ANI
Giriş Tarihi : 27-12-2023 20:49

Bir Kent Masalı -2 / Orhan Sarı

Yazan: Orhan Sarı -BİR KENT MASALI /2

Bir Kent Masalı -2 / Orhan Sarı

BİR KENT MASALI /2

Kentin birçok yüzü var. Modernite, canlı çarşı, bereketli tarım, anıtsal mimari, kent meydanları vs vs. Bütün bunlar makbul şeyler ama yetmez. Bir kentin ruhu, salt bunlar değil… Herbirimizin kente kattığımız renkler ve desenler var. Hemşehri dediğimiz bir kilimi birlikte dokuruz. Ortak sevinçler, ortak hüzünler hemşehricilik denilen o dokumaya motif olur. Ortak yemekler, cenazeler, düğünler, cuma çıkışı yüz yüze bakmalar, bizi birbirimize düğümler. Kilimi, halıyı değerli kılan birim alandaki düğüm sayısı, atkı ve çözgülerinin yünü, renk seçimi, içsel duygularımızın ifadesi motifler vs vs. Hiç kimseyi dışarıda bırakamayız. Herbirimiz, birbirimizin tamamlayıcı eklektik parçası… Herkes bütünün stratejik parçasıdır. İyi ki varsınız yoksa hep bir eksik olacaktık. Kentin yazılı olmayan istişaresi sonucu ortaya çıkan şiarı budur.

Aynalı Cami’nin kuzeye bakan yolu, batısındaki yola göre daha dardır. Yerler taş döşemeydi. Akhisar'ın kurtuluş şenlikleri o sokaktan başlardı. Tarihi gerçeği bilmiyorum ama bunun nedeni camiinin bahçesindeki mezarların kurtuluş savaşı kahramanları ile ilişkilendiren menkıbeleri olduğunu duyardım. İri heybetli yapısıyla görebildiğimiz son kuvvacı Bekçi Zarif’in küçük ama bakımlı kır atı; gemlerinin kasılmasıyla acıya dönüşerek geriye bir kaykılma ile konumunu muhafaza etmeye çalışırdı. Yeni mıhlanmış gümüşi nalları, taş döşemeli yolda şakır şakır tiz sesler çıkarırdı. Mahallenin alaylı çocukları, ezilme pahasına sokulur izlerdik.

Aynalı Cami’nin karşısında, adının Zehra Hanım olduğunu bildiğim Tavuk Hanım otururdu. Köhne, yıkıntı, mahmur bir evdi. Gerçi, çıkmaz sokaklarda bu tarz haneler çoktu. Sokakların ortak dibek taşları vardı. Kapı önlerine hasırlar serilir, küfelerce tütün kargılara dizilir, akşam alacağına kadar hep aynı konular; aynı tazelikle durmadan anlatılır. Bize de üşümeyelim diye diz diplerine yatırılıp üstümüze el örgüsü hırkalar örtülürdü..

Öyle bir saadeti, öyle bir bahtiyar zamanları vardı çocukluğumun. Yoksul ama mutluyduk. Evde nadiren yapılan özel yemeklerde nasılsa babam birden hatırlardı. Anneme işaret eder bir kap hazırlanır ablamla Tavuk Hanım’a götürürdük. Tahta kapıyı çalardık. Işıksız aralıkta tahta kapı gıcırtıyla açılır Zehra Hanım’ın utanma, mahrem, minnet duyguları arasındaki eli uzanır, tabağı alırdı. Efsaneleri vardı. Küçük boyluydu. Cüce sayılırdı.

Boğazındaki göz alıcı boncuk gerdanlıklarını hatırlıyorum. İyi giyinirdi. Süslü sayılırdı. Mahallenin çocukları bazen arkasına takılır, eziyet ederlerdi. Ben aileden tembihli olduğum için, bu davranışa hiç meyletmedim ama engel de olmadım. Toplum böyleydi. Bir yandan sarıp sarmalar, bir yandan da dışlardı. Acıma ve alay içiçe… Bir gün evi yandı, evden hatra sayılır servet çıktığı söylentileri arasında öldü dediler… O da, kendinden önceki güzel insanlar gibi mor atlara binip Kaf Dağı’na gittiler…

Ben, o gün bugündür; bir çocukluk ritüelimi kaybetmenin hüznüyle, güne eksik başlarım.

***

- Bir Kent Masalı /1 okumak için tıklayınız...

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi