ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 26-03-2023 23:38   Güncelleme : 30-03-2023 02:14

Zamanın Bir Kıyı Köşesine

Yazan: Şenay Şentürk -ZAMANIN BİR KIYI KÖŞESİNE 

Zamanın Bir Kıyı Köşesine

ZAMANIN BİR KIYI KÖŞESİNE 

Şoför koltuğuna geçiyorum, sormadan edemiyorum. “Kullanmak ister misin? Nereye gittiğimizi bir sen biliyorsun ne de olsa.” Cevap vermek yerine kırmızı bir atkı doluyor boynuma. “Madem ısınmamı istiyorsun, bu soğukta ne demeye seyahate çıkıyoruz” diyemiyorum.

Ben hiçbirşeyi planlayamıyorum. Kalmayı, gitmeyi, durmayı kalkmayı. Düşünüyorum, hiçbirşeye başlamadım, birşeyi bitirmedim. Yazanların elinde iplerini tuttuğu bir tahta kuklayım ben. İpimi çekene kadar ellerinde tutuyorlar beni. Bıraktıklarında düşüyorum. Parçalarımı yine başka biri birleştiriyor.

Sorularıma alacağım cevapları duymaya niyetim olmadığımdan, oluruna bırakıyorum yine. “Bu seyahat ikimize de iyi gelecek, göreceksin.” İyi değiliz demek ki. İnsan olduğu yerde mutluysa, neden başka bir yere gider? Soğuk işlemiş damarları büzüşmüş elim sarılıyor direksiyona.

Soğuk, burdan çok daha soğuk bir yere götürüyormuş, günün her saati üşüyen sevgilim beni, evimizden derecelerce daha soğuk. Başsız eşekarıları gibi dönüyor gözleri. Uzun zaman oldu onu böyle heyecandan kıvranırken görmeyeli.

Dört yıl oluyormuş yarın, unutmuş gibi yaptım, tek bir mimik oynamadı yüzünde. Zorlu bir savaşı kazanmasına dakikalar kalmış, en ufak bir olumsuzluk ihtimalini savacak sabrı yok, ama gücü var. Güçlü, evet çok güçlü görünüyor gözüme. Kadınlar…

Geçen hafta adam olmaz senden dediği adamla , çatısı buzul, içi omuzlarını açıkta bırakan siyah elbisesini giyebilsin diye gereğinden fazla ısıtılmış bir mağarada, şarap kadehini ince uzun parmakları arasında, tam pansiyon beş yıldız kıvırttığı saçlarıyla karşımda oturarak, etrafımızda tanımadığımız insan yüzleri, insanlar neden birbirlerine bakarlar her zaman, orada, burada, restoranlarda, toplu taşınırken, hiç karşılaşma ihtimalleri olmadan bir daha?

Aynı yollar, farklı yüzlerden ne anlarlar? Hiç dolmayan boşluklarının içini doldurmaya neden bildikleri yetmez? Biz neden gidiyoruz hiç bilmediğimiz bir yere? Kayamıyoruz da. Aylardan Şubat. İstanbul’a hala beklenen kar yağmadı. Beklentiler üzerine kurmuşuz hayatımızı ki istediğimiz  her daim olsun istiyoruz, alışılagelenden en ufak bir sapma, beynimizde ne kadar elektron varsa çarpıştırıp deli ediyor herbirini ama bir tek ben mi beklentisizim?

Geleceğimden, ipimi oynatanlardan, sıkılıp kenara koyanlardan. Yok hayır bu bir avuntu değil, öyle düşünmeyin. Gerçekten bir şey beklediğim yok, ne sevgilimden, ne daha öncekilerden.

“Kar lastiği taktırttığım iyi oldu, bak sana sürpriz!” Dudak kıvrımıyla gamzesi birleşiyor o anda. Beni benden alıyor, oysa ki dört yıl oldu. Aynı pencereden dünyayı göreli, dünyayı görmeyeli belki de. Ben uzun zamandır dışarı değil, içeri bakıyorum.

Sevgilimin ara sıra maşayla kıvırdığı saçlarına ve nadiren gülümsediğinde gamzesiyle birleşen turuncuya boyadığı dudaklarının kıvrımına. Orda bir yaşam kurulmuş bana. İki oda bir salon. Mutluyum. Mutlu muyum? Düşünmüyorum. Neden düşüneyim? Siz hiç bir sincabın fındık dişlerken mutlu olup olmadığını sorguladığını işittiniz mi? Biz insanların laneti bu. Ama en çok kadınların.

Dün geceye kadar ben sevgilimin mutlu olmak için, İstanbul soğundan derecelerce daha soğuğa sürükleyeceğini beni, bilmiyordum. Mutlu olmadığını da. Adam olmaz senden dediğinde, adamlığın ne olduğunu bilmediğim gibi.

Tek bildiğim kollarımdan, bacaklarımdan sarkıtılan iplerin el değiştirmesine hazır değildim. Alışkınım bu ellere. Parmaklarını telefon ekranında gezdiriyor, dayanamıyorum bakıyorum. Aynı gitgelleri sağdan sola, yukarıdan aşağıya. Hiç sıkılmıyor gibi görünüyor. Aniden havaya kaldırıyor elini, “Gülümse” diyor. 

O an bir şey oluyor. Sustuğum ne kadar kelime varsa, karınca yuvasının oyuğundan dağılması gibi, kulağımdan, burnumdan yol alıyor beynime. Hepsi ayrı bir yerine dağılıyor kıvrımların. Toparlanması imkansız kablolar gibi birbirine giriyorlar. Kıvılcımlar çakıyor, arada değenler oluyor birbirine.

Ağzı tamamen açılmış sevgilimin, bana bakıyor. “Kapat ağzını, seni de ele geçirecekler” diyemiyorum. “Ne var? Ne oldu? Önüne bak. Dikkat etsene. Kamyon! Ah! Ah!” Son anda toparlıyorum kendimi, direksiyonu. “Deli misin? Ne oluyor? “Hiç, hiç sevgilim. Özür dilerim.” 

Soğuk, kapalı camlardan içeriye dalıyor. Gözleri dehşetten bir daha hiç kapanmayacak gibi oluyor. Neyim var benim? Bakmadan, ısıtmaya çalışarak soğuk ellerimle titreyen elini sevgilimin, yeniden özür diliyorum. Sadece bir resim. Evet, mutluyuz. Biz mutlu muyuz? Neden mutlu olmayalım? 

Sevgilim ve ben sıcak yuvamızdan soğuğa, düz -yedi tepeli ama bizim evin oralar düz hep- ve güvenli şehrimizden ayrılıp, korkunç buzul bir dağa çıkıyoruz. Çünkü mutlu olacağız. Zaten mutluyduk. Benden adam da olmazdı. Narin parmaklarını yüzünde gezdiriyor. Beton gibi beyazlamış yüzüne pembe bir şey sürüyor. Özür diledim ama yetmedi.

“İstersen geri dönelim” diyorum. “Keyfini kaçırdım.” “Saçmalama” diyor. “Peşin ödedim iki gün iki gece. Yolumuz daha az, gittiğimizden.” Yeniden yukarı kalkıyor ekran. Bu sefer beynime üşüşen her neyse hizaya geliyor. Dudaklarım bir süredir unuttuğu ama bildiği gerçekçi bir eylemi, belki zorlanarak ama isteyerek de yerine getiriyor. Güzel bir anı bırakıyoruz sevgilimle, hatırlanmak üzere zamanın bir kıyı köşesine. 

Belki iplerim başkasının eline geçtiğinde bir gün silinecek oradan da. Ben, iplerim, sevgilim, annem, ablalarım, kadınlar hepsine vardır birer tane vermişliğim. Görünür onlar bileklerimde, parmaklarımda, göğüs hizamda neresi olursa.

Otelin önünde duruyoruz. Bavullarımızı alıyorlar. Kar dizlerine geliyor sevgilimin, benim bileklerime. Yine de biri düşecek olsa ilk ben olurdum biliyorum. Telefonum çalıyor, irkiliyorum, çıkamıyorum beyazdan bir süre. Annem arıyor. “Üşütmeyin oralarda, sıcak tut ayaklarını.” İplerim kımıl kımıl oynaşıyor. Sevgilim elimden çekiştiriyor, geriliyorlar yeniden, rahat ediyorum.

Güvendeyim. Koptukları an boşlukta ne yapacağını bilemeyen acemi bir uzay yolcusu gibi kalakalırım biliyorum. Beyazdan laciverte dönüyor gece. Lacivertle beyaz birbirine tutunuyor sıkıca, tıpkı bizim gibi. Sevgilim kırmızı şarap sipariş ediyor. Saçlarının kıvrımlarıyla laciden kızıla kayıyor gecemiz. Kızıl bir uyanış her yanımızda sarmaş dolaş.

Kadehlerimizi kaldırıyoruz ve etrafımızda daha önce hiç görmediğimiz insanlar, onlara bakıyoruz. Bu sefer garson anı bırakıyor zamanın bir kıyısına bizden, hiç görmediğimiz, tekrar görmek istemediğimiz insanlar fonda.

 

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi