ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 19-11-2023 18:35

Şehir Sokakları / Hakan Cucunel

Yazan: Hakan Cucunel -ŞEHİR SOKAKLARI

Şehir Sokakları / Hakan Cucunel

ŞEHİR SOKAKLARI

“Bir şehrin sokaklarında ilk defa dolaşmıyorsak eğer, göz hizamızın üzerine bakmayız pek. Daha önce bir iki defa bakmışızdır. Yeterli zannederiz. Bildiğimizi düşünürüz. Balkonlara bakmayız örneğin. Paslanmaya başlamış parmaklıklarına, bir kenarda kim bilir ne zamandır duran bir sardunya ya da küpeli saksısına, duvarda unutulmuş bir kanarya kafesine bakmayız. Bir zamanlar ev sahibi olan adamın babasından kalmadır. Emeklilik sonrası kanaryalara merak salmıştır. İyi de oyalanmıştır onlarla. Ama diyelim ki bir kaç sene önce ölüp gitmiştir de kafes balkon duvarında asılı kalmıştır. Yemlikler bile üzerinde durmaktadır. Ev sahibi kadının düzen takıntısına işaret eden asılmış çamaşırların düzenine de bakmayız, onları görmeyiz.

İnsanların yüzlerine bakmayız. Tekrar edilip duran sitemlerin, şikâyetlerin alınlarda, yıllar içinde oyduğu çizgilere, bir kadının kapatmaya çalıştığı ama belki de artık beceremediği ve bundan sonra kapatamayacağını bildiğinden ama yine de başka çaresi olmadığından yapmaya devam ettiği makyajına, saç diplerindeki ölümcül ısrarlarıyla yoran beyaz saçlara, bir esnafın eskisi gibi olmayan kazancının yüzüne çizdiği silinmez kedere de bakmayız. Daha önceden gördüğümüze inanmış ve kapatmışızdır dünyamızı.

Sarsılmamız gereklidir. Birinin dürtmesi gerekir bizi. Yanılgının içindeyizdir. Ne zamandan beri kim bilir? Yanılgı, içinde olunduğunda bilinen bir durum değildir. Onun içinde yıllarını geçirenler olur. Onun içinde gençlik bitirip, yıllarını tüketen ve ömrünü sonlandıranlar olur. Yanılgı, uyutur insanı. Çürütücü bir bataklıktır ve önce aklı eskitir, öldürür ve çözer. Bu çürümenin kokusu bile vardır ama içindeyken alamayız. Bilip dururuz. Bildiğimize olan inancımızın hiçbir işe yaramayan gücünden vazgeçmeye cesaretimiz yoktur. Bildiğimize inanıp günleri unuturuz. Kırılgan akıllarımız bu zahmete girmeyi reddeder. Biz de aklımıza itaat ederiz.

Bir şehrin sokaklarından ilk geçişimiz değilse eğer, o şehrin kokusunu da almayız. İlk geldiğimizde farketmiş ve unutmuşuzdur.

Oysa şehirlerin kokusu olur. Edirne, Meriç kokar, ayçiçeği ve çınar kokar. Selimiye kokar ve Selimiye gibi bakar. Bilmeyiz. Közde darı ve akşamları boza kokar.

İzmir’de iyot, tuz ve deniz vardır kokusuyla kendini hatırlatan. İzmir iki kolunu açarak kabul ettiği denizini ışıklarla süslemiştir. Işık ışıktır gün batmadan daha.

Manisa, Şehzade bahçelerini tutar havasında, mesir macunu kokar.

Kars’ta buğday tozar durur nemsiz gökyüzünde. Iğdır, kayısı kokar. Ağrı Dağı'nın yüzlerce yıllık karlarının serinliği bütün kokuları canlı ve taptaze tutar.

Yanılgının içinde olduğumuzu kabul etmek istemeyiz. Bir yanılgının içinde yosunlanmaktadır bakışlarımız. Aklımızı sarıp sarmalayan o su yeşermekte ve eskimektedir. Farkına varmıyoruz. İnsan seslerinin mucizevi kıvrımlarını duymuyoruz. Her ağaçta başka hışırdayan yaprakların sesini duyamıyoruz artık. Uyanık zannediyoruz kendimizi. Uyuduğunu bilmeyeni uyandırmaktır zor olan. Uyanın. Uyuyoruz. Uyuyorsunuz.

Ve insanların da kokuları olur. Bir sokakta genç kız kokusu vardır. Tazeliğini bırakmış, yürüyüp gitmiştir. Bir başkasında yaşlılar otururlar kahve önünde. Yaşlıların da bir kokusu vardır. Karısı yıllar önce ölmüş olanlar vardır onların içlerinde. Ölüp giden kadınlarını ne kadar da çok sevdiklerini çok sonraları anlarlar. Onlar da yanılgının içindeydiler. Bazıları bunu anlayıp ansızın yaşlandılar, -olgunlaştılar demek zor ama yaşlandılar- bazıları öldükleri güne kadar anlamayacaklar.

Erkekler, bir zamanlar türkü söyleyip sarhoş oldukları, türkü yaktıkları, şiir dizdikleri kadınlara duydukları sevgiyi ne çabuk kaybederler. Erkekler ne çabuk kabalaşır, ne çabuk yozlaşırlar. Ve bunun farkına bile varamazlar.

Sabah erken çıkarlar evlerinden. Kendi evlerinden çıkmayanlar da vardır onların arasında.

Artık çocuklarının evlerinde yaşamaktadırlar. Gelinin söylenmesinden kaçarlar, kahvede çay içmekten ağızları burulur. Onların ağızları, aç karnına içilmiş çay kokar. Karınları tam olarak doymaz. Gelin korkusudur bunun adı, aralarında böyle konuşurlar. Rahat değillerdir. Her akıllarına geldiğinde girip de yıkanamazlar. Gömlekleri, enseleri, boyunları, yağlanmıştır ve yaşlı yaşlı kokar. Saç dipleri, terlemiş saç kokar. Gömlek yakaları parlamıştır.

Ayakkabıları eskimeye durmuştur. Kalıpları bozulmuştur. Bazıları damatlarının iğneleyen sözlerinden yılmıştır, yıkılmıştır. Kızları koruyamaz onları el oğlunun sözlerinden. Kahvede otururlar. Kapanana kadar bekler ve evlere sessizce girerler. “Hoşgeldin” diyenleri olmaz çoğunda.

İşçilerin kokusu başkadır. İyice ıslanmıştır fanilaları terden. Sonra kurumuş ve yeniden ıslanmıştır. Boyunlarında, tuz olur. Kirli sakallı olanlar vardır. İnatla her gün traş olanlar vardır. Onlar sevilesi insanlardır. Fark etmeyiz onları da.

Yaşlanmayı kabullenememiş kadınlar vardır. Onların kokuları başkadır. Baskın ve bol sıkılmış parfüm kokanlar vardır. Bu kokulardan vazgeçmiş olanların kokuları ayrıdır. Aynalara bakmaktan ölümden korkar gibi korkarlar. Kaybedilmesi kaçınılmaz olanın kabullenilmesi bile yaşlılık nedenidir. Aynalar… Onlara bakmazlar. Oysa ne çok yerde ne çok ayna vardır. Olur olmaz karşılaşırlar ürktükleri yüzleriyle. Sarkmış ve pörsümüş göğüslerinin bir zamanlar akılları baştan alan görkemlerini özlerler. Kırışmış boyunlarını, lekelerle kaplanmış ellerini görmek istemezler. İncelen ve seyrelen saçları, gözaltı torbaları ve daha bir sürü ayrıntı, onları kendi bedenlerinden uzaklaştırmıştır. Onları ve yüzlerinde birikmiş ızdırabı görmeyiz.

Kimi yeni yapılan binalarda nemli, serin ve iç bunaltan kireç ve katılaşmakta olan betonun kokusu vardır. İnsanın genzini kurutur. Bir iş hanına girseniz yapıştırıcı kokar, kundura tamircilerinin önü. Deri, bali, matbaa mürekkebi, kağıt topu ve kumaş kokar. Bakkallar taptaze ekmek kokar çağlardır. Kutuda bisküvi kokar. Eskiden fasulye şekeri ve kâğıt helva vardı kokuları arasında. Ve bazen de bisküvi kokardı.

Bir şehrin sokaklarından ilk geçişiniz değilse aslında mutsuz insanlardan oluşan büyük bir sanat galerisinde olduğunuzu fark etmezsiniz. Ağız dolusu gülmek her nedense ve kaçınılmaz olarak bu hayatın acemisi olan gençlerde denk geleceğiniz bir görüntüdür. Onlar güzel gülerler. Acemilik ve bilgisizlik gülmeyi kolaylaştırır. İnsanların neredeyse hepsinin taşıyamayacakları mutsuzlukları, onları ağırlaştırmıştır.

Erkekler mutsuzdur. Mutsuz edilmişlerdir. Yaşlanan erkeklerin bir kısmı konuşmaya vurur her şeyi. Gevezeleşirler. Kimileri ise konuşmanın, az da olsa çok da olsa hiç  bir şeye yaramadığını anlamıştır. Gerekmedikçe konuşmazlar. Susmuşlalrdır. Bulabildikleri tek çare budur. Tek çarenin aslında çaresizlik olduğunu kırılgan zekalılar anlayamaz. Bunu anlamak için şair ruhlu olmak gerekir. Onlar ise oransal olarak azdır.

Kadınların büyük kısmı, alınıp veya yenilenip duran perde takımlarının, halıların, yollukların mutsuzlukları; yıllar öncesinde kalan düğün salonu, gelinlik, nişan elbisesi mutsuzluklarının üzerine yığılmıştır. Onların erkekleri de arabalarının modellerini değiştirerek almışlardır intikamlarını. Ama mutsuzlardır.

Ağız dolusu gülseler, o gülüşler gerçek değildir. Gözlerine taşmaz sevinçleri. Erkekler... Yıkılmış ağaçların kahreden ağrısı ile iyi giyinmekten yıllar yıllar önce vazgeçmiş olanları ya da yıkık ruhlarını ve bedenlerini, kırılmış hayallerini kapatmak için iyi giyinenleri vardır. Her birinin her akşam aksatmadan toplandıkları mekânlarda, ellerine geçen ilk fırsatta bel altından söz eden fıkralara gülenleri ya da artık gülmekten de vazgeçenleri ile aslında erkekler; Maria Puder’in o meşhur resminin bulunduğu galerinin eşsiz parçaları gibi gezdirirler yüzlerini. Eskiyen ve tıraş olurken görüp şaşırdıkları yüzlerini. Ağlamayı becerenler nedense azdır.

Onlar, içlerine ağladıklarından yaşları ilerledikçe, gözyaşlarının tuzlarıyla ıslattıkları kalpleri ve ruhları her geçen gün biraz daha şefkatli ve yumuşak olur. Belki de bundandır kaynanaların değil de kayınpederlerin istisnasız çok sevilmeleri. Biriken ve yığılan yıllar kadınların kalplerini kurutup katılaştırırken erkeklerin kalplerini nemlendirir ve yumuşatır. Erkeklerin ileri yaşlarda ağlayabilmeleri ve yaşıtları olan kadınlara göre daha merhametli olmaları büyük oranda  bundandır.

Görmeyiz. Görmüyorsunuz.  Yanılgının ve alışmanın içindeyiz. İçindesiniz. Ama yanılgımız; bir şeyleri bildiğimizi düşündürür.

Bilmek ile bildiğini düşünmek birbirinden çok farklıdır. Ve kırılgan insan aklı bunu anlamak için enerji harcamaz. Yanılgı içindedir. Uyuşmuş ve hissizleşmiştir. Çürümektedir.

Kadınlar mutsuzdur. Asla mutlu olamayacaklarını içten içe ve kesin olarak bilmenin öldürücü kederiyle durup durup mutsuz ederler. Karışık kafalarında onları eskiten takıntılarıyla mutsuzdurlar ve bu büyük ve gösterişli mutsuzluklarını başta eşlerine olmak üzere, herkese pay ederek teskin olur ve biraz yavaşlarlar sonraki güne kadar. Kadınlar, kendi ilk çağlarında kalan ve artık unuttukları merhametlerini hatırlamayı güçsüzlük sayarlar.

Ağızları tütün ve duman kokan kocalarının bedenlerinden taşan bütün isteklere kayıtsız durarak intikam alır ve mutsuzluk yüklerini hafifletirler. Ve kadınlar, erkeklere değil de birbirlerine saklarlar güzel görünme arzularını, görünürler de. Bu işi daha çok düğünlerde, altın veya dolar günlerinde başarırlar.

Ve kadınlar, unuttukları merhametin yer yer kuruttuğu kalpleri ile en çok ve en karmaşık ve acımasız mutsuz etme güçlerini, hemcinslerine saklarlar. Kadınlar, yıllar geçtikçe daha cansız, daha kuru, daha isteksiz dura dura, kendilerine “kocacığım” diye hitap eden o bilinen diğer kadınlara iterler erkeklerini. Ve bu amaç gerçek olduğunda artık gerçek birer mutsuzluk kaynağına sahip olmanın karmakarışık hazzıyla dertlenir ve hemcinslerine bağlanırlar.”

Bir kentin sokaklarından ilk geçişimiz değilse eğer merak etmeyiz binaların giriş kapılarını, merak etmeyiz on yıllardır ya da diyelim İstanbul’da iseniz yüzyıllardır o sokaklardan kimlerin gelip geçtiğini. O geçenlerin de büyük zannettikleri dertler ile nasıl da söndüklerini. Ama ben, bu anlattıklarımı düşünür dururum. O, küresel körlüğe düşmekten korkar dururum.

Yüzlerine bakarım insanların. Ter kokan işçilerin yürüyüşlerini izlerim. Geçkin kadınların kalınlaşan ve dişiliğini kaybeden seslerini duyarım. Merhametleri derinlere düşüp kaybolan genç kadınların bakışlarında ölmeye yüz tutmuş umutlarını yakalamaya çalışırım.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi