DENEME
Giriş Tarihi : 25-04-2023 19:37

Duanın Sırrı

Yazan: Yusuf Sarıkaya -DUANIN SIRRI

Duanın Sırrı

DUANIN SIRRI 

Ayet ve hadislerde duaya çok atıf yapıldığını görürüz. Dua etmeye teşvik eden hadislerle doludur hadis külliyatları. ,“ الدُّعاءُ مُخُّ العِبادةِ”   “Dua ibadetin özüdür”  hadisi duanın ibadetlerin süzülmüş hali olduğunu ifade eder. “Allah’ı zikretmek en büyük ibadettir.” Ayeti ile vurgulanan ve ibadetlerimizin en büyüğü olarak nitelendirilen duaya başka bir pencereden bakmak istiyorum.

Bildiğimiz gibi insan sayısız hücrelerin biri birleriyle kaynaşmasından meydana gelmiş, evrenin en saygın varlığıdır. Sorumluluk üstlenmiş tek canlıdır. Yaptıklarından hesaba çekilecektir. Yaptıklarından ve yapması gerektiği halde yapmadıklarından da sorumlu tutulacak bir varlıktır. Bu varlık dünyaya geldiği gibi kalamaz. Eğitilmek ve doğasında, genlerinde taşıdığı cevheri ortaya çıkarmak ve gelişmek zorundadır. Bu gelişim akılla yapılabilir ama eksik kalır. Vahiy destekli akıl ve insanlığın ortak birikim ve tecrübesinden yararlanmak zorundadır insan. İşte insan bu yönüyle an be an, saat be saat, gün be gün yenilenmelidir. Bu yenilenmenin kaynağı vahiy destekli akılla olmalıdır. Bu arada yolumuza devam ederken sürçmelerimiz, ayak kaymalarımız, zihinsel ve fiziksel aykırılıklarımız olabilmektedir. İşte bu noktada dua en büyük sığınağımızdır.

İnsanın sayısız hücrelerden meydana geldiğini az önce belirttik. Aslında hücre Arapça bir kelime olup "ODA" anlamına gelmektedir. Odalar aydınlatılırsa o zaman odaları andıran hücrelerden örülü olan vücudumuz da aydınlanır. Odalara ışık gönderilmezse karanlık olur. Karanlık odaların ördüğü vücut sarayı karanlıkta kalır. Onun için günde, on kere, elli kere, yüz kere dua gerekir. “Siz beni anın ki, ben de sizi anayım.”   Allah’ı anarsak O’nun da bizi anması söz konusu olacak. Yani Allah ile iletişim sağlamanın, yenilenmenin ve sorumluluk yüklenmenin yolu duadır. 

Günde yüz kere, zaman bulamadık on kere… Kerelerce dua etmeliyiz. Peygamberimiz: “Dile hafif, mizana konduğunda ağır gelen ve Rahman olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle vardır: Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm: Ben Allah’ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamd ederim. Ben Yüce Allah’ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim”   buyurmaktadır. Bunu dediğimizde vücudumuzu oluşturan hücreler aydınlanır, yakıtını alır ve canlılığını sürdürür.

Canlılığını sürdüren bu vücut sorumluluğunun bilincine varır. İşte o zaman evrende bulunuş hikmetini kavrar. Bunu kavrayan erdemli insan sadece sorumluluk içinde hayatını sürdürür. Asla başkalarının hakkına tecavüz etmez. Sadece yararlı işlerin peşinden koşar durur.

İşte o zaman Namazın, ezanın, orucun, zekâtın, haccın ve güzel ahlaklı olmanın maksadı gerçekleşmiş olur. “Bir kimse günde yüz defa sübhânallâhi ve bi-hamdihî derse, onun günahları denizköpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır.”    Hadisinde geçen “denizköpüğü kadar günahın bağışlanmasının manası kavranır.

Bu nedenle insan daima dua kapısına koşmalı. Oraya sığınmalı. Kişisel kusurlarına af penceresini oradan aralamalı. “Sabah, akşam tevazu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gafillerden olma!”  Buyruğu bize bunu açıklar.

Duanın yeri kalptir. Dua orada yerini bulur. Duanın zamanı yoktur. Duanın dili de yoktur. Hangi dilde, hangi zamanda ve mekânda olursa olsun yeter ki samimi ve içten olsun. Dince ve akılca uygun olan ve dua öncesi yapılması gereken hazırlıklar tamam olsun yeterlidir. Bundan sonrası dua ettiğimiz yüce Yaratanımıza kalmıştır. Duada aceleci, hemen sonuç alıcı bir beklentiye girmekte yanlıştır.

Aslında dua, şartlara müracaattan sonra hücrelerimize bu içten duygularımızı göndererek onları aydınlatmak amaçlıdır. Tabi dua öncesi psikolojik hazırlıkla birlikte, dua makamına ulaşmadan önce zamanlama ve bulunulan mekânı değerlendirme de önem arz eder. Bu nedenle namaz sonraları, gürültü patırtıdan uzak zamanlar, hücrelerimizin manevi doyum için hazır olduğu vakitler dua için daha verimli anlardır. Ama unutmayalım duada asla protokol, mesai saati ve edebiyat aranmaz. İçtenlik ve samimi olma duanın ön şartıdır.

İslam’da ibadetlerin süreklilik arz etmesi bundandır. Vücudumuzdaki hücreler hiçbir zaman aynı kalmamaktadır. Vücut sarayında sürekli ölümler ve doğumlar olmaktadır.

Ölenleri dualarımızla nurlu göndereceğiz, yeni doğanlara da dualarımızla taze ışıklar sunacağız. Bu nedenle ibadetlerimiz ve dualarımız sürekli olmalıdır. Süreklilik bu nedenle gerekmektedir. Her an değişiklik yaşayan, ölen ve sürekli yeni doğumlar olan vücudumuz dua ve ibadete sürekli muhtaçtır. Şeytanın insanı aldattığı köşe başları buralardır. “Neden sürekli ibadet edeceğiz.

İşimiz gücümüz var. Fazla zaman harcamadan ibadet olsa o zaman yaparız” gibi fikirleri bazılarının aklına sokuşturur. Aslında konuya yukarıda belirtmeye çalıştığım açıdan yaklaşılsa bu tereddüt ortadan kalkacaktır. İbadette süreklilik, vücut sarayında sürekli yenilenme sebebiyledir. Dua ve ibadete muhtaçlık bizim açımızdan olduğu için süreklilik gerekir. Allah’ımızın bizim duamıza ihtiyacı olmamasının da anlamı budur. Bu nedenle Haccın ömürde bir kere farz kılınmasının sebebi ziyarete sebep olan Kâbe’nin tekrar etmemesinden; orucun yılda bir ay farz olması Ramazan hilalinin senede bir tekrarından; Zekâtın yılda bir verilmesinin sebebi ise malın yılda bir hakiki veya hükmi çoğalmasından; namazın beş vakit tekrarı vaktin günde beş defa tekrarındandır. İlim adamlarımızın bakışı budur. Vücudumuzun temel taşları olan hücrelerimizdeki sürekli yenilik duada da sürekliliği zorunlu kılmaktadır.
“İbadetiniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin!”  Buyruğu da ibadete bizim muhtaç olduğumuzu gösteren en önemli kanıttır. Hz. Peygamberin bağışlanmışlığına rağmen, doğumundan ölümüne kadar O’nun da vücut sarayı aynı tabii kanuna bağlı olduğundan ve bunu en iyi bilenlerden olması nedeniyle dualarına ve ibadetlerine süreklilik kazandırmış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. İbadetini fazla görenlere de “Allah’a şükreden kul olmayayım mı?”  Demiştir. Ümmü'l-mü'minîn Âişe “Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem'in en ziyade hoşlandığı ibadet, devamlı olandı” diyerek ibadette devamlılığa vurgu yapıyor. 

Duada en önemli ve belki de hep görmezden geldiğimiz bir konu da günaha batmış bir kalple ellerimizi semaya kaldırarak istekte bulunmamızdır. Vücudumuzun odacıkları olan hücrelerimize yediğimiz, içtiğimiz haramlar ve yapıp ettiğimiz yanlışlar ve günahlar damarlarımızdan akan kanlar ve kirler gitmektedir. Bizlerin dualarımızın kabulünü isterken bu hususa dikkat etmemiz gerekir.

Günah ve olumsuzluklar beden haritamızda yaralar açar. Bu yaraları tamir ederek duaya yönelmeliyiz. Bu durumda da sığınağımız dualarımızla Yüce Yaratıcıya olacaktır. Bu gün artık her insanın aura’sının olduğu ve yapılan iş ve bulunulan çevre ve ortamla bu aura’nın şekil aldığı ve renk değiştirdiği bilinmektedir. İç dünyasıyla barışık olmayan, kötü ortamlarda bulunan ve ibadetsiz kalan insanların aura renkleri siyahlaşmaktadır. Korkutucu ve ürpertici siyahlığın olumsuzluk ifade ettiğini bu gün biliyoruz. Burada sözü edilen siyahlık siyah ırkta görülen siyahlık değil, psikolojik rahatsızlıktan kaynaklanan siyahlıktır. Bu nedenle hata yaptığımızı anlar- anlamaz hemen tövbe kapısına sarılmalı ve o kirden kurtulmanın çaresine bakmalıyız. Bundan sonra da o hataya dönmemenin kararlılığını göstermeliyiz. 

İbadet eden ve dua kapısına koşan insanların yaşlandıklarında da yüzlerinde nur olduğunu sanırım çoğumuz görmüşüzdür. Bunun sebebi her an hücrelerine mesaj göndermeleridir diye düşünüyorum. Gençliklerinden itibaren hayatlarına iyi yön çizen bu insanlar, yaşlandıklarında hücreleri daha kalıcı ve ölüm- doğum sayısı yaşlılarda daha az olduğu için yüzlerine de bu nur çok rahatlıkla yansır. Bu nedenle dua ve ibadete alışan insanın duasız ve ibadetsiz yaşaması düşünülemez. Artık onun için ekmek ve su ne ise dua ve ibadette odur. Aslında her işe besmele ile başlamamız da, hatırladıkça kelime-i tevhit söylememiz de bunun içindir.

Dualar için şuurlu olmak şarttır demiştik. Bu şuur sadece belli ritüelleri belli zaman ve mekânlarda, belli kalıplarla söylemek demek değildir. Bazıları bu konuda abartıya kaçıyor.

Bazıları da duanın sadece Arapça ve şiirsel ve edebi olması gerektiğini zannederek şekle takılıp kalıyorlar. İbadette şekilde takılmak maksadın gerçekleşmesi önündeki engeldir.

Efendim, belirli şekillerle yapılan ibadetlerimiz vardır. Bu konularda dini kaynaklarda belirtilen hususlara uyacağız. İnançla ilgili ve taabudi (yani inanarak tapınma) olan konularda bazı hikmetlerini araştırsak ta, bunun tamamen inançla ilgili bir konu olduğunu unutmayacağız.

Bu noktada akıl sadece bazı hikmetlerini anlamak amacı ile dine yaklaşmalıdır. Aksi halde bir boyutu da inanmak olan ibadetin var oluş hikmeti kavranamaz.

Sonuç olarak deriz ki; dualar kulluk bilinci içinde olanlar için vazgeçilemeyecek dilek kapılarıdır. Kula kul olmamanın somutlaşmış halidir dualar. Aksine Allah’a kul olmanın göstergesidir dualar. Allah’a kul olmayı beceremeyenlerin kaç kırk kapılara isteklerini arz ettiklerini görürüz hep. Evet, vücudumuzun her yerine sindirmeliyiz dualarımızı. Beden Sarayımızın kapı ve pencerelerini dualarımızla açarak aydınlatalım. Kapısı ve penceresi kapalı hiçbir hücremiz olmasın.
Selam ve dua ile. 


                  

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi