ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 08-05-2023 14:17   Güncelleme : 08-05-2023 15:37

Bir Kentsel Dönüşüm Hikayesi -2 /Betül Eren

Yazan: Betül Eren -BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM HİKAYESİ /2

Bir Kentsel Dönüşüm Hikayesi -2 /Betül Eren

BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM HİKAYESİ /2

Ben bir vincim. Görkemli, göğe doğru uzanan, şehri ta tepelerden kuş bakışı seyreden… Benim operatörlerim üç kişi. Günde sekizer saat çalışıyorlar.  Hepsini seviyorum sevmesine de şu kara yağız delikanlı Hasan var ya, o bir başka, bambaşka… Ta tepelerden yanık türkülerle şehri seyrederek işini yaparken, bir yandan da köyünde bir sevdiği varmış, onu düşünüyor hep. Neden bilmem ona hep “Kınalı Kuzum” diyor. Bazen bir mesaj geliyor sevdiğinden. Gözleri ışıl, ışıl parlıyor, hissediyorum. Bana bir de isim taktı. “Muhteşem” diyor bana.
“Bak Muhteşem, gördün mü? Kınalı’dan yine mesaj geldi. Çok merak ediyormuş beni. Ah bir bilse, bu inşaat bittikten sonra artık köyüme döneceğimi, ona kavuşacağımı ve telli duvaklı bir gelin olarak onu buraya, evime getireceğimi.

Hiç söylemiyorum. Birdenbire çıkacağım karşısına. Hani şehirliler diyorlar ya, sürpriz yapacağım diye. İşte öyle. Gelinliğini bile buradan, büyük şehirden götüreceğim. Ne yakışacak Kınalı Kuzum’a kim bilir…”

Bazen bütün işçiler bir araya geliyor. Bir sohbet, bir muhabbet deme gitsin. Taaa aşağılardan göğe yükseliyor sesleri. İçlerinde biri var. Akşamları, keyfi yerindeyse, saz çalıp türkü söylüyor. O türküler, yanık sesleriyle her biri yerinden yurdundan uzak bu gençlerin hançerelerinden dökülen türküler… Nasıl da yakışıyor. Bir duysanız, içinizi delik delik delerler. Benim yerimde olsanız, her biri için ayrı üzülüyor, ayrı dertleniyorum. Offf, valla vinç olmak da zor iş. Habire gökyüzüne doğru yükseliyorsun. Kat kat, basamak basamak.

Bazen kat çıkarlarken ben bile korkuyorum inan. Ya devrilirsem diye aklıma geliyor valla tüylerim ürperiyor. Ama bu adamlar çok tecrübeliler. Beni fazla sarsmamak ve korkutmamak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Bu inşaat alanı, aslında bir toplu konut alanıymış. Yine kentsel dönüşüme girmiş bütün buralar. Kaç tane birden inşaat yükseliyor. Biz burada birbirini tanıyan ve birçok inşaatta birlikte çalışmış olan tam yedi vinciz. Hepimiz en yükseklere çıkabiliyoruz. Bir arada göklere uzanıyoruz. Hatta aramızda küçük bir rekabet bile oluyor. En önce en yükseğe kim çıkacak diye. Öyle ya, ilk yukarı çıkan o inşaatın paşası oluyor. Hem vinç olarak, hem de operatör olarak. Güzel ve tatlı bir rekabet yani sizin anlayacağınız. Bazen yukarılarda çok rüzgar oluyor. Burası İstanbul ya, havası da bir garip yani. Hiç beklemediğin anda bir fırtına kopuveriyor. Lodosu da poyrazı da meşhur. Havalar kötü olursa işimiz hem bizler için hem de operatörler için korkutucu oluyor. Ustabaşı ve mühendis, her zaman hava durumunu gözlemleyip, bizleri de ona göre çalıştırıyorlar. Çok akıllı ve dikkatli bir mühendisleri var. İçlerinden biri de kadın. Pırıl pırıl bir genç kadın. O da yeni evlenmiş, güzel mi güzel, alımlı mı alımlı ve nasıl bir kadın bu böyle, baretini kafasına taktığı andaki karşımızda duran bir kadın değil de görevi ne gerektiriyorsa onu yapan müthiş bir insan… Bu kadın olan böyle de diğer iki erkek mühendis farklı mı sanki? Onlar da aynı. Daha önce çalıştığım şantiyelerde bunlar gibileriyle hiç karşılaşmamıştım. Dürüstlük önemli bence, sakin, işinin ehli olmak da. Epey oluyor bir kanun çıkarmışlardı. İş güvenliği diyorlar adına. Bir de öyle mühendisleri var. Bütün sorumluluk onun üzerinde. Patronla da çatışıyorlar biraz. Çok özen gösteriyor hem çalışanlara hem de ekipmanlara…

Diğer vinçlerle bundan önceki inşaatlarda da beraberdik. İçlerinde en yaşlıları benim. Sonrasında bizi yükleyip buraya getirdiler. Hep birlikte o inşaat senin, bu inşaat benim gezip duruyoruz. Geçen gün benim hakkımda konuşuyorlardı. Duydum ben de. Galiba bu inşaattan sonra en fazla bir inşaatta daha çalışabilirmişim. Sonrası yokmuş. İnsanlar gibi bizleri de emekliye ayırıyorlarmış. Ama ben ne yaparım? Hurdaların arasına atarlarmış. Artık gökyüzüne de tırmanamam. Şehrin yukarıdan nasıl göründüğünü bilmez ki bunlar. Ne diyordu patrona ustabaşı?

“Artık 1 numaralı vincin emekli olma zamanı geliyor. Onu makine parkından çıkartmalıyız. En fazla bir inşaatta daha çalıştıralım. Sonrasında yeni bir vinç gerekir bize. Şimdiden arayışa geçelim. Yoksa başımıza iş açabilir. Yaşlı bir vinç potansiyel tehlikedir.”

Bu sözleri duyduğumda nasıl sarsıldım anlatamam. Olur mu hiç böyle? Ah ah… Ne kadar hizmet ettim ben onlara dedikleri söze bak! Ama bir yandan da hak veriyorum onlara.

Gövdemdeki bağlantı yerlerinden bazen garip sesler duymaya başladım. Bir terslik olmadan bu inşaatı da tamamlayıp alnımın akıyla çıksaydım çok iyi olurdu aslında. Neyse, neyse, şimdi kendimi toparlamam lazım. Birazdan Hasan gelecek. Hadi, hadi kendine gel 1 numara. Sen her zaman güçlüsün…

O sırada paydos düdüğü çalmasıyla inşaat alanında bir hareketlilik başladı. Paydos eden işçiler, baretleri kafalarında, tulumları sırtlarında, yorgun adımlarla az ilerideki konteynırlarına doğru gidiyorlar. Bu aralar çok baskı var üzerlerinde. Çok yoruluyorlar. Ah ne zor, ne zor… Yarın son katı çıkacaklar. Çok az işimiz kaldı bu inşaatta. Acaba bu vinç operatörleri de yeni inşaata gelir mi bizimle? Ben Hasan’a çok alıştım. Çok tecrübeli ve beni çok seviyor. Gerçekten… Geçen gün bana ne dedi bilseniz?

“Ben sana boşuna mı Muhteşem diyorum 1 numara? Bak, ilk olarak biz son katı çıkacağız. İlk de biz bitireceğiz. Sonrası? Her şey bitecek, ben köyüme, sen yeni inşaatına… Geçen gün mühendis hanım dedi ki bundan sonraki inşaat çok daha büyükmüş. Kocaman bir yer. Kasaba gibi. Yalnız çok acele ettiriyorlar. İstenmedik bir şey olacak diye korkuyor mühendis.

Arkadaşları onu teselli ettiler ama ben görüyorum. Gözlerinde büyük bir endişe var. Umarım her şey yolunda gider. Şurada bir hafta kadar işimiz kaldı. Sonrası, sen yeni işine, ben Kınalı Kuzum’a…”

Bir süre sessiz sedasız çalıştık. Vardiya bitiminde, Hasan yorgun ve uykusuz bir şekilde ayrılmaya hazırlanırken gelen mesajla yüzü aydınlanıverdi. Bu hınzır kız, biliyor Hasan’ı nasıl sevindireceğini…

Nihayet o gün geldi. Artık son kata çıkacağız. Çok rüzgar var bugün. Yerde alıp gökte savuruyor derler ya işte öyle bir rüzgar. Valilik uyarı yapmış. İşçiler konuşuyorlardı. Onlardan duydum ben de. Şu iş güvenliği mühendisi de :
“Çok dikkatli olmak lazım, bugün kat yükseltmeyi yapmasak mı acaba?” diyordu ama şantiye şefi, patronun beklemeye taraftar olmadığını ve bir an önce bitirilmesini istediğini söyledi. İşçiler de isteksiz bugün. Herkeste mırıl mırıl bir söylenme. Birkaç yıl önce böyle bir havada çalışıyorduk yine, çok kötü olaylar olmuştu. Vinç devrildi, operatör ağır yaralandı, işçilerden de yaralananlar olmuştu. Dilim olsa söyleyeceğim. “Yapmayın, havayla şaka olmaz diyeceğim ama konuşamıyorum ki…”

Hasan geldi, vardiya değiştirdiler. Bunların arasında bir adet var. Hepsi birbirlerine işi teslim ederken, dua ediyorlar. “Hayırla bitirmek nasip olsun…” diyorlar. Ama bugün sus pus her ikisi de. Hasan mutsuz, yorgun ve neşesiz… Giden de öyle.

Geceye az kaldı. Yer gök neredeyse kapkara. Gök gürlemeye ve şimşekler çakmaya başladı. Öyle bir çakıyor ki şimşekler, biri bitmeden biri, biri bitmeden biri. Rüzgarın uğultusu ıslıklarla kapladı her yanı. Önce sicim gibi bir yağmur başladı. Giderek hızlanıyordu. Damlalar, sanki tekrardan bulutlara geri döneceklermiş gibi vuruyorlardı yere… Şimşekler hiç azalmıyor, inşaat alanını sanki gündüz gibi aydınlatıyorlardı. Keşke diyordum içimden, keşke paydos etseler. Bu havada olmaz ki! Ne kat yükseltilir ne de çalışma yapılır…

Hasan’ın kara gözlerinde bir umutsuzluk ve endişe seziyorum bu gece. Yoksa korku mu desem? Yer gök birbirine girerken, benim sevgili operatörüm, mırıl mırıl bir şeyler söylenmeye başladı. Rüzgarın ıslık seslerinden çok iyi duymasam da;
“Biliyor musun Muhteşem, benim içimde bir sıkıntı var bu gece. Nedense işi gücü bırakıp gidesim var. İşi de paydos etmediler. Yani nasıl anlatsam dar geliyor bana bu oturduğum yer. Sende de bir gariplik var sanki. Yönünü çevirmeye kalktığımda acayip sesler yükseliyor bağlantı yerlerinden. İstemiyorsun çalışmayı. Neyse, hayırlısı olsun, bu son katı da çıkalım, birkaç güne bitiyor işimiz. Hafta sonu köydeyim. Düğünümüz olsun, Kınalı Kuzum bir benim eşim olsun. Gör bak sen bendeki sevinci… sonrası daha kolay, yine beraber oluruz seninle, o inşaat senin, bu inşaat benim.”

Hasan böyle dertlerini dökerken, o ferahlamış ama sıkıntısı bana geçmişti. Rüzgarın da yağmurun da durduğu duracağı yoktu. Ben de korkuyorum. Ya bir şey olursa? Ya Hasan’ın korkuları gerçeğe dönerse? Bu garip sesler de ne ? Bana bir şeyler mi olacak nedir… Offff of…
“Hadi Muhteşem, hadi… Biz ne yağmurlar ne fırtınalar gördük seninle, hadi aslanım…”

Hasan bu sözlerden sonra vincini çalıştırdı ve daha ne olduğunu anlayamadan bir sarsıntı başladı sanki vinç parçalanıyor, dağılıyordu. İnşaat alanını bağırışlar sarmaya başladı. O korkunç yağmurun eşliğinde çalışanlar kaçışmaya ve Hasan’a seslenmeye başladılar. Ama seslerini duyurmak ne mümkün!

Kendimi toplamaya, dengemi sağlamaya çalışıyordum fakat bir türlü olmuyordu. Hasan’la beraber düşüyorduk. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Hasan yerde kanlar içinde yatarken, ben olanca ağırlığımla onun üzerine doğru düştüm. Bir inleme sesi yükseldi göğe doğru. Koşuşanlar, “Ambulans, ambulans…” diye bağıranlar, çığlıklar… İçim ağlıyordu.

Hasan’a bir şey olmuştu. Biliyordum, seziyordum… Gitti benim delikanlı, benim de ömrümü bitirerek gitti… Yer gök insan doldu bir anda… Gazeteciler, polisler, çalışanlar, televizyoncular… Karşıdaki muhabirin sesini duyuyordum derinden derinden. “Bir vinç devrildi. Yaralılar var…” diye anlatıyordu.

Gerisini dinlemedim bile. “Hasan, hadi delikanlı, hiç yakışıyor mu sana böyle hareketsiz yatmak? Kınalı Kuzu’n seni bekler Hasan…” diye bağırmak istiyordum. Sesim çıkmıyordu ki… Bir yerlerde telefon çalıyor.

Sanırım Hasan’ın telefonu. Görüyorum arayan “Kınalı Kuzu”. Benim için de Hasan için de sona geldik. Ben bu olaydan sonra bir daha çalışamam. Hasan’da savcı geldikten biraz sonra, önce morga götürülür, sonrasında da defnedilmek üzere köyüne. Gencecik bir insanın ölümüne sebep oldum ben. Yoksa bu ölüme sebep olan patronun ihtirası mı, ya da onca yağmur ve fırtınaya rağmen çalıştırılan işçiler mi, durup dinlenmeden çalıştırılan, kontrolleri yapılmayan ekipmanlar mı? Hangisi?

Tek bir doğru var. Bu kentsel dönüşüm inşaatlarında anlatılacak çok hikaye var. Ben Muhteşem, benim ve Hasan’ın hikayesi burada bitti. Hasan toprağa, ben hurdalığa…

***

BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM HİKAYESİ /1 OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi