ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 03-09-2022 00:58

Karakterler

Yazan: Betül Eren - KARAKTERLER

Karakterler

KARAKTERLER 

Ne de çabuk gecenin ikisi olmuştu. Çalışma masasının üzeri karman çormandı. Saçlarını tepesine toplamış, bilgisayarında o çok sevdiği Chopin’in Nocturne’lerini açmıştı. öğrenciliğinden beri müzik olmadan yapamazdı. En zor sınavlarına hazırlanırken bile daima müzik eşlik ederdi ona. O yıllarda ne kadar az seçenek vardı dinleyebileceği. Güzel olan her müziği çok severdi ama Beatles grubu gözdesiydi o yıllarda. Şimdilerde, bir şey üzerinde yoğunlaşmışsa özellikle bir piyano veya gitar sesi, hatta bazen saz eserleri elindeki işlerini daha çabuk yapmasını sağlıyordu. Tüm öğleden sonrayı bilgisayarın karşısına oturup, boş ekrana baka baka geçirmişti. Odanın içinde dört dönüyor, bazen balkona çıkıp bir nefes alıyor, sonra tekrar gelip bilgisayarın başına oturuyordu. Yazmayı planladığı romanın teması hazırdı, romanın adı hazırdı, hikayesi hazırdı, tahminen kaç bölüm olacağı belliydi, her bölümün kaç sayfadan oluşacağı ile ilgili kaba bir hesaplama da yapmıştı. Sadece karakterler net değildi. Arkadaşları ve ailesi merak içindeydi. Acaba nasıl bir roman çıkaracaktı? Etraf içilmiş kahvelerin fincanları, yarısı yenilmiş sandviçler, çay bardakları, buruşturulup yerlere atılmış kağıtlarla doluydu. Bir anda odasının dağınıklığından içi sıkıldı.

Önce çalışma masasını toplamaya başladı, sadece bilgisayarı ve not aldığı defteri ile uğurlu kalemi kaldı üzerinde. Masayı temizlerken  Chopin’e veda etmiş ve  kendisine müzik olarak rock müzik seçmişti. Geri çekilerek masaya şöyle bir göz attı. Pırıl pırıl olmuştu. “İşte bu…” dedi. Sonra yıllardır kullandığı koltuğundan kalktı ve odaya göz gezdirince hala istediği gibi olmadığını gördü ve şimdi de çılgın gibi odayı toparlamaya başladı. Telefonuna sürekli gelen mesajlara, çalan telefonlara hiç aldırmadan, birkaç ay boyunca hep oturacağı yerini hazırlıyordu Betül. En büyük sözü kendine vermişti. Bu yıl sonu babasına ithaf edeceği ilk romanını çıkartmayı planlamıştı. Heyecan içindeydi.

Artık odası hazırdı, yeniden Chopin’e döndü. Sancılı bir süreç yaşıyordu. Bu kısmı atladığı andan biliyordu ki parmakları tuşların üzerinde süratle koşacak ve romanı şekillenmeye başlayacaktı. Her gün biraz daha, biraz daha ve bir gün en son noktanın konulacağı gün de gelecekti. O halde şimdi? Ellerini ovuşturarak “Karakterlerim, üzmeyin beni, hadi hadi hadi…” dedikten sonra, bilgisayarında yeni bir dosya açarak işe başlamış oldu. Artık o bu dünyada değildi sanki. Tamamen odaklanmış ve gözü hiçbir şey görmez olmuştu.  Açtığı dosyaya romanında yer alacak karakterlerin öncelikle adını, yaşını, genel durumunu, mesleğini, özelliklerini ve fiziki özelliklerini not etmeye başlamak üzereydi.

“Önce gidip kendime bir kahve yapmalıyım, uykuya feda edilecek zamanım yok. Eğer romanımın sene sonuna kadar bitmesini istiyorsam, karakterleri hemen şimdi belirlemem gerekiyor. Bu hafta sonu bunu bitirmem şart!”

Kendi kendine konuşan Betül, hızla mutfağa geçip, sert bir kahve hazırladı. O, bir Türk kahvesi düşkünüydü. Günde üç kahveye kadar izin veriyordu kendine ama bu gece sabahlamayı planladığına göre, o zaman sert bir kahve onu ancak idare ederdi.

Masaya oturup, kahveden bir yudum aldı ve parmakları açtığı dosyanın üzerinde hareket etmeye başladı. Yazıyor, iptal ediyor, yeniden yazıyordu. Dosya yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı. Artık dosyadaki karakterlerin isimleri belirlenmişti. O sırada bilgisayarın yan tarafına gelen şekilsiz cisimler dikkatini çekti. “Yorgunluktan herhalde hayal görüyorum. Bunlar da ne böyle?” Garip şekillerden biri yavaş yavaş yanına doğru yaklaşarak ona seslendi:

“Pişt, pişt bana bak! Şu baş karakterin var ya, o ben olayım ne olur, bak ne kadar uzun zamandır karakterler ülkesinde bomboş işsiz geziyorum. Ne olur, lütfen…”

Betül, duyduğu sesle irkilerek bilgisayarın yan tarafında kendisi ile konuşan şekilsize baktı:

“Kimsin sen? Beni rahat bırak. Bu gece bu karakterler bitecek! Oyun yapma bana…”

“Tamam, bitecek, biliyorum, çok kararlısın. Şu ilk yazdığın karakter var ya, o baş karakterin değil mi?”

“Evet, ama sana ne ki bundan?”

“Şimdi sen bu karaktere ismini verdin ya, o benim, sen tanımlamaya başladığın anda, ben o karakterin şeklini alacağım. Dene de bak…”

Betül, karakterin fiziki özelliklerini tanımlamaya başladıkça, esmer, uzun boylu, alnında hafif bir yara izi olan, gözlerinin derinliklerinde büyük bir acı saklanan bir adam bilgisayarın yanında belirmeye başladı. Her şeyiyle onun romanının baş karakteri aynen bu olmalıydı. İçinden geçen ne ise, o oluşmuştu. Sadece minimal boyuttaydı. Şaşkınlık içindeydi. Bu nasıl olabilirdi?

Karakter oluştukça, böbürlenerek sağa sola bakınmaya ve diğer şekilsizlere seslenmeye başladı:

“Biliyor musunuz? Beni baş karakteri yaptı Betül. Siz daha bekleyedurun canlarım, rolü kaptım bile…” 

Öyle mağrur bir duruşu vardı ki, diğerleri homurdanmaya başladılar:

“Sana nasıl o baş karakteri verdi? Bize niye yok bir şey?” diye söylenip durdular.

“Valla hiç söylenmeyin, günlerdir karakterler dünyasında volta atıp, yazarlar dünyasını gözleyip duruyordum. Bir de baktım ki Betül, yeni yazdığı romanın karakterlerini oluşturmaya başladı. Ben de kıyıdan köşeden kendimi göstermeye çalışıyorum. Sürekli el sallıyorum, şirinlikler yapıyorum. Beni de al lütfen diye neredeyse yalvarıyorum. Bir baktım ki ‘Çok inat ettin oradan gel hadi.’ demez mi?  Keyifle romanın baş sayfasına kuruldum. Ben kimselere yerimi kaptırmam. İlk beni seçti. Ben baş karakter olacağım. Hele biraz daha geçsin samimiyeti ilerleteyim de  bak, ağzından girer burnundan çıkarım ve sonunda sizleri de aldırırım. Görürsünüz…”

“O kadar da ümitlenme. Bak eline kalemini alıp çiğnemeye başladı ve saçını eline dolayıp dolayıp bırakıyor ve not defterine bir şey yazıyor, siliyor. Böyle oldu mu korkarım ben. Aaaa şimdi de gözlerini sıkı sıkı yumdu. Esas karakter asıl şimdi geliyor. Gör de bak.”

“Hıhh kıskanıyorsun beni de ondan böyle diyorsun değil mi? Çünkü seni seçmedi. Niye beni seçmedi diye düşüneceğine benim yoluma taş koymak hiç yakışıyor mu sana?”

“Sen bir erkek karaktersin. Seçilmen daima daha kolay. Oysa ben öyle miyim? Amannn, kadınların işleri her daim zor. Karakter seçilmek bile bin bir türlü oyuna tabi. Romancıya sevimli görünmek için yapmadığımız kalmıyor bizim.”

“Kıskanmayalım küçük hanım. Uğraş, belki benim karşıma seni de seçer.”

“Hıhhh, sen baş rolü aldın da, beni de karşına almak kaldı yani?”

“Evet, tabii ki…”

“Ayyy görüyor musun bir kalabalık kalktı geliyor bize doğru. Bu gelenlerin hepsi romanda yer alacaksa yandık yani.”

“Evet, gerçekten çok kalabalık bir güruh buraya doğru geliyor. Betül’e bak, şimdi elindeki defteri kenara koydu ve aceleyle bilgisayarının başına geçti ve parmakları şimşek hızında yeniden çalışmaya başladı. O yazdıkça kalabalıktan birisi öne doğru çıkıyor, şekilleniyor ve kibirli kibirli benim yanıma gelip oturuyor.

“Ama orada belki yirmi kişi var. Herkes bu romanda yer alacak mı yani?”

“Bu kadar çok kişinin olduğu romanları hiç sevmem. Hepsi birbirine karışır. Okuyucuyu da düşünmek lazım. Nasıl öğrenecek herkesin ismini?” diye dertlendi erkek karakter.

“Böyle romanlarda, okuyucu ancak romanın yarısına geldiğinde herkesi tanımaya başlar. Tam romandaki tüm karakterleri öğrenir ve onlara ısınır, bir de bakar ki roman bitivermiş.”

“Sen en çok hangi karakteri olmayı seversin şekerim? Hele bir anlat bakalım, belki Betül’e kabul ettiririm…”

“Bir kere çok ama çok güzel olmak isterim, sadece güzel olmak yetmez, akıllı da olmak isterim. Gururlu, sevdi mi tam seven bir kadın olmalıyım. Ayrıca, kusursuz bir vücudum, uzun sarı saçlarım, yosun yeşili gözlerim olsun isterim. Ne çok uzun boylu, ne kısa boylu, bakanı bir daha baktıracak kadar güzel bir kadın karakter. Ya sen?

“Aslında ben, sert ve haşin karakterleri severim. Yakışıklı yüzüm, esmer, granit gibi suratım, sağlam vücut yapım, mağrur duruşum ve çarpık gülüşümle tüm kadınların hayran olduğu gamzelerim ve kurşuni gri gözlerimle efsane bir karakter yani.”

“Ohhh, bakıyorum da istemediğin de yok yani.” diye kıs kıs güldü kadın karakter.

“Sen de öyle istiyorsun. Benim ne eksiğim var? Ben niye istemeyeyim ki? Bu kadınlar da anca kendileri güzel olsun isterler.”

“Acaba beni de seçer mi biraz yanına gideyim de kendimi göstereyim. Herkes bir karakter kaptı baksana. Çok az kişi kaldı o kalabalığın arasında.”

Betül, elini kafasına koymuş, seçtiği karakterlerin özelliklerini düşünmeye başlamışken, kıpır kıpır bir karakter karşısına geçti ve konuşmaya başladı:

“Betüş, kadın karakterini seçtin mi?”

“Hayır, hepsi tamam sayılır ama kadın karakteri henüz seçemedim.”

“Beni seçsene, ne olur beni seç. Baş erkek karakter benim yıllardır çok yakın arkadaşım. Ben onunla çok güzel bir ikili olurum.”

“Sarışın mı, esmer mi olsun karar veremedim ki…”

“Sen ne istersen ben o olurum, yalvartma beni… Bak, eğer beni seçmezsen, bütün karakterleri ayartırım hepsi çekilirler kitabından. Yine yapayalnız kalırsın.”

“Yok artık, daha neler…”

“Sadece biz çekilmekle kalmayız. Karakterler ülkesindeki herkese senin kötü bir iş veren olduğunu ve kimsenin seninle çalışmamasını söyleriz.”

“Karakterler ülkesi mi? O da ne yahu?”

“Sen hiç duymadın mı? Karakterler ülkesi diye bir yer var hepimiz orada sıramızın gelmesini bekliyoruz. Yazarlar bizi seçtikçe, roman yazımı boyunca iş bulduk diye seviniyoruz. Roman bittiğinde yine yolculuk aynı yere, yani  karakterler ülkesine.”

“Ay çok komiksin, yorgunluktan galiba, yarattığım karakterlerle konuşmaya da başladım ben.”

“Seçtin mi beni? Hadi ne olur, ne olur…”

“Seçtim, ama ne sarı saçlısın, ne de kumral. Sen bir kızıl fırtına olacaksın. Kabul eder misin?”

“Gözlerim yeşil olursa olur tabii.”

“Pazarlık da mı yapıyoruz. Alemsiniz valla…”

“Hey arkadaşlar, Betül kadın baş karakter olarak beni seçti. En az bir yıl boyunca işim var. Oh ya…”

Tan yeri ağarmaya başlamıştı artık ve romandaki tüm karakterler belirlenmişti. Kalabalık bir topluluk olmuştu. Tüm karakterler birbirinden ilgi çekiciydi. Aralarında ürkütücü olanlar da vardı, bir çocuk gibi saf ve masum olanlar da. Kıskançlıktan başı dönen de, bir anda alıp başını gidecek kadar serkeş olan da. Baş kadın ve erkek karakter, yıllar sonra yeniden bir romanda buluştukları için çok sevinçliydiler. Bu roman, şimdiye kadar yazılmış romanların hiç birine benzemiyordu. Canlandırdıkları karakterlerden çok farklı bir tip çizeceklerdi. Öyle ki okuyucu bazen onlardan nefret edecek, bazen onların başına gelenlere ağlayacaktı. Betül, karakterlerini oluşturmanın verdiği rahatlamayla, ellerini çırparak ayağa kalktı.

“Hışşşt, hepiniz gelin bakayım etrafıma…”

Baş karakterlere saygıyla yer açarak hepsi sırayla bilgisayarın kenarında sıralandılar. Eeee, ne de olsa baş karakterler olmasa bu roman da olmazdı. Hep bir ağızdan neşeyle:

“Seni dinliyoruz…”

“Artık en az bir yıl boyunca beraberiz, bana naz niyaz yapmak, küsmek, çekip gitmek, beni az yazdın, beni çok yazdın diye kıskançlık yapmak, hırçınlık etmek yok. Ne yazarsam, siz onu kabul edeceksiniz. Tamam mı? Söz mü? Ama, fakat, lakin gibi cümleleri hiç dinlemem. Ona göre… Şu anda iş akdimizi yapıyoruz sizlerle. İtirazı olan şimdi konuşsun, iş başladıktan sonra hiç birinizi dinlemem.”

“Söz veriyoruz. Sen ne dersen o, yazar sensin.”

***

Betül, odanın camından içeri dolan hafif meltemle uyuyakaldığı koltukta gözlerini açtı. Merakla etrafına baktı. Karakterlerin hiç birisi yoktu odanın içinde. “Hayal mi gördüm, rüya mıydı tüm bunlar? Karakterlerim nerede? Ben bunları yazıyordum, onlar da çıkıp karşıma geliyorlardı.” diye düşünürken, bilgisayardaki dosyada gece düşündüğü her şeyin yazılı olduğunu görünce derin bir “Ooh” çekti. Hafifçe gülümseyerek yerinden kalktı. En zor kısmını bitirmişti. Gidip kendine buram buram tüten bir Türk Kahvesi hazırladı. Heyecanla gelip tekrar yerine oturdu ve bilgisayarında yeni bir dosya açtı ve ilk satıra “Çakalın Ayak Sesleri” yazarak romanına başladı

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi