ANI
Giriş Tarihi : 08-10-2022 02:52

İhtiyarlık Karlı Kış

Yazan: Betül Eren - İHTİYARLIK KARLI KIŞ

İhtiyarlık Karlı Kış

İHTİYARLIK KARLI KIŞ 

Ben kocaman ve geleneksel bir ailede yetiştim. Ailemin her ferdi benim yetişmemde izler bırakmış olmasına rağmen, bazılarının üzerimdeki etkileri unutulmaz. Bu akşam nereden aklıma geldi bilemiyorum, yetişmemde çok emeği olan babaannemi hatırladım. Burnumun direği sızladı. Onu andım, saygıyla ve sevgiyle. Sonra da dedim ki; biraz olsun anlatayım bu güzel kadını…İşte bu yazı da böyle doğdu.

Çocukken babaannemle çok vakit geçirirdim. Aydın bir insandı benim babaannem. Gününü her işini yetiştirebilmek için saatlere bölerek geçirirdi. Her gün mutlaka eski köşe yazarlarından Ulunay’ın günlük makalelerini hiç atlamadan, gazetesini okurdu, Ulunay’a “Bakalım bizim ihtiyar ne demiş? ”der ve merakla yazdığı satırlara dalardı. Gazetenin bulmacasını o küçücük 10’a 10 bulmacayı, aynı gazete üzerinde, hep cebinde taşıdığı, küçücük kalmış kurşun kalemiyle çözer, sonra da  bir başkası daha çözebilsin diye yine cebinde taşıdığı silgisiyle itinayla temizlerdi. Şimdiki gibi gazetelerin eklerinde sayfa sayfa bilmeceleri görseydi ne derdi bilmem.

Herhalde israf derdi. İsraf en korktuğu şeylerden biriydi. İsraf ve ifrata kaçmak… Gündemi de takip ederdi her zaman. Önceleri büyük radyodan, daha sonraları halamın ona aldığı transistörlü radyodan ajans dinlerdi. Henüz televizyonlar evlerimize girmemişti o yıllarda. “Ajans” bitince radyo itinayla kapatır, pili bitmesin diye olağanüstü özen gösterirdi. Sonraları televizyon evlerimize girdiğinde de akşam saat 8′deki ana haber bültenini dinlemek üzere salonda yerini alırdı. Başka bir program seyrettiğini hiç hatırlamıyorum. Haber bülteni biter bitmez yerinden kalkar ve sessizce kendi odasına geçerdi. Daha ezan okunur okunmaz, “Namazı kocatmaya gelmez” diyerek hemen gider abdestini alır ve namazını kılardı, namazı bittikten sonra, “Derslerim var benim, onları bitirmem lazım…” derdi.

Dersi, her gün Kur’an-ı Kerim’den okuduğu ve kafasında planladığı zamana yetiştirmek üzere hatim edebilmesi için birbiri peşi sıra okunan surelerdi. Okuması ve duası bittikten sonra, ihtiyacı olanlar için model model çıkarttığı, hiçbiri birbirine benzemeyen bebek hırkaları, çocuk hırkaları, yelekleri örmeye başlardı. Bir tek parça yünü ziyan etmeden. Ben, yün nasıl eğrilir onunla öğrendim.

Çok eskiden kalma kirmen dediği bir yün eğirme aparatı vardı. Şimdilerde nerededir bilmiyorum. Bu ördüğü kazaklar, hırkalar, yelekler hep ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı. “Emek çok değerlidir kızım, bunu sakın unutma…” derdi. Beş yaşımdayken, büyük eski şişlerden keserek çocukların rahat kullanması için yarattığı küçük şişlerle yanına oturtup örgü örmeyi öğreten de odur. Ben örgü örmeyi de, örgü örmekten zevk almayı da onunla öğrendim. Bazen örgü örerken hata yaptığımda, “Her yanlış bir nakış…” derdi. Sonraları her örgü ördüğümde, zihnimde babaannemle yaşadığım güzel anılarımı hatırlıyorum.

Kuzenlerim bize geldiklerinde oldukça kalabalık bir çocuk topluluğu olurduk. Babaannem hepimizi etrafına toplar ve bize oyun oynatırdı. En çok sevdiğimiz oyunumuz ise, aklından 10 kelime tutar ve 3 kere tane tane bize okuduktan sonra da bizden hatırladıklarımızı yazmamızı isterdi. Hepsini hatırlayanı alkışlardık hep beraber. Ödülümüz de bu kadar basitti işte. İsim şehir bitki hayvan diye başlayan bir nevi bilgi yarışması olan oyunu oynatırdı. Hep beraber ne kadar güzel vakit geçirirdik.  Babaannem klasik bir Türk ninesi değildi, dedim ya aydın bir kadındı. Dedem, Yeni Türkçe yazı çıkar çıkmaz öğrenmesini sağlamış ve zamanında başkalarına da bu yazıyı öğretebilmek için öğretmenlik bile yapmış bir kadın… Siyaset konuş, konuşabilirsin, dini konuları konuş, konuşabilirsin, genel hayat hakkında konuşabilirsin, ahlak hakkında konuş konuşabilirsin. Zamanına göre oldukça entellektüel bir kadın. Bilmediği bir konuyu sorduğumda, açık yüreklilikle, “Ben bunu bilmiyorum, cevap veremem…” diyebilen bir kadın…

Bana, hala unutmadığım uzun, upuzun şiirler ezberletirdi. Çocukken hiç takılmadan okuduğum ve aslında hala zihnimin bir köşesinde çiviyle çakılmış gibi duran dizeler…. Kıssadan hisse çıkarılabilecek hikayeler anlatırdı. Önce bizden ana fikrini söylememizi ister, sonra kendi yorumuyla anlatırdı.

Sık sık söylediği sözlerden biri, elinin dört parmağını herhangi bir yere dokundurur ve parmaklarından birini yukarı doğru kaldırarak; “İnsanın hayatı hiçbir zaman dört dörtlük olmaz, üç tane parmağın yere değse bile, biri mutlaka değmeden kalır…” derdi. Yine her zaman söylediği sözlerden bir diğeri de, “Herkesin bir derdi vardır ve kimseninki kimseye benzemez…” derdi.  Derdini anlatanı dinler ve mutlaka onu ferahlatarak gönderirdi. Her konuya, her probleme uygun bir hikayesi bulunurdu.

Sorunları kendi çözmez, senin o sorunun farkına varmanı sağlardı. Çözümü o değil, yaşayan kendisi bulurdu. Bir koç gibi…Bilge bir insandı benim babaannem.

Onunla beraberken, dinlediğim okuduğum masallar hala hatırımdadır. Hala kar yağdığı zaman aklımda onun bize anlattığı gökyüzündeki Pamuk Nine’nin yorganlarını silkelediği ve pamukların yer yüzüne doğru düştüğü anları hatırlarım. Bu nedenle, her kar yağışı masalsı bir anlam taşır benim için.

Ne kadar adil bir kadındı. Hak yemekten ödü patlayan, bizlere de en önemli olanın adalet duygumuzu yitirmemek olduğunu anlattığı, kimini de kendi aklından yaratıcılığını konuşturarak şimdinin “vaka çalışmalarını” uygulatırdı bize. Yatılı misafir geldiğinde, çocukları etrafına toplar ve her birimize bir iş verirdi. Sonuçları da denetlerdi.

Baştan savma bir işi yapan olursa, mutlaka tekrar yapması gerekirdi. Bu nedenle de hepimiz dikkatle verdiği görevleri yerine getirirdik.

O, ailedeki saygın insanlardan biriydi. O, Fatma Teyze’ydi, sözü dinlenen, saygı duyulan, dedikodu nedir bilmeyen bir kadın… Hiç kimse için kötü konuşmazdı. Başına kötü bir olay geldiğinde söylediği sözü yaşım 40′lara geldiğinde anlayabildim. Bir kötü olayda, karşısındakine kabahat bulmak yerine, “Nefsinde ara…” derdi hep. Yine kötü bir olay meydana geldiğine, “la rahate fiddünya” derdi. Yani, şu dünyada rahat yok. Şimdiki kişisel gelişimciler deyip duruyorlar ya, içine bak, işte o sözlerin daha bilgecesi bunlardı. Bir sözü daha vardı, kötü, sıkıntılı ve korkutucu bir rüya gördüğümüzde, “Allah’ım, evlatlarıma bu kötü olayların gerçeğini gösterme, sadece rüyalarında yaşat…” derdi. Bu sözleri şimdilerde ben de kullanmaya başladığıma göre, demek ki yaşlanmışım… Kim bilir, belki de yavaş yavaş bilgelik çağına geçiyorumdur.

Babamla ve diğer evlatlarıyla hiç laubali olmayan, işlerine karışmayan, onları kararlarında ve seçimlerinde yalnız bırakan nasıl da seviyeli bir ilişkisi vardı. Babamı dedemin vefatından sonra aile reisi olarak kabul etmişti. Onun dediklerini sorgulamadan kabul eden, yanlış bile olsa, gözünü kırpmadan o kararı destekleyen bir kadın. Bir büyükanne... Oğluna saygılı, çocuklarına saygılı, ailesine, torunlarına bile saygılı… Değişik, zamanının epeyce ilerisinde bir kadın… Hayatta her zaman istediklerini yapmayı denemiş olmasına rağmen bana derdi ki; “Her boyaya girdim çıktım. Şunu anladım ki, yuvarlanan taş yosun tutmazmış… kızım sen sen ol ve her aklına geleni deneme.”

Ben büyümeye başladıkça, siyasi hayatta değişmeye başlamıştı ülkede. Ecevit, İnönü’yü devirip de başa geçtiğinde ona da bir lakap bulmuştu hemen. Bu adam çok iyi bir “meydan hatibi” derdi. “Babaanne neden böyle söylüyorsun?” dediğimizde de, bilge bir tavırla “Yaşınız ilerledikçe siz de anlarsınız…” derdi. 

Artık büyüdüm, ben de babaanne oldum, kendi torunumla seninle benim aramdaki gibi bir ilişkiyi kurabilecek miyim bilmem… Keşke bildiklerimi ben de senin bana aktardığın gibi bilgece ona aktarabilsem…

Babaannemin ben çocukken sık sık söylediği bir tekerlemeyi hatırladım şu anda:
“Babaanne neden böyle saçın başın ağarmış?
Çünkü yavrum, ihtiyarım, ihtiyarlık karlı kış…”
Ah babaannem, nereden aklıma düştün bilmiyorum, bir gün daha geniş bir yazıyla anlatsam keşke seni… Işıklarda uyu, duaların hep bizimle olsun…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi