ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 18-12-2022 13:18

Engel Mutluluğa Mani Değil

Yazan: Fatma Karataş -ENGEL MUTLULUĞA MANİ DEĞİL

Engel Mutluluğa Mani Değil

ENGEL MUTLULUĞA MANİ DEĞİL 

Uzunca bir zamandan sonra beni dışarıya çıkarabilmişlerdi. Ağrılar içinde olan fakat hissedemediğim bedenim güneşin aydınlığıyla can bulmuş gibiydi. 

Dışarda gülüşen, koşuşan insanları izlemek o kadar haz vericiydi ki anlatamam. 

Onlar bu dünyada cennetlerini yaşıyorlardı da farkında değil gibiydiler. Bakıcım sıkıldığını belli edercesine oflamaya puflamaya başladı. Henüz dışarıya doyamadığım, tam anlamıyla rüzgârı tenime, kokuları burnuma nüfuz edemediğim için içeri girmek istemiyordum. Yalvarırcasına bakıcımın gözlerinin içine baktım. Umutla beni içeri götürmemesi için dua ettim. 

Bakıcımsa gözlerime peydah olan ısrarı görünce bıkkınlıkla söylenmeye başladı. 
“Bir insan konuşmadan, %90'lık engeliyle nasıl olur da bu kadar uslanmaz, laf dinlemez olur anlamıyorum. Bu konuda tarihe geçecek ilk insan bile olabilirsin.” dedikten sonra hızla ağzını elleriyle kapattı. 

Ağzından birden çıkan şeyleri çok ağır bularak bu seferki kelimeleri daha dikkatli ve yumuşak kullanmaya çalıştı.  “Neyse tamam. Seni gölgelik bir yere yerleştireyim bari. Çay alıp yanına gelirim." dedi ve beni bir ağacın gölgesine yerleştirdikten sonra çayını almaya gitti. 

Bakmayın öyle bakıcımın böyle düşünmeden konuştuğuna. O aslında melek gibi biridir. Sadece bazen ona çok yükleniyorlar. O da doğal olarak bazen böyle davranabiliyor. 

Karşımda oyun oynayan çocukları izlemeye başladım. Onları her gördüğümde içim hep merakla doluyordu. Acaba diyordum oyun oynamak, kahkaha atmak, koşmak nasıl bir duygu. 

Sahi duygu demişken onun bile tam olarak ne demek olduğunu bilmiyordum. Çevremde sıkça kullanılan bir kelime olduğundan kulak aşinalığım vardı işte ondan dilime peyda olmuştu. 

Rüzgârın esintisiyle saçlarım hafifçe uçuştu, etrafımda bulunan yüzlerce çiçeğin kokusu burnuma hücum etti. İçim bi hoş oldu. 
Bakıcım elinde çayıyla yanıma geldi. Başımı sevgiyle okşayarak, “Nasıl mutlu musun?” diye sorunca iki kez gözlerimi kırptım. Gözler aramızda ki iletişimi sağlayan tek şeydi. Bu kez,  “Oyun oynamaya ne dersin?” diye sorunca çok kez gözlerimi kırpmaya başladım. 

Bakıcım çayından bir kaç yudum alarak bardağı yere bırakıp ardından tekerlekli sandalyemi sürükleyerek, deminden beri izlediğim çocukların yanına götürdü beni. 

Elinde olan iple ellerimizi bir birine bağladı. Ardından kısa bir süreliğine de olsa ellerimi elleriyle hareket ettirerek çocuklardan biriymiş gibi olmamı sağladı. Bu sefer de ayaklarımı ayaklarına bağlayarak ayakta durmamı sağladı ve top oynadık. 

Bugün ilk defa kendimi normal biriymiş gibi  hissettim. Hani az önce gülmenin, koşmanın, oynamanın nasıl bir duygu olduğunu merak ettiğimi söylemiştim ya sanırım az önce bu merakım giderilmişti.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi