ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 09-09-2023 20:47

Gemileri Yakmak / Hamiyet Su Kopartan

Yazan: Hamiyet Su Kopartan -GEMİLERİ YAKMAK

Gemileri Yakmak / Hamiyet Su Kopartan

GEMİLERİ YAKMAK

Kapı çalar, “Allah Allah, sabahın bu saatinde kim gelir, saat daha sekiz buçuk” diye içinden geçirirken bir yandan da “Gir” der yüksek sesle İlhami Bey.

Kapı açılır, en sevimli haliyle “Günaydın hocam!” der Hacer Hanım. “Tabii ya, kim gelecek sabahın nurunda, gelse gelse bayan çokbilmiş gelir” der içinden. Aslında kadınlara bayan, diye hitap etmekten hoşlanmaz da bu, gerçekten insanı bayan bir tip olduğu için ona yakıştırır. Zoraki bir gülümsemeyle, "buyrun bay, şey Hacer Hanım, hoş geldiniz” der.

Kendi de bilgisayarını açıp koltuğuna otururken Hacer Hanım'a oturması için karşıdaki koltuğu gösterir. Bu sefer ne emirler verecektir bayan çokbilmiş, merak eder. Yüzünden okuyamaz; sinirli değildir, en sevimli haliyle, “Günaydın hocam!” dediğine göre bir şey soracaktır. Gerçi bir şey sorarken de hep akıl verir, hep emir verir ya neyse! “Ah İlhami, yine kendi kendine konuşuyorsun. Kendine sorsana böyle düşünüp niyet okuyacağına” dese de “Yok benimki niyet okuma değil, olabileceklere kendimi hazırlama” diye de hem merakını gidermeye hem de zırhını takmaya çalışır.

“Buyrun Hacer Hanım” demeye kalmaz, bayan çokbilmiş başlar art arda sıralamaya:
- Akşam haberleri seyrettiniz mi hocam?
“Hayda! Kaç tane kanal var, her kanalda verilen haber ayrı, hangisinden bahsediyorsunuz desem açıklar da açıklar. Hangi haberi desem daha uygun galiba.” 
- Hangi haberi Hacer Hanım?
- Üniversite sınavını bir çoban birincilikle kazanmış. Her sene bu haberleri duyuyoruz. Dereceyi geçtim, bizim çocuklar neden kazanamıyor hocam? Birkaç kaynak kitaptan çalışmış sadece. Biz hangi hoca hangi kitabı, soru bankasını tavsiye ettiyse aldık.
- Çobanlık yapan çocuklar sabah sürüsünü alıp gider, akşam sürüsüyle dönerler. Sürekli sürünün başında durması gerekli değildir. Onlar zaten alıştığı için ne zaman, ne yapması gerektiğini bilir, hatta dönme vaktini de bilip toplanırlar. Bu arada çocuk da ders çalışır.  Elinde telefon, tablet olmayınca yapılacak en mantıklı iş kitap okumak, ders çalışmak, test çözmektir.
- Biz de çocukların elinden telefonu, tableti alsak mı ki?
- Bir de mecburiyet var tabii ki.
- Nasıl yani?
- Seyit Onbaşı’yı bilir misiniz?
- Kendini görmedim de Çanakkale Savaşı’nda anlatılır.

Tebessüm ederek cevap verir İlhami Bey:
- Biz de kendini görmedik de tarih kitaplarında kahramanlığını okuduk, belgesellerde hayatını seyrettik.
- Çobanlık yapan çocukla Seyit Onbaşı’nın ne alakası var hocam?
- Çanakkale, mahşerin bir adı o günlerde. İngiliz savaş gemisi Çanakkale’de. Biliyorlar ki Türk’ün imkanı yok, savaş teçhizatı yok. Yiyecek ekmekleri yok. Çanakkale’yi savunacak güç yok, meşhur beş çaylarını İstanbul’da içmeyi tasarlıyorlar. Daha yirmi yaşındaki Seyit Onbaşı ellerinde kalan üç top mermisini topa yerleştiriyor. İlk atış başarısız, ikinci atış başarısız, üçüncü atışta Ocean gemisine isabet ettiriyor. Türkler için ölüm kalım savaşı. Ya hep beraber batacak ya hep beraber çıkacaklar. Savaşın seyri değişiyor ve “hasta adam” birden diriliyor. Mustafa Kemal’in kulağına gidiyor Seyit Onbaşı’nın 276 kiloluk mermiyi tek başına kaldırdığı. Savaştan sonra Çanakkale’ye giden Mustafa Kemal, Seyit Onbaşı’yla tanışmak istiyor. Fotoğraf çektirmesi için mermiyi tekrar kaldırmasını rica ediyorlar, kaldıramıyor. “O, o zamandı” diyor.
- Bazı tarih hocaları bunun yanlış bilgi olduğunu söylüyorlar hocam. Bunun olağanüstü olduğunu, abartılarak anlatıldığını söylüyorlar. Ben de ona inanıyorum. Eğer o mermiyi tek başına kaldırdıysa yine tek başına kaldırmalıydı.
- İnsan başka çaresi olmadığı zaman sınırlarını zorlayabilir ve kendinden beklenmeyecek güce sahip olabilir. Buna inanmıyorsanız Cebelitarık Boğazı’nda gemileri yakan Tarık bin Ziyat’a da inanmıyorsunuz demektir. Gemileri yakmayana başarı da yok Hacer Hanım.
- A, “gemileri yakmak” deyimi buradan mı geliyormuş hocam? Demek istediğinizi anladım galiba. Size iyi günler!

“Bir de Nâbî’nin beyti var” bayan çokbilmiş diyecekken ağzından kaçırdığı “bay” hecesini güle güle anlayan Hacer Hanım da “Bay” der.
- Hi, şey Hacer Hanım, Nâbî der ki:
“Bende yok sabr u sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikredelüm bir kerre”
- Çok haklısınız hocam, beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür etmeyi unutmuşum. Vefasızlık olarak değerlendirmeyin.
İlhami Bey, leb demeden leblebiyi anlıyor diye geçirirken:
- Estağfurullah Hacer Hanım, yani Nâbî şiirinde diyor ki muhatabına: Ne sende vefa var ne bende sabır kaldı. Senin vefasızlığından sabrım tükendi. İki yoktan bir şair çıktı.
- Nasıl yani, sevdiği vefasız çıktı diye şair mi olmuş?
- Evet, hem öyle hem de Farsça'da "na" ve "bi" ekleri olumsuzluk ekleridir. Bizim çaresiz dediğimiz kelime Farsça'da nâçardır. Bizim habersiz dediğimiz kelime bîhaberdir. Olumsuzluklardan almış Nâbî mahlasını.
- Anladım hocam, çok iyi anladım. İyi komutan olmak için gemileri yakmak gerek. 276 kiloluk mermiyi kaldırmak için ölüm kalım savaşı vermek gerek. Şair olmak için sabırlı olmak, vefasızları bırakıp olumsuzluklardan ad almak gerek. Bizim çocukların hiçbir eksiği yok. Sınavlarda derece yapan çoban çocukların gayreti, çabası bundan.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi