ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 25-08-2022 04:33

Sıradan Bir Gündü

Yazan: Betül Eren - SIRADAN BİR GÜNDÜ

Sıradan Bir Gündü

SIRADAN BİR GÜNDÜ 

O güzelim ve bereketli yaz günleri sahneden ağır ağır çekilmiş, yine sonbahar gelmiş ve ağaçların yaprakları birbirinin peşi sıra sokakları kaplamaya başlamıştı. Hüzünlü bir sessizlik kaplamıştı  sokakları. Hele hele öğleden sonranın o vazgeçilmez saatlerinde, yoldan geçen insanlar da azalmış olurdu.

Yaprakların üzerinde neşeyle zıplayan çocuklar, ya okullarına ya da evlerine gitmiş olurlardı. Dolaşmaya çıkmış birkaç yaşlı insan ve bebeklerini gezdirmeye çıkarmış birkaç anne dışında kimsecikler olmazdı. Bizim bu öykümüzün kahramanları olan Begüm ve Sonnur da  ağır adımlarla yürüyerek parkın kapısında belirmişlerdi. Her gün, gençlik yıllarındaymış ve sanki işe gidermiş gibi evlerinden aynı saatlerde çıkıyor, parkın kapısında buluşuyor ve onlara kucak açan bu eski parkın içinde yürüyüş yapıyorlardı. Her ikisi de altmışlı yaşlarındaydılar ve hala hayallerinin peşinden koşuyorlardı.  Düşlerini gerçekleştirebilmek için birbirlerini her konuda teşvik ediyor özellikle yazmak söz konusu oldu mu akan sular duruyordu. Konuşacak ne çok konuları vardı. Bazen kapıda kestane satan yaşlı adamdan közlenmiş kestaneleri alıyor, hem bu kestanelerin lezzetine varıyor, hem de hiç durmadan konuşuyorlardı. Kendileri gibi parkın tadını çıkartmaya gelmiş ve birbirlerine aşina olan diğer yaşlı insanlar, bu kadınların her gün neler konuştuğunu merak ediyor ve ilgiyle onları izliyorlardı.  

Begüm, ağaçları çok seviyordu, ağaçlar onun için çok değerliydi. Baharda yeşillenmeleri, yazın etraflarına dal budak atarak büyümeleri ve serpilmeleri, her sonbaharda yapraklarını birer birer dökmeleri ve kışın çıplak dallarıyla soğuktan üşüyen insanları çağrıştıran ağaçlar her zaman onun öykülerinde yer alıyordu.

Ağır ağır yürüyerek parktaki her akşamüstü oturdukları banka doğru ilerlerken;
“Biliyor musun Sonnurcum, ağaçlardan her düşen yaprakta, gerçekleşemeyen hayallerin olduğunu düşünüyorum. Rüzgara, fırtınaya hatta yağmura rağmen, bir de inatla sıkı sıkıya ağaçlara tutunan yapraklar var. İşte onlar, aslında bize bitmeyen bir umut veriyorlar, farkında mısın?”
“Haklısın Begümcüm… Yerinde sağlam kalmayı başaran yapraklar da var, tutunamayıp yeni bir bilinmeyene sürüklenen yapraklar da… Belki de hayat işte tam da bu... Mutluluk ya da keder, yaşamın bütününde değil de sadece yaşanılan anlarda gizli sanki…

Onlar böyle konuşa konuşa sevgili banklarına doğru ilerlerken, her gün gördükleri iyi giyimli, kibar görünüşlü yaşlı kadın, güneşe doğru bakarken ellerini gözlerine siper ederek ve bir yandan bir şeyler mırıldanarak yanlarından geçti. Her gün getirdiği kuş yemleriyle, onları beslediği ve tümünü çevresine topladığı ağaca doğru yürüdü… Her gün uzun uzun gökyüzüne bakardı. Nereye doğru bakardı pek de anlaşılmazdı aslında. Ağaçlara mı, bulutlara mı, kuşlara mı? Her gün onun yolunu gözleyen yaşlı adam da karşıdaki ağacın altında, onu bekler ve sanki kadının baktıklarına bakacak olursa, kendisini fark edecekmiş gibi o da uzun uzun bakardı gökyüzüne. Birbirini tanımayan bu iki yaşlı ve yalnız insan, belki de bir gün birbirlerini fark edecek ve tanışacaklardı. Ama o güne kadar, yaşamları sessizce devam edecekti. 

Sonnur ve Begüm, çantalarından evden hazırlayıp getirdikleri kahve termosunu çıkarıp, kahvelerini içmeye başladıklarında, etrafa buram buram bir kahve kokusu yayılmaya başlardı. Bu parkta, onların yollarını gözleyen ve bu iki yaşlı kadınla dost olmayı başarmış iki sokak köpeği, kahve kokusunu alır almaz, neşeyle koşturarak yanlarına gelir, etraflarında dolanır ve onların ayak ucuna uzanarak, kendilerini okşamalarına  izin verirlerdi. Sohbetin konusu ne olursa olsun, o mırıl mırıl sesler hayvancıkların öyle hoşuna giderdi ki sessizce, onlar gidene kadar yanlarında uzanmaya devam ederlerdi. Parktan ayrılma saati geldiğinde, onları kapıya kadar geçirir, sanki yolcu edermiş gibi kuyruklarını sallayarak veda ederlerdi…

Bugünkü konuları sadece düşen yapraklar değildi. Sonbaharla beraber sisli günler de başlamıştı ve sis, Begüm’ü korkutuyordu. Neyse ki sabah yoğun olan sis, onlar evlerinden çıkana kadar dağılmış ve yerini güneşli bir güne terk etmişti. 
“Sisten hiç hoşlanmıyorum Sonnur. Sanki karanlıktan önceki son durak gibi geliyor bana. Ürpertici, nemli, soğuk ve buğulu. Biraz da korkuyorum sanırım. Nefesimi kesiyor, beni mutsuz ediyor. Sisli günlerde kendimi çok mutsuz hissediyorum Sende de böyle bir etki yaratıyor mu?”
“Ben senin gibi düşünmüyorum pek. Çoğu kez gözler, görmek istemediklerini boz bulanık bir sise saklar ya, sonbahar da böyle. Rengarenk, puslu ve bulanık bir ölüm gibi gelir bazen. Hüzün verir, geçmiş günleri çağrıştırır, yaşanılan güzel günleri, özlediğimiz gençliğimizi… Hafif bir kalp ağrısı kaplar her yanımızı. Sızı gibi… Ama mevsim sonbaharsa, biz bunları biraz da zevk duyarız yaşarız sanki…”
“Hiç böyle düşünmemiştim. Hüzünlü ve esrarlı… Hımmm, ilginç…”

Bazen ikisi de susuyorlar, kendi içlerine kapanarak, yarım bıraktıkları henüz tamamlayamadıkları romanlarına nasıl devam edeceklerini düşünüyorlardı. Begüm arkadaşına dönerek;
“Bugün bir şey fark ettim biliyor musun?”
“Nedir? Yine ne buldun bakalım?”
“Uzun zamandır hiç hayal etmediğimi fark ettim. Yani kendimle ilgili hayal kurmayı unuttuğumu, bıraktığımı…”
“Hayalsiz olur muyuz yahu? Yazdıklarımız için sürekli hayal kurmak gerekli değil mi?”
“Yok yok, sanırım anlatamadım. Ben kendimle ilgili gençlik yıllarımda, bir dolu hayal kurardım. Özellikle de gece yatağıma uzandığımda. Ne zaman bunları bir kenara bıraktım hiç farkında değilim. Oysa, o hayaller benim canlı kalmamı sağlıyorlardı galiba.”
“Şimdi de kur, seni ne engelliyor ki Begümcüm?
“Artık eskisi gibi değil Sonnur ya, kendimle ilgili beklentilerim azaldı sanırım. Hem sen de bir düşün bakalım en son ne zaman kendinle ilgili hayaller kurmuştun?”

Sonnur, arkadaşının bu sözlerinden sonra bir müddet, hiç sesi çıkmadan, gözlerini kapatıp, öylece düşüncelere daldı. En son ne zaman hayal kurduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Sonunda şaşkınlıkla bu suskunluğuna son verdi:
“Yok… Allah Allah, uzun süredir kendimle ilgili hiç hayalim yok. Neden?” 
“İşte ben de bunu düşünerek geçirdim dün geceyi. Sahi, bizim hayallerimize ne oldu? Kim onları bizden çaldı?”
“Yoksa yazmak için bu kadar hayal kurarken kendimizi mi unuttuk?
“Mesele o değil de, ne zaman yaşlandığımı hissettim biliyor musun? 
“Yaşlanmak mı? Sen mi? Daha çok zamanımız var. Asla kabul etmiyorum.” Sonnur isyanla ellerini kaldırmış, kabul etmiyorum derken gözleri parlamış, sesinde öfke tınılarıyla arkadaşına bakakalmıştı. Begüm, biraz da hüzünle gülümseyerek;
“Beklenen sonun giderek yaklaştığını, artık az zamanım kaldığını, korkutmasına rağmen geldiğini bildiğimi, bazen  artık bitiyor neyse ki diyerek ferahlayarak beklediğimi… Daha neler neler sayabilirim bir bilsen. Anladım ki; kendimle ilgili hayallerimi kaybettiğim anda hızla yaşlanmaya da başlamışım meğer!”
“Gerçekten böyle mi hissediyorsun? Yani ben de mi yaşlandım? Hem de hızla…”
“Gerçekten, hayaller bitti mi elini eteğini toplayıp, ağır ağır bu dünyadan gitme zamanı da geliyor demek bence.”
“Hiç niyetim yok Begüm… Gitmeye yani. O halde yeniden hayaller kurmaya başlayalım mı?”
“Artık ne hayaller kurabilirsin ki? Bir düşün bakalım…”

Sonnur, kendi kendisiyle hesaplaşmaya başladı. Hayaller kurmak için uğraşıyor ama yüzünden anlaşıldığına göre pek de başarılı olamıyordu. Üzüntüyle kafasını iki yana sallayarak, kırgın bir ses tonuyla:
“Olmuyor Begüm, yapamıyorum! Hayal kuramıyorum!”
“Ben bunu dün akşam keşfettim ve senin bu yaşadıklarını dün akşam yaşadım. Bitmiş Sonnur’cum. Kendimizle ilgili hayal kurma dönemi bitmiş ve yaşlanmışız. Kabul edelim artık bunu.”
Köpekler, ikisi arasında önemli bir şeyler konuşulduğunu anlamış ve yattıkları yerden kalkarak karşılarına geçmiş, kulaklarını dikmiş, sanki konuyu anlıyorlarmış gibi merakla onları seyrediyorlardı. 
“Bu akşam onları yeniden bulacağım Begüm, bulunca de seni arayacağım ve anlatacağım.”
“Dene bakalım, bulursan belki bana da yardımı olur.”

Her ikisinin de neşeleri kaçmıştı, omuzları çökmüş bir şekilde yerlerinden kalktılar, parkın çıkışına doğru yürüdüler. Köpekler, her günkü gibi onlara sessizce eşlik ediyorlardı. İki kadın, kapıda durup birbirlerine gülümsediler, her ikisinin de göz pınarlarında akmak üzere bekleyen yaşlar parlıyordu. Birbirlerinden aksi istikamete doğru yürüdüler. 

Begüm arkasını dönmeden seslendi:
“Yarın aynı saatte, burada…”
“Tamam, görüşürüz…”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi