KİTAP ANALİZİ
Giriş Tarihi : 14-01-2024 17:44

Bir Kitap: Zühre Ninem / Kemal Bilbaşa

Yazan: Hakan Cucunel -BİR KİTAP: ZÜHRE NİNEM / KEMAL BİLBAŞA

Bir Kitap: Zühre Ninem / Kemal Bilbaşa

BİR KİTAP: ZÜHRE NİNEM / KEMAL BİLBAŞA

Yazarın daha önce “Cemo” adlı romanını okumuştum. Üzerinden uzun zaman geçti. Ancak, “Zühre Ninem” adlı romanında bambaşka bir lezzet buldum. Kendi ninelerimi yeniden anımsadım. Yalnızca bizim çocukluğumuzda olduğunu zannettiğim oyunlara, tekerlemelere, geleneklere, alışkanlıklara denk geldim.

Roman, genel anlamda öz yaşam öyküsü. Bu öykünün içinde, Osmanlı Devleti’nin son zamanları var. Romanı okurken, tarih kitaplarından okuduğumuz Balkan Göçü’ne neden facia dendiğini de anlıyoruz. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının yenilgi ile sonuçlandığını biliriz. Ancak Balkanlarda yaşayan büyük bir Türk nüfusu olduğunu çok bilmiyoruz.  Rusların zafer kazanmasının ardından coğrafyanın slavlaştırılması, demografik durumun egemen devletler tarafından yeniden şekillendirilmesi; Türk nüfus için tam bir felakete dönüşüyor. Milyonlarca insan, yüzyıllardır yaşadıkları toprakları terk etmeye çalışırken katlediliyor. Anavatana dönen insan sayısı, göç eden insanların beşte biri bile olamıyor.

Bu facia, Refik Halit Karay'ın bir kaç öyküsünden çarpıcı bir şekilde anlatılır. Kemal Tahir'in bazı romanlarında da kısaca değinildiğini görüyoruz. Ancak anlaşılan o ki, üzerine hak ettiği kadar eğilmemişiz. Ne edebi olarak ne de akademik olarak bu faciayı ele almamışız.

Zühre Ninem, bu facianın anlatımıyla başlıyor. Muhacirlik, Balkan bozgunu ile başlıyor ama hiç bitmiyor. Anavatana gelmelerinin ardından Balkan Savaşları yaşanıyor ve yenilgi ile bitiyor. Ardından Çanakkale Savaşları başlıyor ve binlerce askerimizin hayatına mal oluyor. Çanakkale'den kurtulanlar bu defa Sarıkamış cephesine gidiyorlar. Yine bitmiyor ve Kurtuluş Savaşı ile yeniden savaşlar başlıyor.

Zühre Nine ve ailesi önce Edirne'ye geliyorlar. Oradan Eskişehir'e geçiyorlar. Ancak Anadolu'nun Yunanlılar tarafından işgal edilmesi onları yine yerlerinden yurtlarından ediyor. Zaten babasını Balkanlarda kaybeden yazar, Eskişehir'de çok sevdiği dayısını da Sarıkamış cephesinde kaybediyor.

Romanı okurken dönemin Edirne'sini, İstanbul'unu ve Eskişehir'ini de görüp yaşıyoruz. Komşuluk ilişkilerini, günlük hayatlarını, coğrafyasını anlar gibi oluyoruz. O dönemde kullanılan sözcükleri, alışkanlıkları öğreniyoruz;

"Mori Kızım, Puşlavat, Kara Kaloş, Macir(Muhacir), maksım (masum), büzüktaş (arkadaş), Ziyan zebil olmak, Allah Baba (Ben çocukken de çok duyardım) Tanrı (Allah sözcüğünden daha çok kullanılıyor ve 1950'li yıllara kadar, mezar taşlarında Tanrı baki ifadesi olmuştur) Tuvaletlerin evin dışında olması, Vlah Çingenesi, Talkan (Leblebi tozu, biz çocukken de bakkallardan alır yerdik), Bazı masal isimleri (Nar Hatice) Eli maşalı olmak, erkek çocuklarının sokaklarda sidik yarışı yaparak oynaması, Çüydürmek(işemek), Komşu teyzelerin erkek çocuklarını bir yerden kovmak için ısırgan otu demetiyle bacaklarına vurması, Suvarmak (hayvanları su içirmeye götürmek) Kanepe ya da divan yerine kullanılan Makat, Cam yiyen dervişler, "Aynı Kabağa Osurmak" deyimi, sofra duası olarak "Yemeğimiz arı, Suyumuz duru, hamd olsun sana yüce Tanrı" ifadelerinin kullanıldığını (ben çocukken de sofra duası yapmadan elimize kaşık almazdık ama farklı bir dua okunurdu), sünnet olayının çocukların ve mahalle yaşamındaki büyük önemi, sünnetten önce çocukların faytonlara bindirilip gezdirilmesi (ben çocukken de Skoda ve Anadol kamyonetler vardı ve çocuklar onların kasalarına doldurulup gezdirilirdi), Sünnet çocuklarına hazırlanan süslü karyola (bu başlı başına bir olaydı ve o karyolada yatmak için can atardık) Sünnet olan çocuğa kol saati takılması (biz çocukken de çok önemli bir olaydı. Bizim kuşak için kol saati, verilebilecek en değerli hediyeydi) İspanyol Nezlesi (bu salgın dünya çapında olmuş ve çok fazla can kaybına neden olmuştur. Reşat Nuri Güntekin'in "Anadolu Notları" kitabında da bu nezleden söz edilir)”

Romanda, döneme ait tekerlemeler, çocuk oyunları, dualar, beddualar, konuşma biçimleri, Eskişehir'de Ermenilerle ilişkiler, Tatarlara yöre insanının bakışını da görüyoruz.

Bir roman olarak okurken, aslında bu metnin esaslı bir halk bilim çalışması olduğunu da fark ediyoruz. O dönemin en korkulan hastalığının verem olduğunu, odun kömür alanların bu aldıklarını mahalle çocuklarına taşıttıklarını, Osmanlı - Rus savaşları nedeniyle Ruslara karşı olumsuz bakışı gibi pek çok önemli ayrıntıyı okuyoruz.

Okunası güzel bir romandı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi