ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 06-06-2023 13:14   Güncelleme : 06-06-2023 13:22

En Büyük Hazine / Yusuf Sarıkaya

Yazan: Yusuf Sarıkaya -EN BÜYÜK HAZİNE

En Büyük Hazine / Yusuf Sarıkaya

EN BÜYÜK HAZİNE

İlkokulu köyünde okudu. Okulu bitirdiği zamanlarda herkes ortaokul ve lise tahsili yapacak imkânlara sahip değildi. Parasız yatılı sınavlarını kazanmak ise son derece zordu. Bu nedenle ilkokuldan sonra köyde pek çok genç sanata yönelirdi. Mehmet de öyle yapmak istiyordu. Ankara’ya ağabeyi Âdem’in yanına gitmeyi planlamıştı. Ama babası Bekir Amca’dan izin koparmak imkânsızdı. Çünkü köy yerinde aileye destek olması için bir kişi bile önemliydi. Bağa-bostana bakacak, hayvanları otlatıp sulayacak, harmana yardım edecek velhasıl kimse çocuğunu yanından ayırmak istemezdi. Hayat şartları bunu gerektiriyordu.

Sıcak bir yaz mevsiminde, harman zamanı Mehmet babasına:
“Baba ben ağabeyimin yanına çalışmaya gitmek istiyorum.” dedi. 
Bekir Amca:
“Neh! O ne demek ulan! İş benim başıma üşüşmüşken bu da nereden çıktı?” diye azarladı oğlu Mehmet’i hatta elindeki yabayı sopa gibi kullanıp vurmak istedi. Mehmet biraz babasından uzak durmaya özen gösteriyordu. Kendisini döğmesinden korkuyordu. 

Bu arada Mehmet biraz da yol parası biriktirmiş ne olursa olsun köyden çıkmak istiyordu. Çünkü eldeki arazi yetersizdi. Bununla kimin karnı doyacaktı? İstiyordu ki bir sanata girsin. Meslek edinsin, hem kendine, hem de ailesine katkı sağlasın. Derken babasından izni kopardı. Ama Bekir Amca’nın da şartları vardı. Mehmet’e şunları söyledi:
“Bak oğlum koca bir şehre gideceksin. Orada anan yok,  baban yok. Evet, ağabeyin var ama yine de başınızda büyük yok. O işten bu işe girer çıkarsan, ağabeyini dinlemezsen, seneler sonra boş boydak çıkıp gelirsen işte o zaman hesaplaşırız. Dürüst ol, işine aşına bak.” Sözleri ile nasihatini tamamladı.
Mehmet:
“Baba söz veriyorum uyarılarını dikkate alacağım. İnşallah iyi bir işe girip sanat sahibi olacağım. “ diyerek bavuluna konan bir kaç giysi ve atıştırmalıkla köyden ayrıldı. Artık Mehmet de diğer gençler gibi büyük şehrin yolunu tuttu.

Bir müddet Ankara’da çalıştı. Kuru temizleme işini kavradı. Artık hem para kazanıyor, hem de aileye yardım ediyordu. Birkaç yıl sonra Mehmet köye dönmek zorunda kaldı. Ama aklında İstanbul’a gitmek vardı. Bu arada evlendi. Artık geçim derdi de omuzlarına binmişti. Tekrar gurbet yolu gözüktü. İstanbul’a gitti. Zeytinburnu’nda kuru temizlemeci yanına girdi. Orada sanatını epey ilerletti. Bu arada köylülerinden bazıları Mehmet’in aldığı parayı az buluyor ve başka işe girmesini tavsiye ediyordu. Ancak o, “fazla yuvarlanan taş yosun tutmaz.” diyor ve aynı mesleğe devam ediyordu.

Yıllar sonra Mehmet kendi iş yerini patronunun da yardımı ile açtı. Dürüst ve sabırlı çalışmasının ilk meyvesini böylece almış oldu. 
Kendi iş yerinde çalışırken müşterilerinin cebinde unutulmuş birçok eşyaya rastlıyor. Onları güzelce kaydediyor ve dokunmadan sahiplerine veriyordu. Mektup, fotoğraf, borç ve alacak senetleri gibi sır sayılacak şeylere de rastlıyor ama bunu kimseyle paylaşmıyor, sahiplerine iade ediyordu. Yine bir gün müşterilerden birisi bir takım elbise bıraktı. Bu sefer çırak ceplerine bakmadan çamaşır makinasına attı. Bir iki devirden sonra makinadan şakır şukur sesler gelmeye başladı. Mehmet çırağa:  
“Durdur makinayı Sabri, ”  dedi. Çırak makinayı durdurdu. Makinayı açtı. Elini ceketin cebine soktu. Çırak Sabri’nin gözleri fal taşı gibi açılmış, heyecanla:
“Allaaah! Ustam bunlar altın bilezik. Bayağı bir sermaye eder. Bunları sahibine vermeyeceksin her halde.” dedi. 
Mehmet Usta: 
“Sabri, bak biz esnafız. Bu insanlar bize iş getiriyor. Bunun sahibi bu elbiseyi bize getirendir. Ver şu telefonu.” diye karşılık verdi. Telefonla müşterisini aradı. Uzakta olduğunu öğrendi. Bir şey kaybedip etmediğini sordu. “Kaybım yok.” Cevabını aldı.

İki hafta sonra gelen müşterinin halen kaybından haberi yoktu. Müşterinin hanımı da bileziklerden haberdar değildi. Meğer evi badana yaparken hanımefendi kolundaki bilezikleri çıkarır, beyefendinin cebine koyar. Sonra da unutur. Lazım olmadığı için de altınlar kimsenin aklına gelmez. Müşteri de bundan haberi olmadan elbiseyi cebine bakmadan kuru temizlemeye verir. Mehmet Usta da bunu alır ve kendisine iade için iki hafta evine götürüp getirir. Müşterisine altınları takdim edince adam şaşırır. Hanımına sorunca meseleyi öğrenir.

Çırak Sabri, ustasının bu davranışına çok şaşar ancak Mehmet Usta bu altınları “haramdır.” diyerek sahibine vermeyi önemli bir görev bilir.
Bunun üzerine müşteri, Mehmet Usta'ya:
“Mehmet Usta, bu iyiliğini unutmayacağım. Al şunu” diyerek önemli bir hediye vermek ister ama Mehmet Usta asla kabul etmez..
Dürüstlük, değerini hiçbir zaman yitirmeyen en büyük hazinedir. Allah Mehmet Usta’ya öyle güzel imkânlar sunar ki, akla hayale sığmaz. Köyden çıkış hali ile şimdiki halini düşünür. Allah’a şükreder. Bu güzelliklere kavuşma nedeninin ailesinin verdiği nasihate ve dürüst bir esnaf olmasına borçlu olduğuna inanır.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi