DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Hakan Cucunel
Hakan Cucunel
Giriş Tarihi : 27-03-2024 21:53

Deli...

"Deli” sözcüğü hakkında Sevan Nişanyan ayrıntıya girmemiştir. Sözcüğün Kaşgarlı’da “telü” biçiminde geçtiğini verir yalnızca.(125) İsmet Zeki Eyüboğlu, “usu gitmiş, azgın” anlamlarını verir ve sözcüğün kökeninin “Tel-“ kökünden geldiğini belirler. Hangi anlamlarda kullanıldığını ayrıntılarıyla örnekler.(174)

Ülkemizde sözcük, “delibozuk, delifişek, delice, deliş+men, delikanlı gibi pek çok türeviyle kullanılmaktadır.

“Deli” sözcüğünün kökeni “delmek” eylemidir. Zaman içinde anlam genişlemesiyle farklı anlamlara kaymıştır. “Delikanlı” birleşmesindeki anlamıyla “mahallenin veya köyün delisi” farklı anlam içeriklerine sahiptir.

Osmanlı ve öncesi dönemlerde “Deliler” bir askeri birliğin adı olmuştur. Deliler, yalnızca vatan için savaşan, ölüme koşan ve ölümden korkmayan adanmış bir topluluktur. Giyimleri, davranışları geleneksel askerlere benzemez. Ürkütücü görünmek amacıyla giysi olarak sırtlan, aslan, ayı postları giyerler. Kafalarına hayvan kafatasları takarlar, sırtlarına kartal teleklerinden kanatlar yaparlar. Yüzlerini ve bedenlerini boyarlar. Deliler’e katılmanın şartları arasında cesaret sahibi olmak gelir. Bu birliğe katılanlar genellikle iri yarı, heybetli fiziği olan kişilerdir. Bu davranış biçimleri İslamiyet öncesi Türk inanışlarından gelir. Deliler, ağırlıklı olarak Türklerden oluşur. Savaşlarda en önde ve gönüllü olurlar. Amaçları düşmana kokrku vermek gözlerini yıldırmaktır. Bunu başardıkları da Avrupa kaynaklarında geçer. (s.28, Turhal) Çok da uzak olmayan geçmişimizin bu özgün kişilikleri araştırılmalı ve tanıtılmalıdır.

Yakın zamanda Kurtuluş Savaşı sırasında Balıkesir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği yıllarda, Yunan askerlerini korkutmak için benzer davranan Tülütabak’lar da Deliler geleneğinin bir devamı olarak ele alıabilir.

Türk insanı, “deli” derken aslında biraz da yaratıcının cezbesine kapılarak, maddi dünyayı ve maddi gereksinimleri yok sayan anlamında; “meczub” sözünün anlam içeriğini kullanır.  Neredeyse her köyün bir delisi vardır. Delisi olmayan köy de; Üstün Dökmen’in çok bilinen ve seyredilen eserinde olduğu gibi kendi köyüne bir deli arar. Ve sonuçta da bir biçimde bu deliyi bulur.

Batı toplumlarının tersine Türk Toplum geleneği, delileri aşağılanmaz. Çoğu zaman saygı görürler. Toplum, onlardan kapıldıklarına inandıkları “cezbe” nedeniyle bir ölçüde çekinir. Bu çekincenin içinde korku da vardır. Delilere karşı dikkatli davranır.

Delilere karşı sergilenen tutum, o toplumun algı kodlarıhakkında pek çok farklılığı da ortaya koyar. Ortaçağ Avrupa’sında deliler, kent dışına atılmışlar, kırlara sürülerek itilmişlerdir. Bu dönemde “deli”nin kaderi kent dışına sürülmektir. Almanya ve Fransa gibi ülkeler, delilerini serserilik suçu işledikleri gerekçesiyle topluca hapse atmıştır.Kimi durumlarda kamçı veya değneklerle köylerden kovulmuşlardır.* Delilerin Avrupa toplumunda nasıl karşılandığının ayrıntıları özellikle Michael Faocoult’un “Deliliğin Tarihi” adlı eserinde ayrıntılarıyla sergilenmiştir.

“deli+kanlı” sözcüğündeki “deli” olan “kan” değil, kişinin varlığı, bilinci ve eylemidir. Köyün ya da mahallenin delisindeki anlam da temel anlamdaki içerikten tamamen kopmuş değildir. Dilimizde kullanılan deli sözcüğü, derviş ve abdal sözlerinin anlamlarının çağrışımlarına kayar. Yüzlerce yıl boyunca Anadolu’nun köylerini dolaşan, bir öğretiyi yaymaya çalışan dervişlerin, saz çalarak dolaşan “abdalların, ozanların” ilksel biçimlerine bakabiliriz. Onların önceki biçimleri “kam” veya “şaman” olarak düşünülebilir. Günümüzün “deli” tipi ile çağlar öncesinde kalan “kam-şaman” tipi arasındaki tarihsel ve derin bağın kopmadığını görebiliriz.

“kam-şaman” tipi nasıl ki ruhlarla bağlantı kuruyorsa,gerektiğinde büyü yapıyorsa; İslam sonrası “meczub-abdal-derviş-ozan” tipi de; yaratıcı ile bağlantı kurabilen bir kişilik olarak düşünülür. Şaman nasıl bir takım maddelerle esrime ve sarhoşluk yaşıyorsa, dervişler de benzer maddeler kullanarak bir esrime yaşarlar. Kalenderilerin afyon yuttuklarını, örneğin Hacı Bektaşı Veli’nin. Ardıç ağacı tütsüsünü kullandığını Irene Melikoff gibi pek çok araştırmacıdan biliyoruz.*

Sonuç olarak, kam-şaman tipinin bir yönüyle devamı olan derviş-ozan-meczub bir özelliği ile “deli” tipinde yaşamaktadır denilebilir. Bu ve bunun gibi nedenlerle bizde “deli”, toplum dışı değildir. Batı toplumlarında olduğu gibi itilmemiş ve küçümsenmemiştir.

Deliyi doyurmak, istediğini vermek, gönlünü kazanmak, sağlıksız karşılanmamış tersine öğretilmiştir. Yüzyıllar öncesinin bir tipi olan “köyün delisi” kentleşmenin başlamasıyla “mahallenin delisi” olmuştur. Daha sonra sürekli alışverişin yapıldığı merkezlerde “çarşının delisi”ne dönüşmüştür.  Kentlileşen köylü, yerleşikleşen ve dükkân-mekan sahibi olan zanaatçı toplulukları, köyündeki delisini de köyünde bırakmamıştır.

Bu yönüyle “deli” nin toplumda karşıladığı gereksinim ayrıntılı bir incelemenin konusudur. Esnaf, deliyi sever ve korur. Delinin karnını doyurmanın, gönlünü yapmanın uğur getireceğine, bereketi çoğaltacağına inanır. 
Bir deliyi kızdırmak, aşağılamak, onunla alay etmek uğurun kesilmesi veya uğursuzluk olarak düşünülür. Bunu yapanlara acıyarak bakılmıştır. Böyle davrananların mutlaka bir felakete uğrayacağına, zarar göreceğine inanılmıştır. Bu inanç oldukça güçlü olarak yaşamaya devam etmiştir. Günümüzde de devam etmektedir.

Bu konuda çok sayıda anlatı bulunmaktadır. Örnekler, yeniden anlatıldıkça zenginleşmiş ve daha etkileyici olmuştur. Kimi zaman anlatımlar ilk biçiminden uzaklaşmış ve tamamen yeni bir kurgu kazanmıştır.

Toplumların farklılıklara bakışı, bu farklılığı benimseme biçimi o toplum hakkında çok önemli şifrelerin de çözümüdür. Türk toplumu için delilik, bir değer ve bir zenginliktir. Batı toplumuyla doğu toplumu arasında, bu konuda da çok ciddi bir algı farkı vardır. Türk toplumu genel olarak “delilik” gibi keskin bir faklılığa bile, bir değer gözüyle bakmıştır. Kendi içindeki pek çok nitelik farkına karşın delilik, toplumda bir gereksinimi karşılamaktadır. Aksi halde, bugün bile her mahallenin, her çarşının bir delisinin olması gerçeği açıklanamaz.

Medeni! Avrupa, delileri, hastaları, vebalıları kasaba ve kent dışına sürerken, kulübelere doldurup yakarken Osmanlı ve Selçuklu toplum düzeni onları tedavi etmeye, iyileştirmeye çalışmıştır. Deliler, toplum içine alınarak normalleşmeleri sağlanmış ve bir yönüyle denetim altında tutulmuşlardır. Atnı durum yine Avrupa’da büyücü olarak düşünülen kadınlar için de geçerlidir. Cadılık suçlamasıyla yakılan kadınlar, Avrupa’da neredeyse sıradan bir olaydır. Türk toplumu ise “Otacı” tipinin karşılığı olarak geleneksel tıpla uğraşan böyle kadınlara neredeyse kutsiyet atfetmiştir.

Avrupa gerçeği, kendinden olmayanın, sıradan olmayanın yok edilmesi üzerine kuruluyken Türk toplum yapısı bu insanları içine almış, korumuş ve gözetmiştir. Yüzyıllar öncesinde nasılsa bugün Batı toplumları benzer toplumsal genlerle hareket etmektedir. Batı insanı kendine benzemeyeni imha etmeyi, onlara işkence etmeyi bir tür ritüel gibi kabullenmiştir.

Olması gereken kendi toplumsal genlerimizi tanımamız, tanıtmamızdır. Tanzimat ile başlayan çarpık Batı hayranlığı, kendimize yabancılaşmamız, öz değerlerimizi küçümsememiz; kendi yarattığımız bir aydın hastalığıdır. Onlarca yıldır yetişmeyen, yetişse de devşirilen aydınların bu millete en büyük zararı bu olmuştur.

***

Sevan NİŞANYAN, “Sözlerin Soyağacı”  Everest Yayınları, s. 124
İsmet Zeki EYÜBOĞLU, “Türk Dilinin Etimolojik Sözcüğü” s. 174
Michel FAUCAULT, “Deliliğin Tarihi”, İmge Yayınları, s. 22
İrene MELİKOFF, “Hacı Bektaş”, Cumhuriyet Yayınları” s. 158
Abdullah Turhal, “Deliler”, s.28

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Adnan Ergin 1 ay önce
Hocam, her zamanki gibi, pek bilinmegen bir konu hakkında doyurucu ve aydınlatıcı bir yazı kaleme almışsınız. Keyifle okudum. Teşekür ediyor, Truva yolculuğunuzun hayırlı, başarılarınızın bitimsiz olmasını diliyorum.
Hakan Cucunel

Hakan Cucunel

DİĞER YAZILARI Haremde Bir Polisiye
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA