ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 15-10-2022 15:13

Maden

Yazan: Dilek Tuna Memişoğlu - MADEN

Maden

MADEN

Gün sabaha kavuşurken geldi haber.
Aslında her gün bu haberin gelebileceği ihtimali ve korkusuyla yaşıyordum.

Ya bir gün olursa, ya olursa ne yaparım, ne ederim, ne düşünürüm, nasıl nefes alırım, ağlar mıyım, durup öyle kalır mıyım, hemen koşar gider miyim, birini mi ararım, ne ederim?
Düşünür dururdum hep…

Çantam, içinde birazcık param, yedek anahtarım, dışarı çıkarken giydiğim hırkam, ayakkabım, eşarbım kapının arkasında hep asılı, hazırdaydı ne vakittir.

Acele durumda, Allah korusun ona bir şey olursa, hepsini geçirdiğim gibi kapıdan fırlayacağım, öyle kurardım kafamda.

Geceleri uykum kaçınca bunları planlardım. Sonra kimi arayacağım, nereye gideceğim...
Aman işte tatsız konular da, insan düşünmeden edemiyor…

Telefon geldiğinde, haberi alınca, ne kadar zaman öyle kaldım.

Daha önceden düşündüğüm, planladığım şeylerin ne kadarını yaptım, ettim, bilmiyorum…
Aklım yerinden uçtu gitti bir anda.

İçimden çıkan sese ben de şaşırdım, nasıl koştum ne yöne koştum, nasıl oraya vardım?
Kalabalık, uğultu, belirsizlik, acı, öfke, korku, endişe doluydu etraf…

Sevdiğini merak eden herkes gibi ben de madenin kapısına doğru koşuyordum ama kapıya yaklaşamadan durdurdular beni.

“Olmaz!” dediler. “Burada bekleyin, geçemezsiniz.”
“Yapmayın, etmeyin, bırakın içeride mi kaldı, ne oldu, haber yok mu?” desem de dinlemediler. Çaresizce bekleyen herkes gibi ben de çöktüm olduğum yere.
Adamlar koşturuyordu oraya buraya, bir uğultu vardı dışarıda.
Daha fazlası da içimde…

Bir görevlinin anonsu duyuldu, hepimiz suspus olup dinledik.

“Bekleyeceğiz” dedi. “Gaz sıkışması olmuş, sonra patlama, içeriye ulaşmaya çalışıyoruz, elimizden geleni yapıyoruz.“

Beklemek ne zor kelimeydi, ne uzundu, ne bilinmezdi, ne acıydı, ne doluydu, ne imkânsızdı…
Bir bahar günü evlenmiştik. O yıl kış uzun sürmüştü. Bahar yüzünü gösterir göstermez gün aldık. Yaza sabrımız kalmamıştı.
Çünkü çok bekledik evlenmek için. Neredeyse üç yıl…

Üç yıl az gibi görünür ama sevenlerin kavuşması için pek uzundur.

Bir defterim vardı. Her akşam ona içimi dökerdim. Yazardım işte, aklıma ne gelirse. Ona söyleyeceklerimi, söyleyemeyeceklerimi, her bir şeyi. Bir sayfasına da geceli gündüzlü işaret koyardım. Ha bugün ha yarın.

Her gün bir çentik atardım, otuz olunca onları çizerdim, diğer aya geçerdim.

Böyle böyle tam üç yılı doldurdum, bir sayfa dolunca öbürüne geçtim. Sabrımı kâğıtlara, bir de elimde ördüğüm oyalara geçirdim. Öyle öyle tamamladım sevdiğim adama kavuşmak için günlerimi.
Geceleri sormayın bana, çünkü en zor şey gecelerin geçmesiydi. Gece uzuyor uzuyor gün olmuyordu bir türlü. Uykum kaçtı mı karanlıktan aydınlığa ulaşmak için biraz dua ediyor, biraz yazıyor, biraz oturup camdan dışarıyı seyrediyordum.

Günler bitsin, evlenelim, kavuşalım derken o gün gelip çattı şükür de akraba konu komşu evliliğimizi onayladıktan sonra evleniverdik işte. Kavuştuk her seven gibi biz de. Hem de ne kavuşma…

Madenin kapısında bir hareketlenme oldu, sanki birilerini çıkartıyorlardı. Görmek için hepimiz yaklaşmaya çalıştık, izin vermediler.

“Ölmüşler!” dedi kalabalıktan biri. “Dört kişi ölmüş.”
O andan itibaren herkes kendi isminin peşine düştü.
Kimi babasını soruyordu, kimi kardeşini, kimi eşini. Oğullarını soran analar, nişanlısını arayanlar… Ben de diğer yarımı arıyordum. Ya da kendimi mi desem??

Her gün Allah’a emanet ederek uğurladığım eşimle birlikte, ben de o madene giriyordum aslında. Evden el ele çıkıyor, birlikte o karanlık kapıdan giriyor, asansöre biniyor, yerin altına birlikte iniyorduk. Nem kokan yarı karanlık daracık dehlizlerde birlikte yürüyor, öğlen için hazırladığım yemeği birlikte yiyorduk.

Canlı canlı mezar gibi girdiğimiz bu yerde genzimizi dolduran toz toprağı temizlemek için arada birlikte yudumluyorduk suyumuzu. Terimizi birlikte siliyor, akşamın olmasını, mutlu yuvamızda içeceğimiz çayı aynı hasretle bekliyorduk.

Burada çalışıp para kazanmanın sonraki yıllarda daha güzel diyarlara gidip daha iyi bir işte, gökyüzünü görerek, temiz havayı soluyarak çalışmanın, daha iyi bir yaşamın hayâlini birlikte kuruyorduk.

Sonra tabii başka bir şey daha istiyorduk. Biraz erteliyorduk. Evi barkı düzenleyip, daha iyi bir yere taşınınca, daha güzel bir iş bulunca, yavrumuz olsun istiyorduk, hatta iki.

“İki kişi çıkardılar” dedi, kalabalıktan bir ses.
Ayakta durmakta zorlanan üstü başı eli yüzü kapkara ve kanlı iki madenciyi hemen bekleyen ambulansa koydular.

Kalabalıktan, “Oğlum oğlum bu!!” diye bağıran bir kadın, Onunla ambulansa koşan bir erkek fırladı, yetişemediler.

Ambulans, yaralıları aldığı gibi hızla ilerledi taşlı yolda. Gün akşama dönüyordu. Kimileri evine gitmiş geri gelmişti.

Ben kalkmadım yerimden. Belim, bacağım uyuşsa da bekledim. Bedenimi duymuyordum. Açlık hissetmiyordum.

Bir ara su dağıttılar, onu aldım diktim kafama. Dilim, damağım, içim yanmış meğer. Kalanıyla da elimi yüzümü ferahlattım şöyle.

Orada çaresiz otururken, beklediğim tek şey, “Elif ben iyiyim, bana bir şey olmadı. Çıktım bak, patlamadan sağ salim çıktım, hadi kalk eve gidelim hadi.” cümlesiydi. Kulaklarımı bir tek buna açmıştım, gözüm, madenin kapısından ayrılmazken. Beni tutup kaldıracak, eve gidecektik, temizlenecek, sonra, “Hadi bir çay koy da içelim, çok yorulduk bugün.” diyecekti.

Çayın yanına peynir, zeytin, tahin helvası da çıkartırdım hem, bir de somun ekmek… Olduğum yerde dalmışım. Bedenim bana ait değil sanki uyuşmuş.

O hâlde saatlerim geçmiş. Kulağım “hadi gidelim” sesinde, gözüm madenin kapısındaki her hareketlilikte. Umudum sonsuz, dilim duada, ezberimdeki tüm duaları geçiyorum bir bir.
Dualarım bir kalkan olsun, bir bulut olsun, gitsin onu sarsın sarmalasın, sağ salim alıp bana getirsin istiyorum…

Yine bir hareketlilik oldu. Sesler, bağırış, çağırış,
“Açılın ama!! geçemiyoruz bakın yolu kapatmışsınız, açılın!!”

Sonra onu çıkarttıklarını gördüm, sedyede öylece yatıyordu, kıpırtısız, öylece.
Üstü başı simsiyah, yüzü, gözü…
Ama tanıdım.
Nerede olursa tanırım bu yüzü, elleri.
Gözleri en çok…

Yerimden doğrulup fırladım.
Koştum bırakmadılar, kaldım öylece.
Bir şeyler diyordum, diyordum ama sesimi tanıyamadım, sesime yabancıydım. Gözleri açıktı öylece durgun bakıyordu.

Sedyede yanımdan geçerken, bir an gözlerimiz denkleşti, bakışlarımız bir oldu.


 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi