ANAM ANLATIRDI
Anam anlatırdı:
Yağmurlu bir güz gecesinde
Koskoca bir Türk Dünyası’nın
Küçük bir köyünde
Doğdum.
Hatta yakılan, yıkılan,
Dağılan imparatorluğun
Savrulan külleri arasından
Atalarımın Yeniden ateşlediği Anadolu’nun
Tam ortasında bir yerde,
Avanos'un Sarılar Köyü’nde.
Yıl, bin dokuz yüz elli iki.
Aklım erdiğinde
Anama dedim ki
Hangi ay, hangi gün,
Hangi saatte doğdum?
Okumuş kadın; fakat "Bilmiyorum" diyor.
"Saat yoktu,
Takvim bilmezdik.
Ekinler ekiliyordu, koçlar karışıyordu.
Kara Mehmet vurulduğunda
On beş günlüktün."
Kara sabanla sarı öküzün arkasında,
Kara kaçanla tarlaya azık taşımakla,
Çiçekli yaylalarımızda kuzu otlatmakla,
Tozlu sokaklarımızda
Çelik çomak oynamakla geçti
Çocukluğumuzun
Kıvrak günleri.
Anamızın nasırlı ellerinden
Yumurtalı, yufkalı dürüm
Açlığımızı yatıştırır;
Sümerbank kaputundan don gömlek
Örtünmemize yeterdi.
Senin için ekmek, para,
Su, ilaç, doktor
Yahut lüks hayat ne ise
Benim isteklerim de aynısıydı.
İlkokulu bitireli üç yıl olmuştu,
Anam dedi ki
"Oku oğlum, ben okuyanı severim.
Göbek adın Efendi,
Olur da kravat takarsan
Olursun beyefendi."
Ben de öyle yapmalıydım,
Okumalıydım.
Yalın ayak, başı kabak insanımızın
Yürek yaralarına
Merhem olmalıydım.
Oldum.