İNCELEME - ARAŞTIRMA
Giriş Tarihi : 06-01-2023 15:33   Güncelleme : 06-01-2023 15:41

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinden Mübalağa Örnekleri

Yazan: Recai Kapusuzoğlu -CUMHRİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİNDEN MÜBALAĞA ÖRNEKLERİ

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinden Mübalağa Örnekleri

CUMHRİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİNDEN MÜBALAĞA ÖRNEKLERİ

​​​​​​Mübalağa, bir sözün etkisini güçlendirmek amacıyla bir şeyi ya olamayacağı bir biçimde anlatmak ya da olduğundan pek çok veya pek az göstermektir.

Başka bir deyişle mübalağa, akla ve mantığa sığmayacak söz söyleme, bir şeyi olduğundan çok büyük veya çok küçük gösterme sanatıdır.

Önceki yazımızda Divan ve Halk şiirinden mübalağa örnekleri vermiştik ve “Gerek Divan Edebiyatında gerekse Halk Edebiyatında yapılan mübalağa örnekleri tekdüzedir, pek çoğu özgünlükten yoksundur. Bu şairlerin abartmaları genelde gözyaşı ve gök cisimleriyle alakalıdır. Bazen şairin hasret gözyaşları ırmak olur çağlar, bazen de âhı, gökleri tutuşturur veya güneşi, gezegenleri yörüngesinden saptırır.” demiştik.

Bu yazımızda ise sadece Cumhuriyet dönemi şairlerimizden mübalağa örnekleri vereceğiz.  İki yazıdaki örneklerle karşılaştıracak olursanız yeni şiirimizde Necip Fazıl, Oktay Rifat, Attila İlhan, Cemal Süreya gibi şairlerin çok özgün mübalağalar yaptığını göreceksiniz:

Sanki burnum, değdi burnuna yokun, /  Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. (Necip Fazıl)
aydınlığın duruyor/ giderken bıraktığın aynalarda (Murathan Mungan)

kezzap akıtsan bile filizlenir yüreğim/ ölüm canda gül olur, can bende diken diken (Nurullah Genç)
Bulutların çıkınında/  Mis kokulu güvercinleri gökyüzünün/ Çıldırtırlar insan gözlü kedileri/ Ay doğar kuyulara yalınayak/ Telgraf tellerinde gemi leşleri (Oktay Rifat)

Denizleri sırtlarında birer panterle geçen/ İp yürekli gemicilerin yüzünü ürkütüyor / Bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü.  (Ülkü Tamer)
Beni hoyrat bir makasla/ Eski bir fotoğraftan oydular. / Orda kaldı yanağımın yarısı / Kendini boşlukla tamamlar. (Metin Altıok)

Önünde, uzakta alıştığın sofra / Alırken ondan ondan / Çıt eder, çatlar fanus / Kulak çınlamasından. (Behçet Necatigil)

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün/ Kızıllığında ısındık./  Dağlardan çöllere düşürdüğü gün/ Gölgene sığındık. (Arif Nihat Asya- Bayrak şiiri)
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor/  Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden /Attila İlhan

Delirecek miyim neyim/ Kirpiklerimden mısra dökülüyor/Attila İlhan

Bursa'nın, ya Bursa'nın ufak tefek taşları/ Uçan yıldızı dondurur Ardahan'ın kışları /Attila İlhan
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına/ Bir cıgara atmışsak denize / Sabaha kadar yandı durdu (Cemal Süreya)

Sineklerin kanadını ısıtan / Bir güneş toprağı yarıp çıkacak/ Kadınlar sansa da yaşadığını / Şarkısız kaldıkça yaşayamayacak (Sezai Karakoç)

Bir ağaç var içimde / fidesini getirmişim güneşten./ Salınır yaprakları ateş balıkları gibi / yemişleri kuşlar gibi ötüşür./  Yolcular füzelerden/ çoktan indi içimdeki yıldıza. /  Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar (Nazım Hikmet)

Ağlayanda çöle yağmur yağdıran,/ Güldüğünde göğe yıldız ağdıran, / Beliklere elif-endâm döğdüren,/  Ok kirpikli, temiz soylu evdeşim. (Dilaver Cebeci)

Kara kalemle eker; biçerim ak kâğıtta  Sapla saman ayıran, harmanda düvenciyim / Bekir Oğuzbaşaran
Sonsuz bir gece uçuşunda / Ayın çengeline takılı kaldım /  Annem yokluğumu bilmesin diye/  Eve gölgemi saldım (Ali Akbaş)

Bizim mahalle de İstanbul’un kenârı demek/  Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek! (Mehmet Akif)

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır?/ Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır? (Mehmet Akif- Bülbül şiirinden)
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer. /   O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer... (Mehmet Akif)

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü /   Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim./  Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,/   Kimlerin rüyâsına girdiğini bilirim. (Faruk Nafiz)

Şâir kanı gezmiş gibi mermer damarında, / Hülyalar uçar heykelin âmâ nazarında, (Faruk Nafiz)
Ağlayın su yükselsin!/  Belki kurtulur gemi. / Anne seccaden gelsin /  Bize dua et emi  (Necip Fazıl)
Taş merdivenler gibi, aşınmış ayaklardan / Secde yerine çarpa çarpa alnım aşınsa!/ Göklerin kamçısıyla yediğim dayaklardan, /  Erisem de tabutum boşmuş gibi taşınsa! (Necip Fazıl)
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk: / Gözyaşı döksem, Nuh Tufanına denk? (Necip Fazı)l
Bıçak vursam gölgeme / Sımsıcak kanım damlar./  Gir de bir bak ülkeme /  Başşız başşız adamlar. (Necip Fazıl)

paris'in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım /  kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım (Attila İlhan)

Baksana; parmak uçlarım ateş / Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden/   Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan (Ümit Yaşar Oğuzcan)

dünyalar ve yıldızlar/ en küçük şey acıkan dilimi uzatıp hepsini birer birer yaladım/ ve yuttum biraz serinlemiş gibiyim (Asaf Halet Çelebi)

Düşün o divaneyi, " Her şey içimde " diyen; / Ateş denilse yanan, su denince eriyen... (Necip Fazıl)
Ben, ben, haritada deniz görmüş boğulmuş/
Dokuz köyün sahibi dokuz köyden kovulmuş. (Necip Fazıl)

Adam yıldızlara basa basa yürüdü/ Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı. (Cemal Süreya)

Bir sözün bizde çağrıştırdığı görüntü olabilecek bir şeyse o söz anlamlı, olmayacak bir şeyse anlamsız deriz. “Saçların ıslanmış.” cümlesinin bir anlamı vardır. “Suları ıslatamadım.” sözünün ise bir anlamı yoktur ancak çağrışım olarak güzel bir sözdür. İşte bu tür anlam oyunlarına alışılmamış bağdaştırma diyoruz. Alışılmamış bağdaştırma oluşturulurken mübalağa, tezat, terdit gibi sanatlardan sıklıkla yararlanılır:

Sürerim buluttan tarlaları,/  Yağmurlar ekerim göğün göğsüne./ Güneşte demlerim senin çayını / Yüreğimden süzer öyle veririm. (Cem Karaca)
Okuyucuyu etkilemek için sözcüklerin bağdaştırılma biçimlerinde değişiklik yapılmasına anlambilimsel sapma denir. Akla mantığa aykırı, mübalağalı sözlerde bu tür bir sapma vardır:

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu  cinayeti kör bir kayıkçı gördü  ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiç biriniz orada yoktunuz /Attila İlhan

Yusufçuk diye baǧıran kuşu / Görmek için camı kırık ağaçlarda/ Bekle ki soǧanlar salatalar yaǧsın / Nisan yaǧmuru yeşersin / Gözü baǧlı atlara inat bostanlarda (Oktay Rıfat)

Güneşimi arılar yedi gecesiz kaldım/ Dört köşe taşların üstünde/ Denizin çarşısında yeşil zeytin / Balıklar geçti düdük çala çala (Oktay Rifat)

Mum ellerimi tırmalıyor, / Belleğimi yakıyor kedinin elleri. (Özdemir Asaf)

Alışılmamış bağdaştırmalara, anlambilimsel sapmalara ve bu anlam oyunlarından kaynaklanan mübalağalara bilhassa İkinci Yeni akımına mensup şairlerde daha çok rastlarız.

Bir kilise tadı taşıyor Dolmabahçe camiinin pencereleri / Uzaktan bakmak şartıyla ve aydınlık oluşunu saymazsak /  Ve denizin gişesinde oturan kısa boylu saat kulesi (Cemal Süreya)

oysa ay bir ateş gibi yağıyor/ usul usul terliyor bir batık gemi / kan sızıyor bir halkın dinmeyen uğultusundan/ ve eskiden bir şehire girdiğimi hatırlıyorum / bir şehire yerleştiğimi hatırlıyorum /  rüzgârın eskittiği bir şemsiyeyle /Turgut Uyar)

Çok nadir kullanılan tekellüm-i sâmit sanatı, suskun olanın konuşması anlamına gelir. Tekellüm-i sâmit, sanatkârın kendisini ölmüş gibi göstererek duygu ve düşüncelerini dile getirmesi veya bir ölüyü konuşturması sanatıdır. Bu aynı zamanda bir mübalağadır:

Dün sabah işe giderken ölümü gördüm ölümü / Ansızın kesti yolumu/  Usulca tuttu kolumu, korkma dedi. (Bedri Rahmi Eyüboğlu)

Dün güzel bir kadın geçti / Kabrimin yakınından./  Doya doya seyrettim  Gün hazinesi bacaklarını/  Söylesem inanmazsınız, / Kalkıp verecek oldum /  Düşürünce mendilini;/ Öldüğümü unutmuşum (Cahit Sıtkı Tarancı)

***

(Kaynak: Recai Kapusuzoğlu, Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Ötüken Neşriyat, 2022)


 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi