KİTAP ANALİZİ
Giriş Tarihi : 28-03-2023 23:33

Bir Kitap: Boğazdaki Aşiret / Mahmut Çetin

Yazan: Hakan Cucunel -BİR KİTAP: BOĞAZDAKİ AŞİRET / MAHMUT ÇETİN

Bir Kitap: Boğazdaki Aşiret / Mahmut Çetin

BİR KİTAP: BOĞAZDAKİ AŞİRET / MAHMUT ÇETİN 

Bu gün üzerinde konuşmaya çalışacağım kitabın adı Boğaz’daki Aşiret. Merak edip okumam ise Ramazan Kurtoğlu’nun söz etmesi üzerine oldu. Şu ana kadar Yakın tarih üzerine okuduğum kitaplar arasında bazıları var ki pek çok konu üzerindeki düşüncelerimi değiştirdi. Bunlardan biri: MEHMET EMİN DEĞER: OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE’dir. Bir diğeri de MUSTAFA YILDIRIM: SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA adlı kitaplardır.

Okumamış olanlara öneririm. Belki parça parça şurdan burdan duyduğumuz ama “değildir” diye üzerine düşünmekten kaçındığımız tarihi gerçekleri, belgeleriyle sunan bu kaynaklar, yakın Türkiye tarihi üzerine yeniden düşünmemizi sağlar. Bu kitaplar aslında bizi uyandırır.

Aslında kitapların yapması gereken de budur çoğu zaman. Yeri gelmişken uyandıran kitaplara birkaç ekleme yapmazsak eksik kalır. Bu tür kitaplar arasında Atilla İlhan’ın “BATININ MASKESİ DÜŞÜYOR” da kısa ama sarsıcıydı. Bir de elbette kıymetli Cengiz ÖZAKINCI anılmalıdır. Bana göre, Özakıncı’nın her eseri her biri ders kitabı niteliğindedir. Romanları dahil.

Mahmut Çetin’in kitabından söz etmeden önce şunu belirtmek isterim. Türkiye Cumhuriyeti devletinin milliyetçilik tanımı bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından yapılmış akli bir tanımdır. Atatürk, etnik ve ırki bir tanımlama yapmamıştır. Anayasamızda da belirtildiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir. Kimsenin atalarına, dip dedelerine bakılmaz. Devletimizin kurulduğu yıllarda medeni! Avrupa’yı yeniden biçimlendiren FAŞİST bakış açısı, ülkemizi kuran kadrolarda kesinlikle yoktur. 

Amerika’da Avrupa’da insanat bahçelerinde Avusturalya Aborjinleri, hayvan olarak görülüp yemlenirken siyahiler, beyazlarla aynı otobüse binemiyorken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti her ırka ve her millete eşit gözlerle bakmıştır.

Kadınlar dünyanın pek çok ülkesinde oy kullanmak için eylemler yaparken ülkemizde kadınlar hem seçme hem de seçilme haklarına sahiptiler. Bu anlamda ezberlerden ve ideolojik mankurtların yalanlarından uzak durmak gerekir diye düşünüyorum.

Devletimizin bu konudaki çağdaşlığı, eşitlikçi yaklaşımı tartışmaya kapalıdır. 

Boğaz’daki Aşiret, bir açıdan İstanbul-Ankara ikiliğinden de söz ediyor. Bilindiği üzere Osmanlı devletinde yeniçerilik ve devşirme sistemi 1. Murat dönemine tarihlenir. Kesin olmamakla beraber genel kabul böyledir. Bu sistem, tasarlanıp uygulandığı dönemde muhakkak ki işe yaramış ve devletin gereksinimlerini karşılamıştır. Ancak öyle anlaşılıyor ki, Osmanlı Devleti'ni uzun yüzyıllar boyunca diri ve güçlü tutan bu sistem bir dönemden sonra kendisini var eden devleti esir etmiştir. Çünkü yabancı uyruklular, asker olabilmelerinin yanında idareci de olabilmekteydiler. Hatta bir dönem gelmiştir ki devletin en yüksek kademelerinde Türk olmayanlar var olabilmiştir. Osmanlı Devleti'nin sadrazamlarının gözden geçirilmesi bu konuda yeterli veri sağlar. Bu konuda da Mevlüt Uluğtekin Yılmaz’ın bir kitabını önerebilirim.

Mahmut Çetin aslında bu konuya değiniyor. İstanbul merkezli yaşayan, devletin kadrolarına kolaylıkla yerleşen bir tabaka var.

Bu topluluk, kendi içerisinde son derece disiplinli bir biçimde varlığını sürdürüyor. 
 Öyle ki sanat, siyaset gibi çok hayati alanlarda neredeyse sadece bu topluluktan olanlar belli bir noktaya ulaşabilmektedir. İstanbul ya da boğaz aşireti olarak adlandırılan bu topluluk çoğunlukla sıkı akraba ilişkilerini gözetmektedir. Bu akrabalık ilişkileri içinde olanlara bakıldığında, asla yan yana gelemeyecek pek çok ismin uzak ya da yakın akraba olduklarını görürüz.

Bu belirlemenin ilginç tarafı ise boğazdaki bu aşiret mensuplarının neredeyse tamamı sonradan Müslüman olmuş, sonradan Türkleşmiştir. Kitabın içeriğini ayrıntılı incelemek isteyenlere öneririm. Kitapta adlarını sık duyduğumuz onlarca ismin bir şekilde akraba olduklarını öğreniriz. 
Ancak ben okurken iki isim ve iki eser ilgimi çekti. Birincisi Nazım Hikmet’in, ikincisi Sabahattin Ali’nin Atatürk hakkında yazdıkları şiirler.

“Burjuva, Kemal’in omzuna binmiş
Kemal, kumandanın kordonuna
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamların donuna
Uluyorlar, hav… hav… hak tu…” 

Bu şiirden sonra, Nazım Hikmet, Atatürk’e bir mektup yazmıştır ancak mektup Atatürk’e ulaşmamıştır. Çünkü Paşa hastadır. Şair, mektubunda 

“Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum” demiştir.

Sabahattin Ali’nin “Hâlâ taparlar mı o koca terese” adındaki şiiri hem yazıldığı dönemde hem günümüzde sevenlerini şaşırtmaktadır.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi