ŞİİR
Giriş Tarihi : 01-04-2023 22:05

Bir Kitap: At Sırtında Anadolu / Fred Burnaby

Yazan: Hakan Cucunel -BİR KİTAP: AT SIRTINDA ANADOLU / FRED BURNABY

Bir Kitap: At Sırtında Anadolu / Fred Burnaby

BİR KİTAP: AT SIRTINDA ANADOLU / FRED BURNABY

1856 yılında imzalanan Paris Barış Antlaşması'nın yapılmasının ardından İngiltere hükümeti adına Londra’dan başladığı yolculuğu Kars’ta tamamlayan yazar Fred Burnaby, geçtiği illerin demografik durumundan, iklimine, kültürüne kadar pek çok ayrıntıyı, notlarına özenle aktarmış.

Yazar bir İngiliz subayı olması nedeniyle eğitimlidir. Birden fazla dil bilmektedir. Padişah’tan aldığı resmi belgeler sayesinde yolculuğu sırasında, geçtiği il ve ilçelerin yöneticilerinin yardımını da almıştır. 

Yazar yaptığı bu oldukça uzun seyahati sırasında geçtiği yerleşim yerlerinde askeri donanımları ayrıntılı olarak inceliyor. Asker sayıları, bu askerlerin  donanımları, şehrin savunma olanaklarını belirtiyor. Giyim, kuşam, yemek alışkanlıkları, yaşayış tarzlarını özellikle inceliyor.  Gezdiği yerlerde hangi milletten kaç insan yaşadığını rapor etmeyi de unutmuyor. Elbette yazarın yaptığı bütün bu incelemeler, kendi hükümeti açısından gerekli ve önemlidir.

Hacimli olmasına rağmen okunması son derece kolay bir kitap. Benim en çok dikkatimi çeken noktalardan biri, geçtiği yerleşim yerlerindeki azınlıkların okullarını ziyaret edip, sayısal verileri belirttikten sonra müslümanların eğitim verdikleri okullara da mutlaka gidiyor. Yazar diyor ki;
“Ermeni ahalinin okuluna gittiğimde yüz kadar öğrenci olduğunu gördüm. Bu çocuklar iyi bir eğitim almaktalar. Türk okulunda ise on-on beş öğrenci vardı. Bunlar yalnızca Kur’an okumasını öğrenmişlerdi”. Türkler ne yazık ki zorunlu eğitime gereken önemi verememişlerdir.

Her ne kadar 2.Mahmut, ilköğretimi zorunlu yapsa da uygulanması mümkün olmamıştır. Gayrımüslimler nitelikli bir eğitim alırken Türkler okuldan uzak kalmışlar, savaşlarda, cephelerde harcanmışlardır. 

İstanbul’dan Kars’a kadar geçtiği bütün yerleşim yerlerinde, nüfusu azalmış, sefalat içindeki Türk köylerini anlatıyor. Giyimleri kuşamları sefalet içinde olan, pestil, yoğurt ve yufka ekmeğinden başka bir şey yemeyen Türklerin eğitimsizliği, fakirliği yazarı bile şaşırtıyor. Yazar, “Bu ülkede ekilebilir topraklar o kadar uçsuz bucaksız ama rençberlik yapacak insan kalmamış. Geçtiğim her yerde mevcut bir yer altı zenginliğinin izlerini görüyorum ama bir kaç bakır ve kurşun madeninden başka bir işletme yok. Oysa Osmanlı Devleti yalnızca elindeki madenleri işlese bütün dış borcunu bir senede kapatabilir” diyor. 

Yazar, halkla sıklıkla konuşuyor. Sıradan insanlar bile Sultan Aziz’in İngiletere’den aldığı yüz milyon altını israf ettiğini söylüyor. Halk, demiryolu ve yol istiyor. Yol olsa sorunlar çözülür ve kalkınırız, diyor. Valilerle yaptığı konuşmalardan şunu anlıyoruz. İşinin ehli insanlar genellikle yönetimden uzak yerlere sürgün edilmiş ve gittikleri yerlerde çalışmalarına olanak verilmiyor. Valiler de dönemin dünya gündemini gayet iyi takip ediyorlar.

Halkın geneli, Sultan Aziz’e karşı tepkili ama eceliyle ölmediğini düşünüyorlar. Sultan Aziz’in nasıl öldüğü konusu bu gün de çok anlaşılmış değildir. Ölmeden önce çekilen son fotoğrafı da aslında çok şey anlatır. Bilindiği gibi, Sultan Aziz, baskıcı yönemtimi, sert mizacı ile anılır.

Ancak onun asıl anılması gereken özelliği Osmanlı donanmasına yaptığı devasa yatırımdır. Güçlü bir Osmanlı donanmasını istemeyen İngiltere’nin, sultanın tahttan indirilmesinde parmağının olmayacağını düşünmek saflık  olacaktır. 

Yine halkın geneli yakın zamanda bitmiş olan Rus savaşı nedeniyle Ruslardan nefret ediyor ve ama İngilizlere son derece sıcak bakıyorlar. Elbette 1838 yılında yapılan Balta Limanı Ticaret anlaşmasında, neleri kaybettiklerini bilmeyişleri veya olanlardan habersiz olmaları okurken insanı üzüyor. Gerçi acaba bugün kaç kişi bu ticaret anlaşmasının aslında Osmanlı Devleti'nin çöküşünün en önemli nedenlerinden biri olduğunu biliyor? Ya da bu anlaşmanın güncel biçiminin Avrupa Birliği uyum yasaları olduğunu da bilen yoktur. Üretime koyulan kotaları, bitirilen tütün üretimi, şeker pancarı üretimi, bitirilen büyük ve küçük baş hayvancılık ve daha pek üretim işinin Avrupa Birliği uyum yasaları ve üretime konulan kotalardan, bu gün bile çok az insanın haberi varken 1856 yılında insanların bunları bilmesini beklemek pek de doğru olmayacaktır.

Osmanlı mülkünün en uzak yerleşim yerlerinde telgrafın bulunduğunu okuyoruz kitapta. Bu defa da Telekom’un özelleştirilmesi konusunu düşünüyor insan ister istemez. Milli olması, devletin elinde olması gereken bu kurumun özelleşmesi konusu da ayrı bir sorun.

Yazarın geçtiği onca yerleşim yeri arasında bir tane bile Türk telgraf müdürü olmaması da ayrıca düşündürücüdür. Türkler bitmek bilmeyen savaşlardan ya dönemiyorlar ya da engelli olarak, iş göremez halde geliyorlar. Döndüklerinde sahip oldukları tarlanın bahçenin yok pahasına bir gayri müslimin eline geçtiği görüyorlar ve kendi kurudukları ülkede hamallık gibi basit işlerde çalışabiliyorlardı.

Dönemin kaynakları incelendiğinde gayrimüslimlerin büyük ölçekli imalathanelere, maden işletmelerine, liman işletmelerine, bankerlik, kuyumculuk gibi işlere sahip olduğu görülecektir.

Devletin esas sahibi, sefalet içinde. Bilgisiz, eğitimsiz. Azınlıkların yüzlerce okulu varken Türkler yalnızca Kur’an okumayı öğrenmeye çalışıyor. Fizik, kimya, matematik, biyoloji, coğrafyadan haberi bile yok Türk’ün. Oysa azınlıklar misyoner okullarında ve kendi okullarında eğitim alıyorlar, dil öğreniyorlar ve yüksek memur oluyorlar.Yazarın tanıştığı tek bir Türk doktor, esnaf yok. Bu meslek gruplarının tamamı müslüman olmayanların elinde. 

Kitabın yazarı, bir İngiliz Subayı ve görevi İngiltere’de Türklerin Ermenileri katlettiği iddialarının aslını öğrenmek. Yazar, bu iddiaların asılsız olduğunu kendisi görerek öğreniyor. Bence okunması ufuk açan bir kaynak olan bu kitabı öneririm.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi