ANI
Giriş Tarihi : 31-12-2023 19:20   Güncelleme : 01-01-2024 01:16

Bir Kent Masalı -5 / Orhan Sarı

Yazan: Orhan Sarı -BİR KENT MASALI /5

Bir Kent Masalı -5 / Orhan Sarı

BİR KENT MASALI /5

Oryantasyonu, ön hazırlığı, hazır bulunuşluğu en yüksek olan dönemim, Akhisar Lisesi yıllarıdır. Çünkü evimiz, trafiği yoğun ana caddedeki yeterli oyun alanları olmadığı için mahalle çocukları, Akhisar Lisesi bahçesinde idi. Ara sıra hizmetliler kovalasa da, bahçe bizimdi. Mesai içi dışı farketmez. Törenleri, açık havada yapılan beden eğitimi derslerini,  oynanan spor müsabakalarını bazen bahçe içerisinde, bazen çevre duvarının üstünde oturup izlerdik. İşe de yarıyorduk. Yola kaçan topları topluyor, benim de işe yaradığımı  fark edin edalı yavaşlıkla, bahçeye ağır hareketlerle geri atıyorduk. O yüzden, öğrenciliğini yadırgamadığım  tek okul Akhisar Lisesi idi.

Yönetsel hiyerarşisini tam bilemiyorum. Ortalıkta çok gözükmeyen, kırmızı yüzlü, Atatürk’ü andıran bakış ve vakarlı, Tahir Ün Caddesindeki bahçeli villada oturan Nihat Aksey’i müdürdü sanıyorum. Bizimle, sonradan da müdür olan, Hasan Takay muhatap olurdu. İri bir gövde, geniş omuzlar, kısa boyna oturmuş müthiş bir otorite… Hiç şiddetini görmedim ama hep dövecekmiş korkusu bize egemendi. Askerlikten öğretmenliğe dönüşmüş askeri disiplin, kitle yönetim modeli bu olmalıydı. Okul, güneyden kuzeye uzanan bir bina ve bahçenin bir köşesinde de yatılı pansiyonlu iki yapıdan ibaretti. Binanın doğu cephesinde, tören yapılırdı. Öğrenciye  egemen olabilmek için beton bir platform vardı. Hasan Takay üstüne çıkar, keskin bakışlarıyla bir süre bir meydan savaşını dizayn ediyormuşçasına  tarassutta bulunurdu. Kıpraşmalar sona erer. Devam edenlere son ikaz gelirdi; “Alo!... Eleman…”  Herkes, derdeste olurdu. Sonradan anladım ki, matematik dersinde kümeler konusu var. Eleman sözcüğü, nihayet manidar hale dönüştü.

Gür ve coşkulu İstiklal Marşı söylenir. Yavan bulunursa tekrar ettirilirdi.

Aynı otoriter kültürü Beden Eğitimi öğretmeni Ahmet Ergin’de de görürdünüz. Mazeretsiz bir dersti. Soğuk sıcak, sabah erken geç fark etmezdi. Beden Eğitimi, asla dolgu dersi değildi. Yiğitsen malzemesiz gel, mazeret bildir… Kentte sayılacak kadar arabanın olduğu yıllarda, pahalı bir motorla bahçeye girer park ederdi. Müze seyirliği gibi motorun etrafında toplanırdık. Sevdiğini hiç sezemedik.  Aslında, biraz dikkatlice bakabilsek, müstehzi bir gülümsemenin yüzendeki çizgilerinin arasından gözlerinin derinliklerine doğru hareket ettiğini görürdük. Ama o kadar uzun bakma demokrasisi, fırsatımız yoktu. Turhan, Adil, Süleyman, Bülent, Gürhan gibi öğrenciler gözdeleriydi. Benim gibi yetenekleri sınırlı birinden sporcu yaptı. Okul takımında yer bulur gibi oldum. Sırıksız sırt üstü engelli atlama tekniğini köy çocuğuna öğretti.  Manisa’daki çim sahada, okulu temsiliyet verdi. Hava Harp Okulu’nu kazanma becerisi kazandırdı. Ama hiç şımartmadı. İlk kez, sporun verdiği özgüvenle kız arkadaşım oldu. Yokluk hükmüm bitti. Var olduğumu anladım. Varolmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadım. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Ama bizi asıl rahata erdiren Celal Bey’in sosyoloji dersi idi. Dersin literatürüne hakim değildik. Bizi, tam da bilmediğimiz alemlere sürüklüyordu. Ama demokratik sınıf yönetimi becerisini, rehavetini; sobalı sınıf ortamında  hissederdik. Dersi bir hademe böler, elindeki maşayla sobanın kapağını açar, beraberindeki odun kütüklerini atar, akabinde ders kaldığı yerden devam ederdi.

Matematik dersinin bütün vahametinin rağmına Mehmet Emin Caymaz’da da aynı iklim vardı. Bize aitlik duygusunu, kendisinden alırdık. Kalın dokunmuş kareli gömleğe mecburiyet hissiyle, eğreti takılmış kravatıyla, ne kadar da bize yakındı.

Matematiğin bir derinlik olduğunu da, Süleyman Pamir’den.

Kravata özel paragraf açmalıyım. Ya arkadaş, evde kimse bağlamayı bilmiyor ve de bunu görevi hissetmiyor. Ne kadar öğrenilmesi zor düğümlermiş meğer. Basit teknikle bağladığınızda düğüm ortalanmıyor. Boynun bir yakasına kayıyor. Çift atkı attığınızda yakada oturuyor. Bu kez de, iki uç eşitlenmiyor. Kalın görünen kısmı bodur kalıyor, altta uzun bir bölüm sarkıyordu. Bir düğümlemeden doğan payı veremiyorduk. Sosyalizasyon böyle bir garabetti. Bunu mahallemizin susam helvacısı Kazım Ağabey’in oğlu İsmet Ayan çözerdi. Biraz asabice söylenerek, mahalle çocuklarının kravatını bağlama becerisini pazarlardı. Hepimiz o dükkanda büyüdük. Recep, Sacit, Behzat vs… Allah razı olsun…

Her şey bir minval üzere sürüp giderken, bir gün büyü bozuldu. Lisede veli toplantısı vardı. Sıkı sıkı tembihlediler. Çok ciddiye aldım. Mecburiyet sandım. Yalvar yakar, ilk kez babamı veli toplantısına gece vakti götürdüm. Götürmez olaydım. Taktik hatası yaptım. Koridordaki fizikçi komşumuz da olan, Hüseyin Bey’e soktum. Kapı aralığından da izledim. Hüseyin Bey munis bir tonla; ’’Arif Efendi, bu çocuk okumaz. Al bunu, okuldan’’ dedi. Babam kızardı. Kapının önünde, bana bir tokat attı. Benim veli toplantım başlamadan bitti. Oysa, diğer derslerim iyiydi. 60 ihtilalinin Devrim Arabası gibiydi kaderim.

Genel bir kanaati oluştu. Dükkana daha bir önem verdirtmeye başladı. Ara sıra müşterilere; “Bu çocuk okumaz” olumsuz pekiştiresini tekrarladığını duydum. Lise-1 bitti. Tek zayıfım vardı. Fizik.

Lise-2’ ye gönderildim. 15-20 gün okudum. Tek ders sınavı var dediler. Girdim. 3’ mü 4’ mü aldım 10 üzerinden. “Borçlu geçmek yok” dediler. Lise-1 e geri döndüm.

“Klasik dönem bitti modern yönteme geçildi” dediler. Lise-1 Fen Kolunu, modern tedrisatla bir daha okudum. Toplu sınav yapılıyordu. Ertesi yıl yapılan sınavlardan birinde, Lise-1 Fizik birincisi oldum.

İstiklal Marşı komutlarının verildiği beton platforma çıkarılıp alkışlatıldım. “Okumaz” denilen çocuktan 3 lisanslı 2 yüksek lisanslı bir başarı inşa etmiştim.

Ben, bu öğretmen hikayelerini; birilerini bir yere indirmek, birilerini bir yere yükseltmek için yazmıyorum. Ne bu insanların buna ihtiyacı var, ne de benim ahir ömrümün sonlarına geldiğim bu zaman diliminde, buna ihtiyacım var.

Hamdım. Piştim. Oldum. Tohumlandım. Göğe, toprağa savrulur kıvama geldim. Savruldum. Göğerdim. Ekine dönüştüm…

Yunus’un da dediği gibi, ballar balını buldum. Kovanım yağma olsun modundayım. Bunların hiçbiri nesnel gerçeklik taşımıyor. Öznel izlenimler…

Herkesin önünde minnet ve saygıyla eğilirim.

Karıncanın birim alana düşen özgül ağırlığının filden fazla olduğunu, iç basıncı alınmış bir küredeki dış basınç gücünü sınıftaki babayiğit erkeklerin bile iki yarım küreyi asılıp açamadıklarını, düdüklü tenceredeki muazzam enerjinin ısı-atom ilişkisini, eğik atış problemlerini Hüseyin Bey’den öğrendik.

Başarılamayan şey, ön öğrenmeleri eksik; yeni öğrenmeleri eklektik bilgiye dönüştürüp bunu yeni öğrenmelere  dönüştüremeyen, analiz sentez düzeyinde bilgiyi kullanamayan, onlarca sosyalizasyon sorunu yaşayan, bizim gibi köy çocuklarının derse katılamamasıydı. Mesele bundan ibarettir. Herkes bir tuğla, bir harç koymuş vücut bulmuşum. Saygıda kusurum olmaz.

Yazımızın türü de, masal zaten. Kent masalları…

Yoksa, bu didaktik-öğretici Ahmet Mithat Efendi üslubuma niye katlanasınız. Uzun ve yeknesak kış gecelerinizin konuğuyum izin verdiğiniz sürece… Önü arkası bu kadar.  Bu nedenledir ki, başarabildiğim ölçüde öğretmenlik yaşamımda   öğrencilere sınıfın bir şekilde geçileceğini hissettirdim. Öğrencilerimi 1’den 10’a kadar skalada ölçmek yerine, 5’le 10 arası skalada ölçme yapıp sıraladım. Salt öğretmeyi hedefledim.  Ölçme ve değerlendirmeden uzak durdum. İnsanın potansiyelleri meçhuldür. Hüküm vermek zordur.

Edison’un hikayesini hatırlayınız. Thomas Edison, bir gün eve gelip, okuldan kendisine verilen kağıdı annesine uzattı; “Öğretmen verdi” dedi. Annesi, oğluna sesli olarak gözyaşları ile; "Oğlunuz bir dahi. Bu okul, onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlikte öğretmenimiz yok. Lütfen, onu kendiniz eğitin.’’ şeklindeki metni okudu. Aslında, kağıtta; “Çocuğunuz, öğrenme güçlüğü çekmektedir. Sınıftan alınız.” yazmaktadır.

Bunu unutmayın; sokaklar, okuldan daha iyi olmadı hiçbir zaman.

***

- Bir Kent Masalı /1 okumak için tıklayınız...

- Bir Kent Masalı /2 okumak için tıklayınız...

- Bir Kent Masalı /3 okumak için tıklayınız...

- Bir Kent Masalı /4 okumak için tıklayınız...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi