DENEME
Giriş Tarihi : 26-04-2022 00:34

Mektuplar...

Yazan: Betül Eren - MEKTUPLAR...

Mektuplar...

MEKTUPLAR... 

Bir kaç gün önce mektuplar ile ilgili bir program dinledim. Dünyadaki en kısa mektubun Victor Hugo tarafından Sefiller'in satışının nasıl gittiğini  merak ederek yayıncısına gönderdiği mektup olduğunu öğrendim. Yazar, boş bir kağıdın ortasına kocaman bir soru işareti yazarak yayıncısına göndermiş. Kitabın satışları çok iyi gitmekte olduğundan, yayınevi sahibi de, yine boş bir kağıda kocaman bir ünlem işareti yazarak mektubunu yazara göndermiş. Bu programı dinleyince, yaklaşık beş yıl kadar önce blogumda "Mektuplar" üzerine yazdığım yazıyı hatırladım... Bakalım neler yazmışız?   
    
Bugünkü yazımız mektuplar üzerine, uçları yakılan, parfüm kokan, aşkları, üzüntüleri, dertleri, kederleri, endişeleri, sevinçleri anlatan, çeşitli renkte kağıtlara yazılan  mektuplar…
Bir zamanlar mektupların hayatımızda ne kadar önemli yeri vardı. Postacının yolu beklenirdi. En son aldığım mektuplar sanırım eşim askerdeyken bana gönderdiği üzerinde  “ER MEKTUBU GÖRÜLMÜŞTÜR” damgasıyla gelen mektuplar olsa gerek…

Bazen içinden resimler çıkan, bazen biraz para, bazen kurumuş bir çiçek. Zarfları özel, mektup kağıtları özel… Ne heyecanla beklenirdi mektuplar. Ah o asker mektupları… Nasıl da beklerdim her hafta postacı gelecek ve mektubumu getirecek diye. O mektubu okumak için açmadan bir müddet beklerdim sonra sessiz bir köşeye çekilerek açar okurdum. Zaten üzerinde yazan damgayla, özel ne paylaşabilirsiniz ki? Bilirsiniz, gelen mektup da okunuyor, giden mektup da. Ama, olsun… Mektupta yazan satırlar sizi düşünerek yazılmış ya o bile yeterdi mutlu olmanıza. O devirlerde telefon etmek bile zor… Bizim evimizde telefon vardı ama daha evlerin tamamında telefon yoktu. Cep telefonu deseniz, henüz icat olmamış. Haftada bir de telefon etmeye çalışırdı eşim. Ne zaman edeceği belli olmadığından, beklemekle geçerdi zaman. Daha mesajlaşma veya bilgisayar üzerinden msn falan da çıkmamış. Tek bir haberleşme yöntemi var. O da mektuplaşma. Bir de telgraflar var. Birisi evlendiği zaman tebrik için çekilen, bir çocuk doğduğu zaman müjdeli haberi iletmek için çekilen veya kötü bir haberi bildirmek, bir ölümü haber vermek için çekilen telgraflar…
   
Bizler mektup döneminin çocuklarıyız. Henüz çocukken İstanbul dışında yaşayan kuzenlerimle mektuplaşırdım, büyük halama mektup yazardım. Fazla posta masrafı olmasın diye, bir kişi mektup yazdı mı, diğer yazmak isteyenlerde ya o mektubun sayfalarına ilave ederler ya da ayrı bir sayfaya yazarlardı. Büyük halamdan sık sık mektup gelirdi. Hiç ihmal etmezdi mektup yazmayı. Mektubu bitirdikten sonra özellikle de sayfanın üzerine eğri bir şekilde veya sayfanın uzun kısmına mutlaka ilave edeceği bir şeyler olurdu. Teyzem ve annem arasında mektuplaşmalar olurdu, babaannem ve kız kardeşi arasında yazılan, babaannemin kardeşi sanırım Türkçe yazmayı bilemediği için olsa gerek, Eski Türkçe yazı ile yazılan mektuplar… 

Mektup yazmayı bilmek, bir beceri isterdi. Nasıl başlanacak, tarih nereye atılacak, giriş cümlelerine nasıl başlanacak, hitabet nasıl olacak, imza nereye atılacak, büyüklere nasıl selam edilecek… Bunlar mektup kültürünü oluştururdu. Derslerde öğretmenlerimiz anlatırdı bunları bize. Biz de yakınlarımıza yazarken uygulardık. Mektuba sevgili, arkadaşım, dostum vs. gibi hitaplarla mı başlanacak, neler yazılacak, nasıl yazılacak hep anlatılırdı.  Hala saklanan değerli mektuplar… Aşk mektupları, arkadaşlar arasında yazılan bir konuyu tartışmak üzere olan mektuplar… Altına çizgili dosya kağıdı, üzerine çizgisiz dosya kağıdı konularak düzgün satırlarla yazılmaya çalışılan mektuplar… Her ne kadar çizgili kağıdı altına koysak da, nedense satırlarımız bir süre sonra ya aşağıya doğru, ya da yukarıya doğru eğilmeye başlardı. 

Başlanıp bırakılan, sadece mektup yazılacak kişinin adı yazılan, bir türlü beğenilmeyen, buruşturulup buruşturulup atılan kağıtlar… Mektup bloknotu satılırdı o yıllarda… Genelde dolma kalemle yazılırdı ve altına atılacak imzalar için defalarca çalışma yapılan ve sonuçta, ürkek el hareketleriyle imzalanırdı…
    
Mektuplardan çıkan resimler, arkalarında “Sevgili kardeşime…” vs gibi bir yazı ile beraber tarih atılmış, kime gönderildiği belli olan resimler. En çok sevdiğim eski, nostaljik resimlerde babamın, amcamın veya bir yakınımızın majüskül yazılarıyla yazılmış tarih kokan o yazıları okumak. İnsan o yazıları, o resimleri gördüğünde, tarihe göz attığında, sanki tarih canlanarak karşımıza geliyor gibi oluyor ve göz pınarlarımda biriken yaşlara engel olamıyorum.
Zarfların üzerine nasıl yazılacağı, nereden başlanacağı, kendi adresinizin veya gönderenin kimliğinin nereye yazılacağı, gönderileceği şehrin büyük harflerle yazılması gibi kendine özgü kuralları vardı.
     
Ya tebrik kartları? Her bayram ve her yılbaşı ve doğum günlerimiz gibi özel günler için Fatih’te postanenin sokağında genelde üniversite öğrencileri tebrik kartları satardı. Yılbaşı kartları genelde pırıltılı ve simli, bayram kartları da kutlanacak bayrama uygun olurdu. Tebrik kartları ağızları kapatılmadan  ve çok daha ucuza, mektuplar ise, özel mesajları içerdiği için ağızları kapatılarak daha pahalıya gönderilirdi. Postacı geldiğinde, bir sevinç kaplardı hepimizi, birileri vardı bizleri hatırlayan, gitmiş önce tebrik kartı seçmiş, almış sonra da el yazısıyla yazmış o kartları, bizleri düşünmüş, bize önem vermiş. 

Çeşit çeşit kartlar… Babamın çok eski yıllardaki arkadaşları, asker arkadaşları her yılbaşı ve bayramda itina ile kart atarlardı. Babam da, her yılbaşı ve bayramlarda, cebinden adreslerin yer aldığı biraz lime lime olmuş bir defter çıkartır ve hiç üşenmeden her arkadaşına kart atardı. Ailedeki herkes kart atardı arkadaşlarına, dostlarına, akrabalarına…
   
Ne kadar güzel bir seremoniydi. Masanın başına otururduk hepimiz. Herkes kartlarını ve adreslerini alır ve neşeyle yazardık. Gelen tebrik kartları bayram veya yılbaşı geçtikten sonra hemen kaldırıp atılmaz, bir müddet saklanırdı. Sonra yavaş yavaş önemlerini yitirmeye başladığından, kimsenin eline geçmemesi için itinayla parçalanarak çöpe atılırdı. Zarfların üzerinde adres varsa, eski adreslerle kontrol edilmeden atılmazdı.
   
Şimdilerde, tebrik kartı yazmak yok, tamam anladım da, bir mesaj atma, e-posta adreslerine bir e-posta gönderme, whatsapp’ tan mesaj yazma, facebook’ tan toplu kutlama yapmak yerine, hiç olmazsa o 5000 dakika her yöne bedava paketlerimizden eşimizi dostumuzu arkadaşlarımızı da arayamaz mıyız? Vaktimiz yok değil mi? Hiç vaktimiz yok hem de… Dilimize pelesenk olmuş bir cümle bu. “Ah çok yoğunum, hiç vaktim yok…” Gidiyor zaman, gidiyor arkadaşlar, gidiyor dostlar… Biz vakit bulamazken, her şey değişiyor çevremizde…
    
Ya yurt dışından gelen kartpostallar… Amcamın İngiltere’ ye burslu olarak okumaya gittiği dönemde, o yıllarda çok küçük olan kız kardeşine yazdığı o sevgi dolu kartlar geçti geçen gün elime, nasıl da güzel yazmış, buram buram sevgi ve hasret kokan… Halam görev için Hollanda ve Almanya’ ya gittiğinde, o zamanlar, ilk okul çağında olan bana yolladığı kartpostallar… Avrupa’nın o yıllarını gösteren kartları hala saklıyorum. O devirde o kadar çok pul koleksiyonu yapan vardı ki, kartların ve mektupların pullarını itinayla çıkarıp koleksiyon yapanlara verirdik.
   
Biz sanırım orta okulda falandık, okulda bir gün elimize bir mektup geçti. “Pek yüksek bir huzura…” diye başlayan. Mektubun içeriğinde o kadar saygı dolu bir ifade vardı ki, üzerinden neredeyse 50 yıldan fazla geçmiş olduğu halde hala okuduğum satırları anımsıyorum. Kendi eşini soramayan, meraktan kıvranan, sarı öküzü sorabilen, eşinin halini hatırını soramayan bir askerin mektubuydu. Ah askercik, acaba o uzun askerlik yıllarında sevgili eşinden nasıl haber almıştın?
   
Gerçekten, son mektubu ne zaman aldınız, son mektubunuzu ne zaman yazdınız? Kaç senedir tebrik kartı almıyorsunuz? Eski günleri düşündükçe, hiç burnunuzun direği sızlamıyor mu? İlk gelen bayramda, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz için bir sürpriz hazırlasak, hiç olmazsa internette özel kartlar hazırlasak sevdiklerimize ve özel e-postalar atsak, atabilsek keşke…
   
Bir şeyler değişse istiyoruz ya her zaman, bunun yolu kendi yıldızımızı yaratmaktan geçiyor…
   
Unutmamalıyız ki, mektuplar geleceğe kalan önemli belgeler. Sesler getiriyorlar bize, heyecanlar, duygular, zevkler, o devrin önemli olayları, önemli insanları, hatıratları anlatıyor ve  belki de en önemlisi tarihten sesleniyor bize…. Dijital dünya bu zevklerimizi köreltiyor, yok ediyor ve bizleri sanal alemlere hapsediyor giderek. Dilerim sizlerin de hayatınıza renk katacak zevk veren, mutluluk veren duygularınızı anlattığınız ve size anlatılan  mektuplarınız olsun Sağlıcakla kalın…

Admin

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi