ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 23-09-2022 03:07   Güncelleme : 23-09-2022 03:13

Ceset

Yazan: Serpil Yalçın - CESET

Ceset

CESET

Güneş tüm yakıcılığı ile tepede asılı dururken, esen rüzgâr sıcağa yeniliyor gibi. Isındıkça daha fazla yakıyordu yaşamakta olan her şeyin canını. Sıra sıra dizilmiş zeytin ağaçları ve bir baraka gözlerime ilişiyor. Yerlerde boş bira şişeleri,  cips paketleri, burayı içmek için kullanan gençlerden kalan deliller sadece…

Öten kuşlara dikkat kesiliyorum ne kadar güzel bir ses Tanrım. Yaşadığım hayreti karışan diğer sesler arttırıyor. Ben doğuştan sağır ve dilsizim bu nasıl olur? Hatırla kızım hatırla! Anlam veremiyorum içimdeki boşluğa; sesler ah sesler. Sesler her yerde.
ÖLDÜM. Öldüm mü ben şimdi?

Ne garip, bir hüzün dalgası esir alırken benliğimi, tamamen hissizim. Ölüm böyle bir şeymiş demek. Ne öfke, ne kin hiçbir şey hissetmiyorum. Kızgın olmam gerekmez miydi? Bir boşlukta süzülüyormuş gibiyim. Uçan bir balon gibi. Ne yalan söyleyeyim saçlarıma üzüldüm. Gece karası saçlarım vardı. Bulunduğum yerden cesedime bakıyorum şimdi; her şeyim yanmış. Yokum artık ortada , kemiklerim ,eriyip giden derimin altında böyle görünüyormuş…

Yavaş yavaş varıyorum farkına. Cesedimi bulan kasketli adam önce paniğe kapılmış sonra telefona sarılmıştı. Çok geçmeden olay yerine gelen polisleri görüyorum. Onlar da panik halinde... anlayamadığım, neden üzgünler? beni tanımıyorlar ki! ölümüm onları neden bu kadar üzdü? İçimden geçip giden insanlar çoğalıyor. her birini duyuyorum tek tek.. her birini... ayrı ayrı... yirmi iki yıllık hayatımda duymadığım ne kadar çok ses varmış…

Beyaz tulumları ile gelen beş kişi herkese kızıyor. anladım; galiba bunlar olay yeri inceleme ekibi. Filmlerde görüyordum, ne kadar titiz ve agresif çalışıyorlar. Sürekli telefon çalıyor. Telefonlar çaldıkça , “iyi ki yaşarken sağırmışım” demek geliyor içimden. Kızım Sezin ne çabuk kabullendin ölümü, bir zamanlar yaşarken diye cümleler kurmaya başladın.  yeşil gözlü polis, Değişik çalan  melodisi yüzünden sakız çiğneyene bağırıyor. Daha net duymak için yanlarına gidiyorum; “ tüm illerden kayıp bildirimlerini, terminal ve mobese kayıtlarını topla! Bir de Allah aşkına şu sakızı ağzından çıkart ve telefonunun melodisini değiştir ya da  sessize al! Derhal!” Diyerek emirler yağdırıyor. Polisleri böyle bilmezdim, yaşarken yani. Bana hep korkunç gelmişlerdir. Şimdi bakıyorum cinsiyeti bile belli olmayan yanık bir et parçası için ne kadar koşturuyorlar. Hiçbiri evine gitmedi gece boyunca. bedenimden arta kalanları laboratuvar gibi bir yere götürdüler. Beyaz önlüklü olan doktor, o da üzgün. Bu insanlar neden bu kadar üzgünler ve ben neden hiçbir şey hissetmiyorum? Neşteri eline alan doktor karnımı kesiyor, kanım bile akmıyor. “Ayşe!” diye sesleniyor yanında ki kısa boylu çekik gözlü kıza…

-Cesedimiz bayan, rahim korunmuş.
Emniyet ile görüşelim. DNA çok geç çıkar ama kafayı kesip Ankara’ya yollarsak yüz tanımlama sistemi uygulanabilir, kimlik tespitine daha çabuk ulaşırız.

Hadi ama doktor amca zaten yeteri kadar zarar gördü bedenim, kafa kesmek nedir demek istiyorum. Bir nefessizlik hissi sarıyor ruhumu. benim bir bedenim yok ki…. Ruhumu saracak tabi ki. Boğdular beni yakmadan önce çıplak elleriyle hem de...

Vücudumdan yırtarak çıkardıkları kıyafetlerimi sobada yakarken de çaylarını içtiler. Bedenim çırılçıplak salonun ortasında yatarken akşam yemeklerini yediler. Öfke tanıdık bir duygu... ölmeden hemen önce hissettiğim o duyguyu tekrar hissediyorum Tanrım, bana nasıl kıydılar.

Emniyette ki yeşil gözlü abi en çok dikkatimi çeken... o kadar dikkatli ki terminal kayıtlarında beni hemen tanıdı. izlemeye devam etti.  beni karşılamaya gelen Gülcan, ahhh o yılanı fark etti. Gülcan ve annesi Zeynep benim gibi sağır ve dilsizlerdi. İşitme kursunda tanışmıştık.Bize işaret dilini öğreten öğretmenlerimiz ile daha rahat bir hayata hazırlanıyorduk hesapta... yeşil dev şüphelenmeye başladı. Harikasın sen! Kaşları çatık, gözlerden uyku akıyor, ikinci günün sabahı o hala izliyor. Gülcan’ı, benim adıma alınmış bilet ile İstanbul otobüsüne binerken görür görmez sandalyesinden fırlayıp diğer odaya sesleniyor. Şimdi dört polis ekrana bakarken ikiye ayrılıyor. Uzun boylu zayıf olan sanırım komiser, “tercüman lazım. Gözaltına alıp merkeze getirin Yalçın” diyor yeşil gözlü deve.  adını öğrenmiş oldum yeşil gözlü Yalçın abi. kızım Sezin saçmalama, adamlar ne ile uğraşıyor sen ne ile diyerek kendime fırça atmayı da ihmal etmiyorum. Cesedim bulunduğunda yanında olan sakızlı polis abiye “sen karakol destek ekibini ayarla!” Smrini vererek kendi odasına yürüyor. Kamburlaşmış gibi görünüyor o an gözüme, sakızlı abi. Yaşasaydım, “çiğne be abi, doyasıya çiğne sakızını..” demek isterdim.

Gülcan ve annesi sorgu odasındayken yavaş yavaş hatırlamaya başlıyorum. Acaba ben daha ölmedim mi? “Hayatın gözlerinden film şeridi gibi geçer” derdi babaannem. Sanki film izliyor gibiyim izledikçe hatırlıyorum. hislerim bir geliyor bir gidiyor. Sus pus oturuyorlar, hiç hareket yok. bakışıp duruyorlar saatlerdir, polis soruyor tercüman çeviriyor, Gülcan susuyor. Başka bir odada annesi Zeynep aynı şekilde. Yeşil gözlü devi görmüyorum, sakızlı polis gelip gidiyor. buradaki polisleri de ilk kez görüyorum. Sinirlenmeye başlayan polisler dışarı çıkıp sigara içiyorlar. Yalçın abi ve sakızlı nerede? onlar konuştururdu bunlar başaramıyor. Öfkeden köpürmeye başlıyorum, hıncım artıyor, Gülcan’ın çıplak elleri ile beni boğuşunu hatırlıyorum. yavaş yavaş “seni meraklı fare, seni meraklı fare!” nefes, nefes alamıyorum. Yanda gördüğüm soba demirine uzanmak istiyorum, Gülcan’ın annesi elime ayağı ile basıyor, canım acıyor, acırken boğuluyorum, yardım etsin birileri bana. Anne! Ahh annem benim. 
aklıma düşüyor oyalı yazması ile dilsiz olmadığı halde sessiz annem...
çok ağladı mı? herkesi görürken annem ile babamı neden göremiyorum. Acaba burada yetkili birileri var mı? 
Ahiret hava yolları sağlıklı günler diler diye anons mu geçilecek Sezin? sen salak mısın? yine kendimle çekişiyorum. Sakinleşmemi sağlıyor bu düşünceler.

Bir hışımla içeri giren Yalçın abim kaç gündür aynı kıyafetle.
Gülcan’ın annesinin karşısına geçiyor. 
Tercüman diğer yanda, diğer polisleri dışarı çıkartıyor.
Gülcan’ın annesi Zeynep irkiliyor. Neden diye merak edip yaklaştığımda Yalçın’ın bir şeyler anlattığını duydum. Önünde masaya koyduğu bir fotoğraf vardı. Zeynep’in oğlunun fotoğrafı.
Kadının nefesleri sıklaştı, daha yakınlaşmam lazım daha daha yakın.

-Sezin ile ilgilenmiyorum Zeynep Hanım. Ben oğlunun yediği haltların peşindeyim. Anlatmaya başla artık!
Zeynep teyze işaret dili okulunda bize öğrettikleri gibi başlıyor elleriyle anlatmaya, tercüman abi her defasında gözlerini büyüterek dinliyor, bir iki defa tekrarlamasını istese de ,Yalçın abi durduruyor. 
“Olduğu gibi, sakın bölme” diye uyarıyor.

Zeynep, “bana tecavüz etmeye çalıştı bende öldürdüm. Oğlumun suçu yok!”der dermez, sorgu odasının arkasında ki kalabalık kaskatı kesildi. Yalçın abi,  koskoca yeşil gözlü dev bile dondu kaldı. Bir tek sakızlı abi “hobbbbaaa!..” diye bağırdı. Kafasına yediği bir şaplakla sustu. Kızarmış suratı ile ben çayları tazeleyeyim dedi, gitti.

Onlar anlayamadı ama ben anlamıştım. Ahmet abi vardı. Zeynep teyzenin sevgilisi. Yine onlarda tanışmıştım Ahmet abi ile. soba üstünde kestane pişirip bize anlattığı komik anıları geldi gözümün önüne. çok sonraları,  Gülcanlara her gidişimde Ahmet abi ile Gülcan’ı daha yakın görmeye başlamış, konduramamıştım. Öğrendim ki Gülcan onunla sevgili olmuştu. Annesinin sevgilisi ile...Abisi Ahmet, bunları duymuş ve evde kavga kıyamet kopmuştu. O hafta sonu zaten okul bitmişti ve ben memleketime dönmüştüm. Ahmet abiden bir daha hiç haber alamadım. Karısını bile ulaşıp sordurdum. Gülcan da Zeynep Teyze de “bilmiyoruz” deyip beni geçiştirmişlerdi.

Evlerinde, Valizimi koyduğum küçük odadan çıkarken kolum dolabın kapağına çarpmış, açılan kapağı kapatmak için var gücümle zorlamıştım. bir şeye takıldığını fark etmemle elimi dolabın üstünde gezdirmiştim. Yere düşen küçük kutudan birkaç kâğıt parçası, bir cüzdan, bir  de saat savruldu ortalığa. Saat tanıdık geldi. cüzdanı açıp baktığımda ise Ahmet abiye ait olduğunu gördüm. Ben bunları hatırlarken polislerde bir koşturmaca başlamıştı.

-Bir ceset daha varmış. Aynı yere gömülmüş. telefonda konuşan polis hattın ucundakine, aynı zeytin bahçesine gitmesini söylüyordu. “Birazdan geliriz bizde” diyerek telefonu kapattı.

Yalçın polis, sakince yerinden kalkıp Gülcan’ın odasına doğru yürümeye başladığında peşine takıldım. Karşısına oturup “evet Gülcan dedi, Annen her şeyi anlattı. Sen bir şeyler söylemek ister misin?” Tercüman el kol hareketleri ile çeviri yaparken Gülcan aynı donuk ifadesi ile bakıyordu.

-Annen yine seni ateşe attı. Çok kıymetli oğlu zarar görmesin diye Gülcan. Yalçın abi cümlelerini sıralarken kızın gözlerinden ateş çıkmaya başlamıştı. Tercümana bakıyordu, nefesleri sıklaşmıştı. “Hadi Yalçın abi olacak bu iş, bundan yırtamayacaklar hayatımı çaldılar. benim de Ahmet abinin de... bunun bedelini ödemeliler! hadi az daha sıkıştır” diye konuşuyordum tabi ki beni duymuyorlardı.

“Ahmet’i de mi yaktınız?” diye sorduğunda Gülcan’ın gözlerinden ateş fışkırıyordu. Bu iş bitmişti. Ben de  Gülcan’ı tanıyorsam bülbül gibi ötecekti. Tam beş gündür iğne ile kuyu kazdı bu insanlar. evlerine gitmediler, ailelerini görmediler bile. Bu itirafı hak ediyorlar. Benim için artık yapacak bir şey yok. biliyorum bir bedenim bile yok, ama bedeli ödensin istiyorum işte.

Ve Gülcan konuştu;
-Hak etmişti. Hak etmişlerdi. Her ikisi de hak etmişti. Abim ile onu boğarken nasıl çaresizce yalvarıyordu canını almamamız için. Sezin’e üzüldüm, ama o meraklı tarla faresi fazla şey öğrenmişti, durmuyordu. Annem ile de onu öldürdük. Ahmet’ten tecrübe ettiğimiz gibi aynı şekilde yaktık. Ahmet’in kıyafetlerini çıkartmamıştık, yanarken çok fazla koku olmuştu. Sezin’i o yüzden soyduk. Öldüğü gün telefon sinyali bizim evi göstermesin diye bilekliklerini ve telefonunu alıp İstanbul’a doğru yola çıktım. Köprüden aşağı eşyalarını attım. Ama beni tanıyacağınızı düşünmedim. Sezin’in kabanını giyip gitmiştim.

“Ama otobüse binmeden önce önü kapanmayan kabanından gördüğüm kırmızı kazağın gözümüzden kaçmadı, şuan üstünde olan kırmızı kazağın.” 
Yalçın onu cevaplarken rahatlamış görünüyordu. Hapis yatacaklardı. Abisi askerde tutuklanacak onlar da ömür boyu hapis kalacaklardı. Rahatlamıştım. Daha huzurluyum şimdi. Artık arkamda bıraktığım bir hesap kalmamıştı bu dünyada en azından. mahşer yerinde elbet ayrı bir hesap onları bekliyordu, ama bu dünyayı da güle oynaya yaşayamayacaklardı. Dört duvar arasında çürüyeceklerdi. Bu da bana yeterdi.

Küçük, sessiz ilçede vahşice işlenen cinayet ve soruşturması sonrası rahatlamıştı ekip. Üzerlerindeki baskılar kalkmış hırsızlık ya da kavgalardan oluşan sıradan asayiş olaylarına bakmaya başlamışlardı bile.  Herkes iyi, işler olağan, her şey normaldi. Terminal yolunda bulunan ikinci yanık ceset ihbarına kadar.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi