ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-03-2024 21:57

Allah Var Gam Yok / Gülçin Granit

Yazan: Gülçin Granit -ALLAH VAR GAM YOK

Allah Var Gam Yok / Gülçin Granit

ALLAH VAR GAM YOK

“Şah damarından yakınım

Allah, katredeki damlaya aşıkken; güneş, onu arayan insanların gözyaşları yüzü suyu hürmetine doğmaktaydı. Maddeyi, çarmığa germeden mana bulunamazdı. Kutuplar, gökyüzünde binlerce aleme kapı aralarken, yeryüzünden Kaf Dağı’na giden yolda, gaflarla örülü duvarlar vardı… Yeryüzünde ki her şey, mikrodan makroya “Hu” seslerine karışıyordu.

Anasının ve babasının terk edip gittiği, torunlarını okula bırakıp geldi kadın, başı yerde, eğik. El emeği göz nuru lif ve tülbentleri kaldırıma serdi, usulca. Sevgiyle dokuduğu eserlerini böyle sergiler, sessiz sedasız rızkın gelmesini beklerdi. Virane, teneke sobalı, tek göz bir evde torunlarıyla yaşar, günlerini yarı aç yarı tok geçirirlerdi. Yağmur, çiğ tanesi gibi toprağı nemlendirirken, dizlerindeki ağrıyı elleriyle öteledi kadın.

Naif boynunu bir suçlu gibi içeriye çekti. Romatizmalı bacaklarını yün örtüsüne sarıp, müşteri beklemeye başladı. Genç bir kadın tezgâha yaklaşıp birkaç lif baktı. “Hayırlı işler, bunlar ne güzel lifler, eşarplar da öyle. Sizi her zaman burada görüyorum, dikkatimi çektiniz. Bunlar da iğne oyası mı teyzeciğim?” dedi. Kadın, “Evet yavrum, iğne oyası, hepsini kendi ellerimle yaparım” dedi. “Çeyizime almak isterim” diyerek, üç tülbent, beş lif alarak parasını uzattı. “Üstü kalsın teyzeciğim” dedi. “Allah bereket versin kızım” diyerek parayı yeleğinin cebine koydu. Akşamüstüne doğru bir kadın daha geldi, tezgâhtan bir tülbent bir lif aldı ve indirim yapması için çok ısrarcı oluyordu. Kadın etiket fiyatının yarısına alacaklarını alıp oradan uzaklaştı.

Okul dağılmadan tezgâhını toplayıp, torunlarını almak üzere yerinden kalktı. Bacakları baştan aşağıya tutulmuş, yağmur başlamıştı. Şükür etti Allah’a, bu akşamda ocakta tencere kaynayacaktı. Marketin önünde kasaya ayrılan ezik, sebze ve meyvelerden alarak, parasının bir kısmını yarına ayırdı. Okul yolunu tuttu. Torunlarına birer çikolata almak için bir ekmek eksik aldı. Bunlar alışıla gelmiş davranışlardı.

“Babaanne, ben büyüyünce bakkal olacağım” dedi küçük kız; erkek torun, babadan almış olduğu genlerle, hararetli bir şekilde, “Kızım, ben büyüyünce zengin olacağım. O zaman bütün her şeyi alabilirim” dedi. Kadın onları uzaktan dinlese de konuya hâkim olarak lafa girdi. “Yavrularım, kuzularım, ne olursanız olun, ama illa iyi bir insan olun” dedi. Erkek torun “Ama iyiler hep aç kalıyor babaanne” dedi. “Aç mıyız, açıkta mıyız yavrum? Allah’a şükür her bir şeyimiz var. Hadi siz bunları düşünmeyin yiyin yemeğinizi bakalım, sonra da yatağa,” dedi. Kadının gözlerinde ki yaş, eve sık gelene misafire benzerdi. Günden güne yaşlanıyor, romatizmaları daha bir azıyordu. Bu yokluk nereye kadar sürecekti. (Ya bana bir şey olursa, bu çocuklara kim bakar) diye düşünmeden edemiyordu. Yokluk içinde yokluk tren gibi uzayıp gidiyordu. Kadın her daim Allah’ı düşündükçe gözleri nemleniyordu. Allah’a âşık bir kadın… Allah’a âşık…

Gökyüzünde yer yer şimşekler çakıyor, yağmur taneleri, tenekelere çarpıp, tavanda tıkır mıkır sesler çıkarıyordu. Ev zehir gibi rutubet kokuyordu. Çocuklar yer yatağına serilmiş, kadın seccadesini açmış namaz kılıyordu. Her zamanki gibi başladı, biricik dostuyla konuşup dertleşmeye. “Öncelikte bize verdiğin nimetler için sana teşekkür ederim. Bana sağlık ver ki çocuklarıma bakabileyim. Bu günü de bitirdik hamdolsun. Ey güzel Allah’ım, sen eksik ve günahlarımı en iyi bilensin, beni affet. Beni senden başka hiçbir kulunun kapısına el açıp baktırma” derken gözyaşlarıyla uyuyakaldı.

Elinde büyük bir anahtarla varaklı bir kapının önünde duruyordu. Dört bir yerden “Hu” sesleri yankılanıyordu. Burası daha önce hiç görmediği bir yerdi. Kapı kendi kendine açıldı, içeride efsunlu tütsü koku hâkimdi. Bir taraftan da, hafif bir ney sesleri yükseliyordu. Evet, evet burası camiye benziyordu, ama içeride bir sürü kapılar vardı, elinde ise büyük bir anahtar. Güneş ışıkları, pencerelerden secdegaha sızıyordu. Hangi kapıya gitse, kapı kendiliğinden açılıyor ve aynı yere yeniden çıkıyordu, bulunduğu yerde bir müddet döndü durdu.

Kadın secdeye vardı, ellerini semaya kaldırıp dua etmeye başladı. “Yarabbi! Neredesin?” dört bir yerden nidalar yükseliyordu, “Sana şah damarından daha yakınım, ben, seninleyim ya sen neredesin?” derken sesler devam ediyordu, “İste kulum, sofrandaki eksik tuzundan, ayakkabının kopan bağcığına kadar iste, vereyim. Benim hazinem vermekle tükenmez. Yeter ki iste!” diyordu. Kadından “Allah” sesleri yükseldi. Yeryüzünde mikrodan makroya her şey sema ediyor ve “Hu” diyordu. Ortalıkta aşkın seli vardı.

Dört bir yandan yankılan sesler, “Allah var gam yok, Allah var gam yok” diyordu. İçinde güçlü bir ses işitti. “Ey kulum! Senin o gözyaşlarının yüzü suyu hürmetine ben güneşi doğurmaktayım. Bul beni, bul beni…” diyerek sesler uzaklaştı.

Kadın sıçrayarak ayıldı, uyuyadalmıştı. Tutuk bacaklarıyla açı çekerek, çocuklarının yanına ilişiverdi. Sabah çocuklar uyurken hızlı bir şekilde kapı vuruluyordu. İçeriye, elleri mikrofonlu iki tane televizyon spikeri girdi. Kadın anlamsız gözlerle onlara bakıyordu. Onlar da, kapı aralığından içeriye… Kadın, “Sizi buyur edemeyeceğim, alanım yok. Ne istiyorsanız burada söyleyin” diyerek anlamsız gözlerle bakıyordu.

“Biz özel bir televizyon kanalından geliyoruz. Komşularınız, size yardım edilmesi için bize müracaatta bulunmuşlardı. Lütfen çocukları da alarak bizimle programa gelir misiniz?”
dediler.

Kadın hiçbir şey düşünmeksizin çocukları kaldırıp giydirdi. Televizyon ekiplerine de evi kameraya çekmeleri için izin vermişti. Kadın televizyon programına çıktı; “Kendime hiçbir şey istemiyorum, yalnız çocuklarım sağlıklı bir yerde huzurla büyüsün istiyorum” dedi. Hesaba, o saatten sonra binlerde para yağmaya başladı.

Program sunucusu bir hafta sonra kadına dönüp onlara bir sürprizi olduğunu söyledi. İsminin açıklanmasını istemeyen bir seyirci tarafından, bir ev alındığını söyleyerek tapusunu kadına uzattı. Kadının gözünde yaş, ağzında Hu sesleriyle tapuyu eline aldı. Temiz bir kalple Allah’a teslimiyetinin karşılığıydı bu.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi