SİNEMA / TİYATRO
Giriş Tarihi : 07-07-2023 15:36

Beni Orada Arama / Todd Haynes

Yazan: Serhan Poyraz -BENİ ORADA ARAMA / Todd Haynes TODD HAYNES

Beni Orada Arama / Todd Haynes

BENİ ORADA ARAMA / TODD HAYNES

“Düşünüyorum demek yanlıştır. “Beni düşünüyorlar” demeli insan. Ben, bir başkasıyım. Ben, düşüncemin tomurcuklanmasına şahitlik ediyorum. Onu seyrediyorum, onu dinliyorum. Keman yayını bir kez sürtüyorum. Bir senfoni, çalkalanıyor derinlerde, ya da sıçrayıveriyor sahneye bir anda. İğrenti dalgalarıyla başladı bu ve işte bitiyor... 

Bu sonsuzluğu anında kavrayamayacağımız için bir rayiha curcunasıyla bitiyor...” dedi.

Filmin en başı geldi aklıma; “Bu adamın hayaleti bile birden fazla kişi” demişti ilahi bir ses. Sarsıcı ve izleyicisine “sağlam bir film izleyeceksin hazır ol” mesajı veren bir giriş sekansıydı. 

Hareketli omuz kamerası çekimiyle sanki ben kuliste oturmuş sigara içiyormuşum da görevliler vakit geldi diyerek beni sahneye doğru yönlendiriyorlar gibi hissettim. Hızlı hızlı kulisin koridorlarından geçip alkış tufanı arasında sahneye çıkıp spot ışıklarından kamaşan gözlerim kendine geldiğinde, Bob Dylan zamanın akışını sembolize eden bir motosiklet ile yola çıkıp soğuk bir odada yatan cansız beden olarak vardığı kaçınılmaz sona geçen bir bilinç akışı… 

Bitmedi; hayatıyla ilgili detayları çok da gözler önüne sermeyen bir müzik ikonu olan Bob Dylan’ın öldükten sonra telefon rehberini, özelini kurcalayıp Bob Dylan’ın gerçekte kim olduğunu bulup bir an önce tüketmek isteyen kitlelere gönderme yaparcasına Bob Dylan’ın androjen yanını sembolize eden Cate Blanchett’ın vücuduna neşter vuran doktorlar… 

Ve giriş sekansının sonunda ilk ve üçüncü kelimenin harfleri siyah, ikinci kelimeninkiler beyaz puntolarla tek tek ekranda belirip bir Bob Dylan parçası eşliğinde filmin ismi…

“BENİ ORADA ARAMA”

Giriş sekansında ben, yani izleyici, Bob Dylan ve ilahi anlatıcı oradaydık… Peki aslında orada olmayan hangimizdi? Filmin adı niye “Beni Orada Arama"

Beni zorlayacak bir film izleyeceğimi anlamıştım. İnsanı düşündüren, sınırlarını zorlayan filmleri severim. Ama bu tarz filmleri izleyebilmek için düşünsel olarak da hazır olmanız gerekir. 

Benim için şöyle de bir gerçek var ki; ben bu filmin afişini gördüğüm anda izlemeye hazır hale geldim. Işığın yüzüne vurmadığı karanlık bir açıdan siyah güneş gözlüklerini takıp sigarasını yakmış, yan profilden bir kadın silüetinin kafa kadrajındaki altı farklı ismin altında “Hepsi Bob Dylan” yazan bu filmin afişi daha en baştan beni benden almıştı. 

Hani sigara tiryakileri ciddi bir konu üzerinde düşünecekleri zaman, odaklanmak için bir sigara yakarlar ya işte o hesap, ağzında sigarasıyla Bob Dylan’ı canlandıran afişteki kadın silüeti Cate Blanchett’tı çünkü. 

Bana göre, Cate Blanchett inanılmaz rol yeteneğiyle bir filmi izlemek için yeterli bir sebep ama yönetmen Todd Haynes belli ki çıtayı daha da yükseğe koymuş ve muhteşem bir kadro oluşturmuş. Cate Blanchett’e eşlik eden diğer Bob Dylan’lar; Christian Bale, Heath Ledger, Marcus Carl Franklin, Richard Gere ve Ben Whishaw.

Todd Haynes hayal gücünde altı farklı Bob Dylan yaratmış gibi gözüküyor. Bob Dylan’ın hem özel hem de fantastik dünyasında gidip gelen bir kişilikler kadrosu kullanarak sanatçıyı zengin ve renkli bir portre şeklinde sunmayı amaçlamış gibi gözükse de, bu film resmi bir Bob Dylan biyografisi değil. Hem filmin olay örgüsü kronolojik bir sıra izlemiyor hem de farklı görünüş ve ruh halleriyle yansıtılan tüm bu Bob Dylan kişiliklerinin düzenli bir kompozisyon mantığıyla bir bütünü oluşturduğunu söylemek pek mümkün değil. 

Aslında bu bilinçli parçalanmışlık, Bob Dylan’ın yaratıcı kişiliğinin uçsuz bucaksızlığının farklı bir biçimde anlatımı. Yani Todd Haynes, Bob Dylan’ın ilham cümbüşü halinde olan yaşamını bir sıçrama tahtası olarak kullanarak onun müzikal kariyerine dair farklı görünümleri ve insanların kafalarında oluşturdukları Bob Dylan imajlarını yansıtmaya çalışıyor gibi.

Az önce yazdığım gibi zor bir film “Beni Orada Arama” filmi. Son zamanlarda izlemeye alıştığımız formül filmlerden epey farklı. Filmi daha iyi anlayabilmek için Bob Dylan’ın yaşamı hakkında bilgi sahibi olmanız gerekiyor. 

“Robert Allen Zimmerman” yani sahne adıyla “Bob Dylan”, Yahudi bir anne babanın çocuğu olarak 1941 yılında Amerika Birleşik Devletlerinin Minnesota eyaletinde doğdu ve Yahudi inancına göre büyüdü. 

Bob Dylan 1960'lı yıllarda ABD'yi kasıp kavuran sosyal devrimin poster çocuğu oldu, protesto ilahileri haline gelen şarkılar söyledi ve o dönem yeni çağın adeta ruhani bir müjdecisi olarak selamlandı.

Tüm zamanların en büyük şarkı yazarlarından biri, nadir yeteneklere sahip bir şair olarak kabul edilen ve aynı zamanda Amerikan halk müziğine kültürel tanınırlık kazandıran bir şarkıcı olan Bob Dylan, yıllar boyunca inancıyla mücadele etti ve sonunda doğduğu dine sırtını dönerek 1978 yılında Hıristiyanlığa geçti. 

Bob Dylan artık kendini dindar ve evanjelik bir Hıristiyan ilan etti ve peşpeşe üç ikonik müjde albümü çıkardı; "Slow Train Coming", "Saved" ve "Shot of Love". Hatta bu dönemde laik şarkılarını konserlerde söylemeyi bile reddetti.

Ancak 1980'li yılların ortalarında, Bob Dylan yeniden Yahudi kimliğini arıyor gibiydi. Kudüs'e gitti ve “Ağlama Duvarı”nda dua etti ve başına sinagog şapkası olan bir Yarmulke” taktı. Sessizce çocukluğunun dini törenlerine geri döndü. Ancak Bob Dylan, Yahudiliğe dönüşünün Hristiyan inancını veya dönüşümünü geçersiz kılmadığını açıkladı. Onun için hem Eski hem de Yeni Ahit eşit derecede geçerliydi.

Vahiy kitabına harfiyen inandığını ve bunun bir uyarı ve gelecek hakkında bir kehanet olduğunu söylerken Bob Dylan, insanın kendini tanrısallaştırdığını ve vahiy kitabında açıklanan sonun birgün gerçekleşeceğine ve hatta dünyanın sonunun yakın olduğuna, insanlık perdesinin kapanmasına iki yüz yıldan az bir süre kaldığına inanıyordu. Ona göre Hz.İsa’nın ikinci kez dünyaya gelme olasılığı da giderek artıyordu.

Bob Dylan müziğini, insanın Tanrı ve kendisiyle ilişkisini, daha yüksek bir güce duyulan özlemin özünü yani dini keşfetmek için kullanıyordu. Bob Dylan müziğin, inancına giden yol ve onun için bir tür dua etme yolu olduğunu düşünüyordu. Gerçekten de, Bob Dylan'ın müziğinde her zaman derin ve melankolik tınılar vardır ve eğer bir gün dünyanın sonu gelecekse ve bu son için bir kapanış müziği varsa eğer bu final sahnesinin müziği, Bob Dylan'ın ve onun hüzünlü gitarının sesi olacaktır herhalde. 

Eğer hayatındaki şeyler tahmin edilemez değilse bir “hiç” olduğunu düşünen Bob Dylan, 2016 yılında "Amerikan şarkı geleneğine yeni ve şiirsel bir ifade tarzı getirdiği” için Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldüğünde, bir kez daha tüm hayatı boyunca olduğu gibi yine beklenmeyen bir şey yaptı ve Nobel Edebiyat Ödülünü aldığı açıklandıktan sonra uzun bir süre İsveç Akademisi kendisine ulaşamadı. Bob Dylan‘ın ödülü reddedeceğine dair spekülasyonlar yapıldı, sanatçı ise bir süre sonra sessizliğini bozdu ve İsveç Akademisi ile görüşerek ödülü kabul ettiğini söyledi. Bob Dylan o zamanlarda biraz da ironik bir şekilde "Nobel ile ilgili haberlerden dolayı nutkum tutuldu. Bu payeye değer veriyorum” diye konuştu.

Nevi şahsına münhasır Bob Dylan; geleneksel Amerikan halk müziği ile rock müziğini birleştiren bir star, Hıristiyan ve Yahudi inançlarını kusursuz bir şekilde harmanlayan ilginç bir din adamı ve rock yıldızı kılığında Nobel Edebiyat ödüllü bir şair olarak Amerikan kültüründe derin izler bıraktı.

“Beni Orada Arama” filmindeki karakterler Bob Dylan’ın hayatından ilham alıyor ancak yönetmen Todd Haynes, Bob Dylan’ın düşüncelerinin ve hayatının beklenmedik yönde sürekli değişen bu manzaralarını bizlere izletirken aslında bizi de içsel bir yolculuğa çıkartıyor. Bu yüzden film hareketli kamera ile başlıyor ve ilahi sesle birlikte Bob Dylan’ın cansız bedeninin yanında buluyoruz kendimizi, filmin senaryosunun içindeki yaşanmışlıkları tamamına erdirmek için. Çoğu zaman benim, sensin ya da hepimiziz o farklı karakterlerin içine sıkışan…

Filmde dikkat çekici bir nokta da; sorguya çekilen ve kendisine yöneltilen sorulara Bob Dylan’ın kullandığı söylemlerle cevap veren Arthur Rimbaud’un, protesto şarkıları söylemekten müjde müziği icra eden bir papaza dönüşen Jack Rollins’in ve akustik gitardan elektro gitara, rock müzikten folk müziğe geçen, hiçbir şey hakkında derin düşünüyor gibi gözükmemesine rağmen çok bilinçli olan ve serseri gibi gözükmesine rağmen eğitimli biri olan ve gerçek kimliğini saklayan Jude Quinn’in oynadığı sahneler siyah beyaz çekilmiş. İlginç değil mi? Üzerinde uzun uzun konuşulabilecek detaylara sahip bir film bu.

Doğal olarak, bu filmi izledikten sonra Bob Dylan’ı az çok bilenler bile bildiklerinin ışığında farklı yorumlar yapacaktır. Bob Dylan’ı çok iyi bildiğini iddia eden bir müzikseverler, Dylan’ı yansıtan altı farklı karakterin hangisinin kafasında yıllardır oluşturduğu müzisyene uyduğunu düşünecek ve sonunda bu çabanın sonuç vermeyeceğini anlayacaklar diye düşünüyorum. 

Çünkü hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil. İnsan söyledikleriyle diline, söyleyemedikleriyle yüreğine mühür vuruyor. 

Dolayısıyla, bu filmin içinde çok da fazla Bob Dylan’ı aramayın çünkü o, orada değil aslında…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi