Advert

Bir Kentsel Dönüşüm Hikayesi

Yazan: Betül Eren -BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM HİKAYESİ

ÖYKÜ - 25-01-2023 15:48 942 kez okundu.

Bir Kentsel Dönüşüm Hikayesi
Advert

BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM HİKAYESİ 

​​​​​​Sokağa girdiğim anda etrafımı ağıt sesleri sardı. Etrafıma baktığımda, eskimiş ve yıpranmış yapı malzemelerinin sokağa gelişigüzel atıldıklarını gördüm. Diğer insanlar sanki hiçbir şey yokmuş gibi geçip gidiyorlardı. Hızla, aceleyle… Oysa ben, her bir malzemeden gelen ağlamaklı sesleri ve hıçkırıkları duyuyordum ve sanki kaçmak oradan kurtulmak ister gibi, sokak kapısının, daire kapılarının ve evlere ait oda kapılarının uğultuları sarıyordu etrafı.

Kendi kendime “Neler oluyor burada? Neden bu sesler yükseliyor? Neden benden başka kimse bu sesleri duymuyor?” diye sordum. Ben, bu sokaktaki yeni başlayacak inşaatın mühendisiydim. Yeni proje bana aitti. Burası neresi mi diye soracak olursanız, şehrin⁵ herhangi bir semtinde, kentsel dönüşüm yapılacak olan bir apartman daha. Evin yeri çok güzeldi ve yenilendikten sonra da, kim bilir kaç para edecekti.

Şu aralar şehrin her tarafı böyle yıkılıp yeniden yapılmak üzere olan pek çok ev projesiyle dolu ve müteahhitler kar getirecek olan evlerin peşindeydiler. Atmaca gibi… Kafamda bin türlü düşünceyle ağır ağır yıkım noktasına yaklaştım. Sanki birileri paçalarımdan yakaladı beni. Öncelikle, sıra apartmanın siyah boyalı, ağır cümle kapısındaydı:

“Ah mühendis bey, ah! Sen gelip de sokağı dikkatlice gözden geçirdiğin gün anlamıştım başımıza gelecekleri. Bütün daire kapılarına seslenerek haber verdim. Hazırlanın, bizleri de çok yakın bir zamanda yok edecekler dedim, ama kimse bana inanmak istemedi. Herkes, bu apartman sakinlerinin asla böyle bir şey yapmayacaklarını, hepsinin evlerini çok sevdiğini, hatta daha iki üç yıl önce, apartmanın tadilata alındığını söylediler. Ama ben biliyordum. Sen sokakta bir aşağı bir yukarı gezerken ve bizim evimizi dikkatle süzerken iliklerime kadar hissettim, üşüdüm, titredim, vay başıma gelenler diye sessiz sedasız ağladım.”

O sırada yerlere gelişigüzel atılmış daire kapıları da önce mırıl mırıl, sonrasında yüksek sesle söylenmeye ve hıçkırarak ağlamaya başladılar. Üzerinde bir numara yazan dairenin kapısı buruk bir sesle:

“En son benim sahibim Türkan Hanım çıktı apartmandan. Zaten yalnız, tek başına yaşayan bir kadın. Kimi kimsesi yok. Nereye gidecek, evi nasıl toplanacak, nereden ev bulacak diye sızlandı günlerce. Tansiyonu çıktı, şekeri yükseldi ve en sonunda müteahhitten yardım istedi. Adam da baktı ki çıkmazsa iş gecikecek, her şeyine yarımcı oldu. Evi bırakıp giderken, beni okşadı, yaşlı gözlerle, ‘Ben şimdi gidiyorum ama geriye dönebilecek miyim bilmem, ne anılarım vardı burada, hele ki Muhittin Bey’le… Bakalım, kısmet…’ dedi, omuzları düşmüş bir şekilde sürüklenir gibi ayrıldı evden”
“Ya, ya aynen öyle oldu.” diye söz karıştı bir diğer kapı. 

Üçüncü kattaki altı numaralı dairenin kapısıydı o da. Çelik, güzel bir kapıydı. “Şimdi yerlerde böyle tozlar içinde kaldığıma bakma, bir zamanlar çok güzel bir ailenin evinin kapısı olmakla övünürdüm ben. Naci Bey ve Muazzez Hanım ve o şahane kızları. Güzel insanlardı. Naci Bey’e babasından kalmıştı bu ev. Hep burada oturdular. Her hallerini bilirim. Naci Bey, çok yakışıklıydı. Günahı boynuna, karısını az bekletmedi camda pencerede. Eşini çok ağlattı. Kadın da güzeldi Allah için, ama adam neden böyle yaptı hiç bilmem. Evlerin kapıları aslında ne sırlar saklarlar bir bilsen…”

“Aman senin sırların da bir şey mi, ilahi altı numara… Ya yedi numarada oturanlar? Yaşlı adam ve genç karısı… Adam karısını çok kıskanırdı. E mübarek, madem bu kadar kıskanacaktın ne evlendin ki gencecik kadınla… Kadın da bir afet-i devrandı yani. Gencecik yaşında üçüncü kocasıymış bu yaşlı adam. Adamla parası için evlendiğini söylerlerdi. Kapıya gelen bir erkek oldu mu, kadının konuşması bile değişirdi. Kart zampara, karısını döverdi arada bir. Nereden mi anlardım? Kadın o çürükleri saklamak için hep makyaj yapardı sabahın köründe. Bazen de gizli gizli ağlardı. Ah be kızım! Neden evlendin ki bu ihtiyarla diye üzülürdüm onun için.”

“Ben aylardır boş duruyordum zaten.” diye söze girdi dört numaralı kapı. “Sahibim olan adam, karısını kaybettikten sonra çocuklarının yaşadığı şehre gitti. Bu evde tek bir eşyanın bile yerini değiştirmeden hem de. Karısını çok severdi. Deli gibi aşıktı ona. Hep şiirler yazardı ve çiçek getirirdi. Kadın pek oralı olmazdı. Adam bir kere demişti ki ‘Senin aklın galiba hala ilk sevdiğin adamda kalmış. Beni bir türlü onun kadar sevemedin.’ Ah ne üzülürdü adam, o boylu boslu, heybetli adam küçülürdü bu sözleri söylerken. Bazen bir kadeh rakı, biraz peynir ile tek başına oturur, şiirler yazar, Müzeyyen dinlerdi.”
Neler de anlatıyorlardı bu kapılar böyle? Gerçekten her kapı ne sırlar saklıyordu. Bu apartman dokuz daireden oluşuyordu. Her katta iki geniş daire, en üstte de yapan müteahhidin kendisi için yaptığı tek bir daire. Yapıldığı yıllara göre, çok modern izler taşıyordu yapı. Duvarları kalın, tavanları yüksek, oda kapıları büyük, kaloriferli, sıcak sulu, geniş merdivenli, mermer girişli, girince insana ferahlık veren bir apartmandı. Ama zaman, ah o hoyrat zaman, değişen koşullar, yaklaşan deprem tehdidi filan derken yıkılıp yeniden yapılmasına karar verilmişti. Yeri de güzeldi. Şehrin içinde, böyle büyük ev bulmak hayaldi artık. Her bir daireyle ayrı uğraşılmıştı ve sonunda işte, birkaç gündür yıkım başlamıştı. 

Önce işe yarar malzemeleri hurdacılar alacaktı. Sonrasında iş makinaları yerlere yeksan edecekti buraları. Düşüncelere dalmış ve işittiklerim karşısında şaşkına dönmüştüm. Kapılar konuşur muydu hiç? Konuşuyorlardı işte. Ben etrafıma şaşkın şaşkın bakınırken bu sefer üç numaralı kapı girdi söze:

“Ah dedi ah, bir bilseydin benim dairemde oturan aileyi… Çok asil ve kibar insanlardı. Geleneklerine bağlı eski bir aileydi onlar. Dünyayı seven, insanları seven muhteşem insanlar. Ta ki bir sokak serserisi o güzelim ailenin çocuğunu bıçaklayıp da öldürene kadar. Aile paramparça oldu inan. Sadece anne ve baba kaldı burada. Gençler çekip yurt dışına gittiler. Çok nadir geldiler artık memlekete. Kadın ve adam da o güzelim çocuklarının yasını tutarak yaşadılar yıllardır. Bir daha evlerinin perdelerini bile açamadılar. O kahkahalar yükselen güzelim ev, sanki bir mezarlığa döndü. Onlar da kendilerini oğullarıyla birlikte mezara gömdüler sanki…”
“Sanki sizin anlatılacak çok sırlarınız varmış gibi kasılıp duruyorsunuz sevgili arkadaşlarım. Asıl sırlar ben de, ben de.” Sıra beş numaralı kapıdaydı. “Bizim dairede oturan kiracıydı. Onun için, eski bir mahkum ve ailesi derlerdi. Sessizce girer çıkarlardı evlerine.

Hayalet gibi. Adamın yüzünde her zaman acı bir ifade olurdu. Karısı ve çocukları kendilerine söz gelmesin, kocası kızmasın diye çok dikkatli hareket ederlerdi. Sadece adam içki içtiği bazı geceler, karısını ve çocuklarını kapı dışarı ederdi. Onlar da sokak kapısının önünde, karda kışta bile, soğuktan üşüyüp titreyerek adamın kendilerini tekrar içeri almasını beklerlerdi. Komşular hiç karışmazlar, görmemiş, duymamış gibi davranırlardı. Sonra adam çağırırdı onları. Cümle kapısı neler gördü neler onlarla ilgili. Değil mi? Anlatsana…”

Cümle kapısı, acı bir gülüşle, “Bir gece, kadın çok hastayken de attı onları dışarı. Kadın ateşler içinde yanıyordu. Çocuklarda, o da tir tir titreyerek bekleşip durdular. Saatlerce. Kadın kendinden geçti, yere yığıldı, çocuklar sessizce ağladılar sarsıla sarsıla. Sonrasında kadın kendine geldi ve çocuklarını bağrına bastı. Ah ne geceydi o… Elimden gelse, sopayla dövecektim ahlaksızı. Kadını ve çocukları sokağa atmak da ne demek? Pislik…”

Sıradan insanların oturduğu bu apartmanda neler neler vardı kim bilir… Elli yıl boyunca o kadar insan gelip geçmişti ki… Konuşmayan, derdini anlatmayan birkaç kapı kalmıştı. Merakla onlara döndüm:
“Yok mu sizlerin bana anlatacaklarınız? Bak, diğerleri anlattılar. İki numara, sekiz numara, dokuz numara? Sizler de anlatın bakalım…”

İki numaralı kapı, somurtkan bir ifadeyle, “Ne anlatmamı bekliyorsun? Ben de oturanlar sıradan öğretmenlerdi. Geçim kaygısıyla uğraşan, iki çocukları olan. Yıllarca o çocukları büyütmek için ellerinden geleni yaptılar. Çok çalıştılar karı koca, çok… Güzeldi çocukları, çok güzel. Oğulları da, kızları da… Kızlarını bir hayırsıza kaptırdılar. Adam mahvetti o güzelim kızı, oğlan da uyuşturucuya bulaştı. Çocuklar için çok uğraştı anne babaları. Sonunda hem kızı, hem de oğlanı kurtardılar ama onlar da helak oldular. Satıp gittiler evlerini. Yeni sahibi de daha oturamadan ev kentsel dönüşüme gitti. Şimdi neredeler hiç bilmiyorum. İyi insanlardı ya… Kadın hep derdi ki; ‘Galiba biz ailelerimizin günahını yaşıyoruz Erhan. Benim babam çok ah almış. Onlar mı çıkıyor nedir?’ Adam çok severdi hem karısını, hem evlatlarını. Asla vazgeçmedi çocuklarını kurtarmaktan. Başardı da. Umarım çocuklarda bir daha çukura düşmezler.”

“Bana gelince…” diye söze başladı dokuz numara, “Eski sahibi sattı beni. Kısa süreli ev kiralayanlara. O tarihten itibaren hep yabancılar doluştu o güzelim apartmana. Suriyeli, Nijeryalı, Iraklı falan derken gideni geleni tanıyamaz olduk. Kimisi saygılı insanlardı. Kimisi çok gürültücü ve pis. En nihayeti şikayet etti apartman sakinleri ve bir senedir kimseye kiraya veremediler. Hep boş kaldım. Bir bakıma iyi de oldu. Apartman da huzura kavuştu ben de…”

“En sona ben kaldım galiba…” dedi sekiz numara. Benim sırlar biraz gizli kapaklı. Aslını ararsan ben bile çok anlayamadım. Bir işler döndü ama… Günahları boyunlarına. Aman bir bakıma iyi oldu bu kentsel dönüşüm. Böylece apartmanda kurtuldu bu pisliklerden. Sanırım dairelerini de müteahhide satıp gittiler.”

Artık kapıları taşımak üzere kamyon gelmişti. Hepsi birbirleriyle vedalaşarak ve ağlaşarak kamyona yüklendiler. Bugüne kadar pek çok kentsel dönüşüme tanıklık etmiştim ama böylesi ilk defa başıma geliyordu. Cümle kapısı boğuk bir sesle dedi ki; “Bak mühendis bey, biz her şeyi sana anlattık. Ne olur, sen de bunları başkalarına anlat. Bir ev yıkılınca, yıkılan sadece ev olmuyor, anılar, sırlar, yaşananlar, hatta o evin, o sokağın tarihi, her şey, her şey yıkılıyor. Kişiliksiz, birbirine benzeyen binalar kaplıyor her yanı. Eskiden bir sokaktan geçerken o sokak kişiliği ile karşılardı insanları. Şimdi öyle mi ya? Boş zamanlarında öykü yazıyormuşsun diye duymuştuk. Bunları da yaz, anlat bizleri. Olur mu?” Kafamı “Evet…” anlamında sallayabildim sadece. Boğazım düğümlenmişti. Onlar güvenip öykülerini bana anlatmışlardı, eve gider gitmez benim de ilk işim onları anlatmak olacaktı… Ara 

Güler’in muhteşem sözleri geldi birden aklıma…  Ne demişti büyük usta? “Hayat dediğin, küçük adamların hikayesidir.”

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Yarım / Turan Demirci

Yarım / Turan Demirci

24-04-2024 - ÖYKÜ

Doğayla Yaşamak / Nevin Bahtışen

Doğayla Yaşamak / Nevin Bahtışen

22-04-2024 - ÖYKÜ