ANI
Giriş Tarihi : 28-01-2024 19:21   Güncelleme : 29-01-2024 01:11

Babamın Elleri / Mansur Şöhret

Yazan: Mansur Şöhret -BABAMIN ELLERİ

Babamın Elleri / Mansur Şöhret

BABAMIN ELLERİ

Ah şu ellerimiz!..
Kimi zaman nereye koyacağımızı bilemediğimiz... Öfkelerin yumruğu, sevgilerin ilk nabız attığı yer!.. Maharetimiz, mahviyetimiz... Düşmanımız, dostumuz, kardeşimiz!..

Hastanede son gecem.
Babamın refakatçisiyim...
Babamın da hastaneye son gelişi bu. Önce yoğun bakım servisine kaldırılacağı ve on gün sonra da bir tabut içerisinde evine döneceği son gece.

Ellerine baktım. Ölgün derisinin üstündeki sarı kıllar pırıl pırıl parlıyor.. Bir gariplik çöktü üstüme... İçimin kabardığını, gözlerimin dolduğunu hissettim. Sonra aldım o nasırlı elini ellerime; öptüm, öptüm, öptüm... Hoyratça harcadığımız hayat ne kısaymış meğer. Sonra yüzüne baktım. O, hiç gün yüzü görmeyen yüzüne... Yüzündeki ifade; "Benden artık bu kadar oğlum," diyordu sanki! "Benden buraya kadar..." O an dünyalara sığamadım. Yıkıldım. Yok oldum. Silindim adeta yeryüzünden... Öksüz babam, zavallı babam benim. Hayatı hep mücadele ve uğraşla geçen babam. Fakirlikle, yoklukla... Kimseye yan bakmadan, yan baktırmadan kendisine.

Dümdüz yaşadı hep. Dümdüz ve yanlışsız... Çalmadan, çırpmadan... Hep alın teriyle ve elleriyle...

Elleri hep nasırlı ve yaralıydı... İçinde coşan mutluluğu tutamazdı bazen... Havalarda uçtuğunu görürdüm ellerini kanat kanat. Çoğu zaman da mutsuz, umutsuz ve yorgun.

Şimdi yüzü ölüme dönük yatıyor hastane yatağında. Gözleri hep kapalı. Hiç açmıyor, açamıyor... Salt burnundaki hortumu çekiştiriyor arada bir. Bir kez tuvalete kalktı gece. İçini iyice boşalttı. Sonra zor taşıdım yatağına... Yürüyen bir ölüydü sanki. Zor da olsa yatırdıktan sonra ellerini sevdim, öptüm, okşadım, kokladım... O nasırlı güzel ellerini... O boncuk mavisi gözleri hiç görülmüyordu artık. Hep kapalıydı... Uyur gibi. Ya da...

Bir gün dağda, bahçe açmak için kayaları sökerken, "Baba elin kanıyor" demiştim bir keresinde. Belki de derin bir yara açmıştı elinde o sivri koca kaya... Sonra, bir avuç toprak bastırmıştı yaranın üstüne ve hiçbir şey olmamış gibi işine devam etmişti. Hiç unutmam.

Bir zeytin bahçesinin olmasını o denli çok istiyordu ki!.. Bu yüzden, hiç bıkmadan usanmadan her iş dönüşünün akşamüstlerinde, yorgun argın kazma kürek karanlık basana dek dağla cebelleşirdi. Ama sonunda başardı. Küçük bir zeytin bahçesi oldu. Zeytin yağı çıkardıkça hayatı boyunca gururlanıp durdu hep... Övündü. Sevindi. Güldü. Gülümsedi...

Şimdi o yaratıcı eller, o uzun parmaklar, çatlak ve yıpranmış tırnaklar kıpırtısızca duruyor gözlerimin önünde. Dağları yıkan, inşaatlarda tuğla tuğla üstüne koyup binalar yapan ve betonlar döken o mahir ve emsalsiz eller şimdi sessiz ve çaresizdi.

Ama!.. Ama... Hadi desem, yattığı yerden uzanıverecekler ve işin ucundan tutuverecekler sanki!.. Sanki malayı kapıp duvar örmeye başlayıverecekler...

Ellerimiz...
Ah şu ellerimiz...
Masum, mahsun, mahkûm ellerimiz...
"Her el aynı olmaz, olamaz," derdi babam. Kimisi hırsız; arsız, kimisi mahsun; mahcup... Doğru...
Büyüdükçe anlamıştım bunu. Yollusunu da, yolsuzunu da...
Gözlerimle ve yaşayarak görmüştüm, ellerin türlü türlü maharetlerini, meziyetlerini ve inayetlerin...

Senin ellerin hep yapmaktan ve üretmekten yanaydı baba. Üretmekten, sevgiden ve dostluktan... Tıpkı o nasırlı ve kuru ellerinle bizleri büyütüp, yetişirdiğin gibi. Çalmayı değil çalışmayı ve üretmeyi öğütlediğin gibi. Oysa şanssız bir doğumla mutsuz bir hayatının olduğunu biliyorum. Üvey ana elinde yaşadıklarını, gençliğinin zorluklarını... Büyük amcam anlatmıştı... Kısa da olsa değinmişti yaşadıklarına. İçgüveyi olarak evden nasıl uzaklaştırıldığını, neler yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını... Ben de biliyorum. Yaşadım ve gördüm baba...

Beni hep okumaya teşvik etmiştin. "Ellerime bak!" diyordun, ellerini göstererek. "Böyle yaşamak istemiyorsan; oku." diyordun hep, bizler için harcayacağın paraları inşaatların duvarlarından ellerinle kazıyarak... O güzel ve beyaz ellerinle... Hep yaralı, hep kuru ve hep nasırlı ellerinle...
"Sağlam dur baba!.." demiştin, en son. "Belki yarın çıkarırlar bizi."

Tek bir tepkin bile olmamıştı... Tek bir canlılık emaresi bile gösterememiş, tek bir ses bile çıkaramamıştın.

Sonra, beyaz önlüklü hekim ve yardımcıları seni götürmüşlerdi gözlerimin önünden yoğun bakım servisine... On gün dayanabilmiştin orada. Sadece on gün...

Sonra morga...

Orada, son kez görmüştüm ellerini baba. Son kez dokunmuştum soğuk, sessiz ve cansız ellerine... İşte o gün, orada, ellerin ellerim olmuştu!

Morgdan sonra tabuta koydular seni. Eve götürdük. Bir daha da hiç konuşmadın.

Hep sustun baba...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi