ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 26-03-2024 20:56

Hayaller ve Hayatlar / Göher Güler

Yazan: Göher Güler -HAYALLER ve HAYATLAR

Hayaller ve Hayatlar / Göher Güler

HAYALLER ve HAYATLAR

Aysel, lise ikinci sınıfa gidiyordu. Altın sarısı saçlarını iki örgü yapar, göğsünün üstüne düşürürdü. Güneş vurduğunda, altın sarısı örgüleri, gerdanlık gibi ışıldardı formanın üstünde. Örgülerin iki ucuna bağladığı beyaz kurdeleler, uçmaya hazır kelebekler gibi "pır pır" ederdi. Kara kaşlarının altındaki koyu mavi gözleri ışıl ışıldı. Güzelliği, temizliği, ağır başlılığı ile okulun ve mahallenin gözdesiydi. Okuyacak doktor olacaktı. Annesi, Aysel ve kardeşlerinin okuması için var gücüyle çabalıyordu. Daha önce okulu bitirenlerin kitaplarını getiriyor, çocuklarına veriyordu. Babası çocukların okumasını pek istemiyordu. Annesi masaya yumruğunu vuruyor; "Bu çocuklar okuyacak" diye diretiyordu!..

Annesinin ani ölümü, Aysel'in ve kardeşlerinin yaşantısını altüst etmişti. Babası bir gün karşısına aldı Aysel'i; “Okuduğun yeter, oku oku nereye kadar. Bundan sonra, okula gitmeyeceksin. Evde kardeşlerine ve evin işlerine bakacaksın” dedi.

Aysel beyninden vurulmuşa döndü. Ağlamak sızlamak kâr etmedi. Ne dediyse ikna edemedi babasını. Ne yazık ki, okuldan aldı Aysel'i...

Aradan bir kaç ay geçtikten sonra, çocuklarını başına topladı. "Çocuklar ben evleneceğim" dedi babası. Çocuklar, babasının kararına karşı gelemedi. Kısa zaman içinde evlendi. Üvey anne; çocukları bir türlü sevemedi, düşman gibi görmeye başladı onları, özellikle de Aysel'i.  Babaları evde yokken eziyet ediyor bağırıyordu çocuklara; "Defolun gidin, sizi bu evde istemiyorum! Ne işiniz burda. Fil gibi yemek yiyorsunuz, sizi mi doyuracağım ben" diyerek sürekli hakaret ediyordu. "İki göz iki çeşme" ağlamaktan başka çareleri yoktu çocukların...

Aysel bir gün, babasına durumu anlattı; “Sen evde olmadığın zaman Leyla abla bize eziyet ediyor, hakaret ediyor. Sen gelmeden, biz yemek bile yiyemiyoruz” dedi.

Babası; “Terbiyesizlik etme, utanmıyor musun sen benim karım hakkında böyle konuşmaya! O, dünyanın en iyi insanı. Ben onu seviyorum. Leyla ne derse yapacaksınız. Saygıda kusur etmeyeceksiniz. Bir daha şikayet ettiğini duyarsam alırım ayağımın altına, anladın mı beni?” diyerek, azarladı Aysel'i. Aysel neye uğradığını şaşırdı...

Aysel ve kardeşlerine çile olmuştu artık hayat. Her günleri gözyaşları içinde geçiyordu. Aysel o evden kurtulmanın yollarını arıyor, bir çözüm bulamıyordu. Benzi sarardıkça sararıyor, sürekli kilo veriyordu, gülmeyi unutmuştu. Mum gibi eriyordu. Güzel yüzü neredeyse tanınmayacak hale gelmişti. Altın sarısı saçları dökülmeye, solmaya başlamıştı. Kiraz gibi yanakları, kıpkırmızı dudakları morumsu bir renk almıştı.

Leyla Abla’sı gittikçe, eziyetin şiddetin dozunu artıyordu. Aysel ve kardeşlerine köle muamelesi yapıyordu. Oysa babalarının yanında hepsine oldukça şirin davranıyordu; “Güzel yavrularım, akıllı yavrularım" diyerek seviyordu. Babaları da bu durumdan memnun oluyor, sürekli Leyla'yı ödüllendiriyordu. Aldığı maaşı da Leyla'nın eline sayıyordu. Leyla çocuklara zırnık koklatmıyordu...

Sürekli kendi akrabalarını arkadaşlarını eve davet ediyor, krallar gibi ağırlıyordu onları Leyla. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmuyor, bütün evin işini Aysel ve kız kardeşi Nezaket'e yaptırıyordu, ellerine vura vura...

Bir gün Leyla'nın uzaktan akrabası İsmail gelmişti. İsmail; bir trafik kazası sonucunda, tekerlekli sandalyeye bağımlı kalmıştı. Çok duyarlı ve yufka yürekliydi. Bir kaç defa, bahçeden Aysel'e hakaret ettiğini bağırdığını duymuştu Leyla Abla’sının. Uyarmıştı ama Leyla hiç aldırmamıştı. Aysel'e çok acıyordu. O yüzden arada bir gelir, Aysel ve kardeşleriyle konuşurdu. O gün yine Aysel'le konuşmaya dertleşmeye gelmişti. Aysel; İsmail'i merdivenlerden çıkardı. Sonra muhabbete başladılar. Onlar konuşurlarken, Leyla ikisini odaya kilitledi. Dışarı çıkıp bağırmaya başladı; “Bu kız azdı, ben zaptedemiyorum. İsmail'le odaya girdi, kapıyı kilitledi. Yetişin komşular, ben babasına ne diyeceğim" diyerek ortalığı ayağa kaldırdı. Komşular eve doluştu. Hep bir ağızdan bağırmaya başladı komşular; “Aysel kızım, aç kapıyı senin bu yaptığın, çok ayıp. Her şeyin bir adabı var. Kapıyı kilitlemek de neyin nesi. İstiyorsan İsmail'i, babanla konuşalım. Leyla kahroldu zavallı, yazık değil mi, onu üzmeye ne hakkın var. Sen akıllı biriydin ne oldu sana. Hadi yavrum aç kapıyı.”

“Bizi buraya Leyla Abla kilitledi. Yemin ederim, inanın bana” dediyse de, inandıramadı komşuları. O arada Aysel'in babası geldi.

Leyla sarıldı kocasına; “Yusuf'um; Aysel İsmail'i odaya aldı, kapıyı kilitledi. Ben sabahtan beri dil döküyorum açmıyor kapıyı. Konu komşuya rezil olduk. Ben ne yapacağımı şaşırdım, elim ayağım titriyor” diyerek ağıtlar yakmaya başladı.

Yusuf sinirden deliye döndü; “Ağlama sevgilim, ben onu çıkarmasını bilirim. Sen üzülme yeter ki” diyerek, kapıya omuz attı, kapı açıldı. Babası, Aysel'i saçından sürükleye sürükleye, salonun ortasına, soğan çuvalı gibi fırlattı.

Aysel hıçkırıktan konuşamaz hale gelmişti. Başına geleni anlatmaya çalıştıkça tekmeleri ardı ardına savuruyordu babası. İsmail de, Aysel de ne kadar anlatmaya çalışsalar da, onları duymadı Yusuf; “Terbiyesiz ahlaksız odaya erkek atmak da ne demek! Sende hiç ar namus yok mu ha! Bu kadar mı azdın sen! Madem istiyordun İsmail'i, usulüne uygun everirdik. Bu ne adilik ha! Hemen nikah günü alacaksın İsmail! Temizlenecek bu mesele, anladın mı beni soysuz!..”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi