ANI
Giriş Tarihi : 03-04-2023 22:05   Güncelleme : 06-04-2023 23:52

Anadolu İrfanından Bir Kesit

Yazan: Yusuf Sarıkaya -ANADOLU İRFANINDAN BİR KESİT

Anadolu İrfanından Bir Kesit

ANADOLU İRFANINDAN BİR KESİT

Pek çok Anadolu kadını gibi Anam da ölmeden önce ölüme hazırlıklı yaşardı. Hatta dilinden, “Doğum nasıl hak ise ölüm de öylece haktır oğul” Sözünü hiç düşürmezdi. Böylece az sonra yolculuğa çıkacak kişinin dinlenmek için oturduğu mekâna bakışı nasılsa öyle bakardı hayata. Böyle bakış açısına sahip birisinin hayatı çok anlamlı olur. 

Anam da öyleydi. Bu bakış açısını ve bilgileri tahsille falan elde etmemişti. Çünkü babasını daha kundaktayken Çanakkale’de şehit vermişti. Bu bilgileri Anadolu insanının inancından kaynaklanan ve kuşaktan kuşağa aktarılan İrfan Sofralarından öğrenmişti. Bunun okulu tüm toplum ve tüm mekânlardır. İrfanını yitiren toplumların savrulması bundandır.

Anam zaman-zaman gelinlik gününden beri gözü gibi koruduğu sandığı açardı. Sandık Anadolu kadınlarının çok önemli mobilyasıdır.

Anamın yaşadığı zamanlarda başka da mobilya yoktu taşrada. Bu sandıkta neler bulunmazdı ki! Hele de sandık açıldığında ortaya saçılan o güzelim kokular ne kadar hoştu. Tabi çocuk olarak bizler daha çok sandıktan çıkacak küçük akide veya sormuk şekeri dediğimiz köy çocuklarının en lüks çerezi ilgilendirmekteydi. Sandık açılır açılmaz başına hemen geçer ve çıkacak bir yiyeceğe bakardık. Gerçekten de anneler sandıkta mutlaka o tür şeyler bulundurur ve çocuklarını sevindirirdi.

Sandıkta ayrıca kız ve erkek çocuklara küçüklükten itibaren düğün ve nişan hazırlıkları için malzemeler, bürük denilen başörtüsü, kına, seccade, yastıkların üstüne serilecek işlengi hazırlanırdı. Bayramlarda erkek çocuklarını süslemek için ipekli poşu denilen, tabiatın tüm renklerini üzerinde bulunduran atkılar bulundurulurdu. Kadınlar, misafirliğe veya ilçeye giderken kullanılacak pazen dedikleri kumaştan iri yapraklı, çiçekli desen verilmiş elbiseleri de olurdu sandıkta.

Çünkü böyle elbiseler özel günler için giyilirdi. Bazen bir kadının böyle dışarılık tek elbisesi olurdu. Bazen de elbisesi olmayanlar başka köylere giderken komşusundan ödünç alırdı. Kısacası bu sandık bir kadının her şeyiydi. 

Yine böyle günlerden biriydi. Anam sandığı açmış, itina ile içindekileri kontrol ediyordu. En küçük oğlu Bekir hemen sandığın yanına koştu. Tabi her zaman olduğu gibi sandıktan çıkacak yiyecekti onu ilgilendiren. Bu seferlik kırık leblebi çıktı şanstan. Şeker veya lokum yoktu.

Anam eline kalınca bir bohçayı aldı. Açtı tek -tek kontrol etti. Sonra da başladı saymaya: “Oğlum, bu benim kefen bezim. Şu yıkayıcının önlüğü, şu sabunu, şu pamuk, şu yüzerlik (kurutulmuşu yakılarak etraftaki kötü kokuları bertaraf eden tabii bir ot.)…” Tabi ben bunları anlayacak yaştaydım ama anamın bu sözü pek hoşuna gitmedi. Çünkü o yaştaki bir çocuk buna pek razı olamazdı. Yüreğim cız etti ama annesi yine de anlatmaya devam etti. Üzüldüğümü görse de etraflıca anlattı. 

Daha sonra anladım anamın anlattıklarını. Demek anam, ölmeden önce ölüme hazırlık yapıyormuş. Bu nasıl bir şey ki hazır kıta bekleyen asker gibi kefenini, gelinliğini koyduğu sandıkta bulunduruyordu. İnanıyorum ki, bu anlayış hayata hayat verir. Her attığı adımın, her söylediği sözün bilincinde olur böyle inanan insan. Böylesi kimseler öldükten sonra da yaşar. Pek çok büyüğümden duydum yıllar sonra: “Annen çok iyi bir kadındı. Kimseyi kırmazdı. Yardım severdi. Biz O’ndan razıydık. Allah ta razı olsun. ”Sözünü. Zaten hayat bu fani dünyada “ gök kubbede baki kalan hoş bir sâdâ, “bırakmaktan ibaret olmalı değil midir?” 

Eskiden Anadolu’da düğün alayları tüm makul eğlencelerden sonra, gelin hanımı, damat Bey'in evine götürürken  mezarlığın etrafında bir tur atarlardı. Yani; “Doğmak ta hak, ölmekte haktır. Düğünün oluyor ama öteleri unutma. Bu sevinçli günleri iyi değerlendirilirsen ahirete azık olur. Onun için bu sevincin arasına biraz da ciddi bir sahne koyalım” diye uygulanırdı bu âdet.

Anam, namaz dualarını çevresinden öğrenmişti. Onları huşu ile okurdu. Pek çok kelime ve harf hataları vardı. Bazen anacığım o kelime şöyle olacak dediğimde kırmaz ve söylemeye çalışırdı. Yapamayınca da “Ben bunu zor zamanlarda ağızdan öğrendim. Kulaktan dinledim. Sen karışma oğlum. Allah anlar.” derdi. Samimi bir inanmış mümine olarak.

Hayatı irfan ehlinden öğrenmek gerek. İrfan, nesilden nesle, kuşaktan kuşağa aktarılan bir birikimdir. Bunu kaybetmek toplumları geçmişinden koparır. İrfanımız Allah’a karşı duyduğumuz sorumluk bilincimizin yansımasıdır. Şiirimiz de, Nesrimiz de hep irfan örnekleri ile doludur. Ben ümmi (okuma yazma bilmeyen) Anamdan öğrendim bunları. Gelin irfanımıza sahip çıkalım. 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi