyle yetiştirmişti. Medeniyeti ve gençliği örselenmiş toplumu ayağa kaldıracak olan öğretmendir diye öğrenmişti. Okulda da mücadele ediyordu. Selama karşı çıkan, kız öğrencilerin başörtüsünü açmaya zorlayanlarla da fikri mücadele ediyordu diğer arkadaşları ile birlikte. Seksen darbesinden sonra İmam-Hatip Liselerinde Kur’an dersinin dışında kız öğrencilerin başlarını açık olması zorunluydu. Bu uygulama kanuna dayanmıyordu ama yönetme erkini elinde tutan silahlı darbeciler ve onların şakşakçıları öyle istiyordu. Kur’an dersinden çıkan çocuklar başörtüsünü omuzuna indirmeyi unuttuğu için art niyetli öğretmenlerce şikâyet ediliyordu. Bu sorunlar da okuldaki eğitimi zora sokuyordu. Bunlarla da mücadele gerekiyordu. Hâlbuki bizim öğretmen, henüz evini bile kiralayamamıştı.

Nihayet zorlamalarla, yalvar yakarlarla Hayrettin Efendi “Tamam, ama kiramı aksatmayacaksın, vaktinde ödeyeceksin” diyerek öğretmen beye evini kiraya (lütfen) verdi. Elli bin lira (o yıllara ait para birimi) maaş alıyor ve otuz bin lirasını kira veriyordu.

Öğretmen eve yerleşti. Tabi maaşının yarıdan çoğunu kiraya veriyordu. Yaz tatillerinde yazar kasa rulosu, Elifba cüzü satarak veya arkadaşlarının kurduğu turizm şirketinde Arap turist gezdirerek aileye katkı sağlıyor ve bütçe açığını öylece kapatmaya çalışıyordu. Okumalarına da asla taviz vermiyor her derse mutlaka Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Rasim Özdenören, Kemal Tahir vb. yazarlardan kitaplarını sınıfa taşıyor ve öğrencilerle kitapları buluşturuyordu.

Altı ay geçmeden ev sahibi öğretmen beye çocuklarını “gürültü yapıyorlar” diye şikâyet etti. Hâlbuki kendisi üst katta oturuyordu. “İlgileneyim” diye cevap verdi. Eşine durumu iletti. Dikkatli olalım diye uyardı. Alt katta oturmaları nedeniyle ayak tapırtılarının üst kata duyulması pek inandırıcı gelmedi. İkinci bir şikâyetinde öğretmen bey artık dayanamadı “Hayrettin Efendi ben annelerine sordum: Bizim çocukların tavanda yürüme maharetleri var mı? Var da ben mi bilmiyorum?” dedim. O da “yok” dedi ve şaşkınlığını gizleyemedi karşılığını verdi.

Artık evde durma imkânı kalmayan öğretmen yakınındaki apartman komşusunun boşalan dairesini kendisine kiraya vermesiyle ayrıldı.

Çocuğunun eğitimini güvenip teslim ettiği öğretmene, beton yığınını, tahta tarabayı; değerinin üstünde kira vermesine rağmen öğretmene teslim etmemesi ağır gelse de yapacağı bir şey kalmamıştı. Ayrılmak zorunda kaldı. Bu durumu asla öğrencisine yansıtmadan ve en uzun oturma rekorunu kırarak, on ay sonra evden ayrıldı. Öğretmenlik sevdası asla karamsarlığa düşmeden ve tüm bu olanları asla ders ortamına yansıtmadan öğretmenlik zorlukları aşmaktır hayat felsefesi ömür boyu sürdü gitti öğretmen beyde…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi